9 Kasım 2014 Pazar

İttihad-ı İslam kurulmuş olsaydı ne İşid ne PKK böyle şımaramazdı...


İttihad-ı İslam kurulmuş olsaydı ne İşid ne PKK böyle şımaramazdı...
Şimdi batılı güçler birleşip Işid’i yok etmek için asker gönderiyorlar ve bölgeyi aynı zamanda da havadan vurmayı planlıyorlar. Bu karşılıklı büyük bir katliamın başlaması demek. Bir yandan Işid Müslümanları kırıp geçirecek, diğer yandan batılı ülkeler İşid’i yok etme bahanesiyle Müslümanları yok edecek. Böylece yine yüz binlerce Müslüman şehit edilmiş olacak. Yeni bir Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma projesi böylece uygulamaya konmuş oluyor.
Bazı kesimler de batı dünyası Işid’i yok etmeyi sahiplendi diye oturdukları yerden seviniyorlar. Müslüman ülkeler birleşip, başlarına bir lider seçip, büyük bir İslam Birliği kuracaklarına ve dünyayı barışa çekeceklerine büyük bir vahşetin zeminini hazırlıyorlar. İslam aleminde hiçbir alim İttihad-ı İslam’ı savunmuyor, “Müslüman aleminin başında neden bir lider yok”demiyor. Mehdiyetten de hiç kimse bahsetmiyor, ağızlarına bile almaktan çekiniyorlar. Peygamberimizin ahir zamanla ilgili hadislerinden, Hz. Mehdi’nin zuhur alametlerinin gerçekleştiğinden de hiç bir şekilde bahsetmiyorlar. Ama Müslümanların kırıp geçirilmesini son derece sakin karşılıyorlar.
Müslümanlar bir araya gelip İttihad-ı İslam ile bu felaketlere son vermeleri gerekirken ve bu şekilde hemen bir çözüme ulaşılacakken batı dünyası her zaman olduğu gibi muazzam bir katliama hazırlanıyor. PKK da bir yandan şımarıp okulları yakıyor ve kendi okulunu açıyor. Devletin kanunlarını adeta hiçe sayıyorlar. Bizimkilerde çözüm süreci, çözüm süreci diyerek PKK’nın iyice şımarmasına neden oluyorlar.
Sonuçlar olarak eğer İttihad-ı İslam kurulmuş olsaydı, Müslüman ülkeler tek bir lider çevresinde birleşselerdi, ne küresel güçler tarafından yıllardır desteklenen PKK, ne de Işid bu derece şımaramazdı. Yıllarca PKK’ya bu kadar şehit de vermezdik...

Amerika Işid’i askeri operasyonla yenemez


Amerika Işid’i askeri operasyonla yenemez
Obama'nın Işid ile ilgili politikası savaşmak değil eğitim olmalı.

Amerika savaş ile Afganistan’a demokrasi mi getirdi?
Yine Amerika savaş ile Irak’a demokrasi mi getirdi?
Afganistan, Irak, Suriye adeta hayalet ülkelere döndüler, taş taş üzerinde kalmadı. Yüzbinlere Müslüman demokrasi getirmek bahanesiyle resmen yok edildi. Bu arada Amerika hem kendi askerlerini Irak ve Afganistan’da toprağa gömerken hem de 7 trilyon dolar harcadı.
Şimdi bütün bu yaşananlar Suriye için de tekrarlanmak isteniyor. Amaç İşid’i ortadan kaldırmak olarak gösteriliyor, sonuç birOrtadoğu ülkesinin daha nerdeyse o bölgeden kazınması, başka bir şey değil. Suriye zaten Esad yüzünden bir felaketler ülkesi haline geldi. Orayı daha da bombalayarak ne elde edecekler?
Amerika Işid’i savaşla yenemez. Önemli olan Işid’in saplandığı hurafeleri yok etmektir. Eğer zihniyeti ortadan kaldırmazsanız terörü ve eylemleri de durduramazsınız. Amerika’nın terör liderlerini öldürmesi de bir işe yaramaz. Bir lider gider, diğeri gelir. Işid’in biran önce zorbalığı bırakıp Kuran Müslümanlığına dönmesi için Amerika’nın ve diğer İslam ülkelerinin dahil olduğu bir eğitim programı oluşturulmalı. Kuran’da zorlama olmadığı, dinde baskı olmadığı, mezhepler arasında düşmanlık olamayacağı bu insanlara anlatılmalı. Yoksa savaşmak Amerika’ya da büyük kayıplar getirecektir. İşid’i savaşarak yenemeyeceği gibi onlardan gelebilecek terör eylemlerine karşı da korku içinde yaşamak durumunda kalacaklardır.

Elektrikli çekiç tasarımında ağaçkakanlar model alınıyor.


Elektrikli çekiç tasarımında ağaçkakanlar model alınıyor
Hiç olanca hızıyla ağaca gagasıyla vuran birağaçkakan gördünüz mü? İsterseniz önce bir ağaçkakanın nasıl gagasıyla ağacı oyduğunu seyredelim. Aşağıdaki linkten seyredebilirsiniz:
Ağaçkakanlar, ağaç kabuğuna yaptıkları vuruşlarla kabuğu koparır sonra da ortaya çıkan böcekleri ve kabuğun altına saklanmış yumurtaları yiyerek beslenir. Bu kuşlar, yuvalarını sağlam, canlı ağaçlara oyarlar. Bu oyukları açarken de bir marangoz kadar maharetlidirler.
Büyük noktalı ağaçkakan türü saniyede dokuz-on vuruş yapar, daha küçük boyutlu ağaçkakanlarda ise bu sayı on beş-yirmiye kadar çıkar. En usta ağaçkakan türlerinden biri de yeşil ağaçkakandır.
Yeşil ağaçkakan ağaçları oyarken, gagası saatte yüz kilometreden daha büyük bir hızla çalışır. Fakat kiraz büyüklüğündeki beyni bu sarsıntılardan etkilenmez.İki vuruşu arasındaki zaman farkı, saniyenin binde birinden azdır. Ağaçkakanın sırrı, boyun kaslarındadır. Vurmaya başlayınca, baş ve gaga tam bir doğru üzerine gelirler. En küçük bir sapma, beyinde yırtılma yapabilir.
Bu denli hızlı bir vuruşun betona kafa atmaktan bir farkı yokturKuşun beyninin hiçbir hasara uğramaması ise ancak olağanüstü bir yaratılışın eseridir. Kuşların büyük çoğunluğunda kafatası kemikleri birbirine yapışıktır. Gaga ise çenenin hareketiyle açılır. Oysa ağaçkakanlarda gaga ve kafatası, vuruş sırasında oluşan şoku emen süngerimsi bir madde ile birbirinden ayrılmıştır. Bu esnek madde, otomobil amortisörlerinde bulunandan çok daha iyidir. Bu üstünlüğü, çok kısa aralıklarla oluşan şokları da emebilmesinden ileri gelir. Bu madde her vuruşta oluşan şoku emip bir sonraki şoku karşılayacak duruma gelebilir. Üstelik bunu saniyede onu aşan vuruşun yapıldığı şartlarda başarır. Bu madde modern teknolojinin geliştirdiği tüm benzer fonksiyonlardan üstündür. Ağaçkakanın kafatası ve üst gagasının olağandışı bir yöntemle bağlanmış olması, her vuruşta beyninin bulunduğu bölümün gagadan uzaklaşmasını, böylece şok emici ikinci bir mekanizma oluşmasını sağlar.
Ağacı delme hızları türüne göre yaklaşık olarak saatte 40 km ila 100 km. arasında değişen ağaçkakanların, bu delme işlemi esnasında zarar görmelerini engelleyen ve bu işlemi kolaylaştıran birçok özellikleri vardır. Ağaçkakanların bu olağanüstü özellikleri, bilim adamlarına da pek çok tasarımda ilham kaynağı olmuştur. Son olarak ağaçkakanların gagalarıyla sert bir ağacı 2.10 saniyeden 2.69 saniyeye kadar kısa bir süre içinde, 38-43 darbe ile gagalayarak çok hızlı bir şekilde delik açmaları, İngiltere’deki Bath Üniversitesinden bilim adamları tarafından model alındı. El aletleri üreten bir şirket için tasarlanan elektrikli çekiç, sapı üzerinde hızla ileri geri hareketlerle çakma işlemini fazla bir güç harcamadan yerine getiriyor. Böylece çiviyi ağaçkakan gibi çok kısa bir zamanda sert zemine çakabiliyor. Kuşkusuz ağaçkakanın bilim dünyasına yön veren bu yaratılışı bütün detaylarıyla, Yüce Rabbimiz'in sonsuz ilminin ve kusursuz yaratışının eserlerinden yalnızca biridir. 
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 29)

Kemiklerimiz arasındaki mükemmel yağlama sistemi


Kemiklerimiz arasındaki mükemmel yağlama sistemi, Resimler
Her gün yüzlerce insan dünyaya geliyor ve bu insanların her biri vücudunda muhteşem sistemlerle yaratılıyor. İnsan kendi vücudunda bu kadar mucize taşırken bütün bunları bilmekten bile aciz bir şekilde hayatını sürdürüyor. Onu tek bir hücreden ruh vererek yaratan Allah’ın sonsuz şefkati sayesinde yaşamına devam edebiliyor. Allah Kuran’da insanın yaratılışını şöyle bildiriyor:
Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Mü’minun Suresi, 14)
İnsan vücudunun neresine baksak birçok süprizle karşılaşıyoruz. Eğer biraz incelerseniz kalbinizin içinde bir jeneratör bulunduğunu, bu jeneratör devreden çıktığı anda yedek bir jeneratörün devreye girdiğini göreceksiniz. İnce bağırsağınızda bulunan hücrelerin, önlerinden geçen yüzlerce farklı madde arasından demir atomunu tanıyabildiklerine ve yakaladıklarına şahit olacaksınız. Baş bölgenizde bulunan hormonal bir bezde üretilen hormon molekülünün, uzun bir yolculuk sonucunda çok uzakta bulunan hedefine -örneğin böbreğinize- ulaştığını ve burada bulunan hücrelere ne yapmaları gerektiğini emrettiğini göreceksiniz. Bu yolculuk sırasında doğduğunuz günden beri “benim bedenim”, “bana ait” diye sahip çıktığınız kendi vücudunuzun içinde, derinizin hemen birkaç milim altından başlayarak derinliklere kadar her noktada gerçekleşen mucizevi olaylara şahit olacaksınız.
İnsan bedeni, bu açıdan bakıldığında, kendi içinde apayrı bir “alem”, apayrı bir “şehir” gibidir. Bu şehrin içinde ulaşım yolları, binalar, fabrikalar, alt yapı sistemi, en üstün teknolojilerden daha üstün teknolojiye sahip cihazlar, kendisinden hiç beklenmeyecek şekilde şuur gösteren, konusunda uzmanlaşmış elemanlar (hücreler, hormonlar, salgı bezleri), tam teçhizatlı askerler ve daha birçoğu mevcuttur. Üstelik bu “alem” yalnızca sizin bedeninizin içinde değildir. Çevrenizde gördüğünüz her insan, anneniz, babanız, kardeşiniz, dostlarınız, çalışma arkadaşlarınız, sokakta yanından geçtiğiniz insanlar, televizyonda izlediğiniz oyuncular kısacası yeryüzünde şu an yaşamakta olan milyarlarca insan, bu mucizevi “alem”e sahiptir. Aynı şekilde bundan yüzlerce, binlerce yıl önce yaşamış olan; milattan önceki dönemlerde yeryüzünde bulunan, hatta ilk insan var olduğundan beri yaşamış olan tüm insanlar da bu kusursuz “alem”e sahiptiler. Tıpkı günümüzde yaşayan insanlar gibi geçmişte yaşayan insanların da vücutlarında kusursuz sistemleri, şuur gösterileri sergileyen trilyonlarca hücreleri, karar alma mekanizmasına sahip salgı bezleri, üstün teknolojiye sahip organları vardı.
İnsan vücudundaki mucizeleri anlatmaya kitaplar yetmez. Bugün ben sadece kemikler arasındaki mükemmelyağlama sisteminden bahsedeceğim. Kolunuzu ve bacağınızı oynatırken neden acı duymadığınızı hiç düşündünüz mü? Şimdi Rabbimizin bizim bedenimizde yarattığı bu mucizeyi öğrenmek için resimlerimize bakalım.
 
kemikler 1kemikler 2kemikler 3kemikler 4

İslam geldiğinde Hıristiyanlığın ve Museviliğin hükmü kalktı mı?


İslam geldiğinde Hıristiyanlığın ve Museviliğin hükmü kalktı mı?
Elimden geldiği kadar dinimizle ilgili merak edilen soruları cevaplamaya çalışıyorum. Bu sorulardan biri de şöyle: “İslam geldiğindeHıristiyanlık ve Museviliğin hükmü kalkmış mıdır?”
Tabii ki bu soruya Kuran ile cevap vermek gerekir. Kuran’a göre İslam geldiğinde Hıristiyanlığın ve Museviliğin hükmü kalkmaz. Kuran’a ehli kitaba yönelik birçok ayet vardır. Bu ayetlerde Müslümanların diğer dinlerden olan insanlarla (ehli kitap) nasıl yaşayacaklarına değinilir. Allah Kuran’ı kendisinden önce gönderilen kitapları doğrulayıcı olarak gönderdiğini şöyle bildirir:
O, sana Kitab’ı hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat’ı veİncil’i de indirmişti. (Ali İmran Suresi, 3)
Bu ayette kitap olarak belirtilen Kuran’dır. Kuran, kendisinden önce gönderilen Tevrat ve İncil’i doğrulayan kutsal bir kitap olarak indirilmiştir.
Bundan (Kur’an’dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (Ali İmran Suresi, 4)
Kuşkusuz bir Müslüman’ın sorumluluğu kendisine indirilen Kuran’dan önceki kitaplara da iman etmesidir.Peygamberimizden önce gönderilen peygamberlere de inanmasıdır. Tevrat ve İncil’de geçen ve Kuran’a mutabık olan her söz Müslümanlar için geçerlidir. Bizler buradaki sözleri de anlamalı ve tefekkür etmeliyiz. Ama burada önemli olan bu sözlerin Kuran’a tam anlamıyla uygun olmasıdır. Çünkü bildiğiniz gibi Tevrat ve İncil tahrif edilmiş (bozulmuş) kutsal kitaplardır. Bu yüzden Müslümanlar bu kutsal kitaplarda ancak Kuran’la aynı kısımları kabul edebilirler. Onun dışında Tevrat’ın ve İncil’in tamamının doğru olduğunu kabul etmek mümkün değildir.
Kuran’da kitap ehlinin övüldüğü çok fazla ayet vardır.
Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Ali İmran Suresi, 199)
Bu ayette Allah Hıristiyan ve Musevilerden Allah’a, Kuran’a, Tevrat’a ve İncil’e derin bir saygıyla inananların olduğunu söylüyor. Bu insanlar kitap ehli olmalarına rağmen hem Kuran’a uyuyorlar, hem de peygamberimizi son peygamber olarak kabul ediyorlar.
Kuran ve Tevrat’ın okunması ile ilgili peygamberimizin şöyle bir hadisi var:
“Al-Hafız el-Zehebî kaydediyor ki, Yahudilikten İslâmiyet’e dönen Abdullah İbn Selâm Hz. Peygamber (sav)’e geldi ve ona ‘(Dün gece) Kuran’ı ve Tevrât’ı okudum’ dedi. O da cevap verdi, ‘Bunu bir gece oku ve diğerini de bir başka gece oku’.” (Al-Thalabi, Al-İman al-Thalabi Tathkarar al-Huffadh, 1 Cilt, s. 27)
Bizler Müslümanlar olarak Allah’ın diğer dinlerden olan insanlara nasıl bir kutsal kitap gönderdiğini merak ederiz. Tabii ki Müslümanların önce kendi kutsal kitapları olan Kuran’ı çok iyi bilmeleri gerekir. Daha sonra Tevrat’daki ve İncil’deki Kuran’la mutabık olan sözlerden yararlanabilir, güzel ahlak öğütlerini tefekkür edebilir.
Kuran’da kitap ehli ile ilgili Rabbimizin indirdiği birkaç ayet şöyledir:
De ki: “Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.” (Ali İmran Suresi, 64)
Onların hepsi bir değildir. kitap ehli’nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. (Ali İmran Suresi, 113)
İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, kitap ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46)

Modern İslam deyince ne anlamalıyız?


Modern İslam deyince ne anlamalıyız?
Modern İslam konusunu çok fazla soranlar var, çok farklı yorumlayanlar var. Ya da hem dindar olunup hem de modern olunamayacağını düşünen insanlar var. O yüzden bu konuda insanlardan gelen bazı soruları cevaplamakta fayda var.
Bende yazılarımda bildiğiniz gibi sürekli yobazların anlattığı ve insanlara dayatmaya çalıştığı dinin gerçek dinimiz olmadığını anlatıyorum. Peki modern İslam deyince ne anlamalıyız? Şimdi bu soruya cevap verelim. Modern İslam demek İslam’ın modernize edilmiş hali demek değildir. Bazı kişiler İslam’ı faklı, modern İslam’ı farklı anlıyorlar. Halbuki bizim modern İslam diye anlattığımız peygamberimizin ve sahabelerin yaşadığı İslam’dır ve yalnızca Kuran’a dayanır. Peygamberimizin ve sahabelerin döneminden sonra insanlar birtakım hurafelerle peygamberimizin döneminde yaşanan o güzel ruhu, Kuran’daki güzel yaşamı değiştirmeye çalıştılar. Bu şekilde de Kuran’da olmayan, İslam ile taban tabana zıt, çok farklı bir din anlayışı ortaya çıktı. Böylece bağnazlık dünyanın dört bir yanına İslam adı altında yayıldı.
Halbuki bağnazlık dediğimiz bu sistem Kuran’da anlatılan gerçek İslam ile taban tabana zıttır. Öncelikle bugüne kadar gelmiş geçmiş Müslümanlar içinde en modern olan Müslümanın peygamberimiz olduğunu söyleyelim. Kuran’a tam uymasıyla, nur gibi yüzüyle, tertemiz olmasıyla, sevgi dolu olmasıyla, güzel ahlakıyla, bir ortama girdiğinde heybetiyle, hikmetli konuşmasıyla, asaletiyle, güzel kıyafetleriyle, görgüsüyle tüm Müslümanlara örnekti. Peygamberimiz yaşadığı dönemde yalnızca Kuran’ı uyguladı, o dönemde ne mezhepler vardı, ne de başka uygulamalar vardı. Peygamberimiz bu dönemde de yaşasaydı en modern Müslüman olurdu.
Modern Müslüman dediğimizde gerçek anlamda samimi bir Müslümandan bahsediyoruz. Bu Müslüman Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşar, Allah’ın kendisine çizdiği ve Kuran’da belirttiği bütün helalleri, haramları uygular, fakat  bunları en kaliteli, en nezaketli, en klas tavırlarıyla gösterir. Üzerinde hiçbir basitlik yoktur. Tam anlamıyla sevgi doludur, şefkatli ve merhametlidir, çok güzel ahlaklı ve nezihtir.
Yaşadığımız bu dönemde İslam’ın modernize edilmesi, ya da reforme edilmesi söz konusu değildir. İslam’ın hurafelerden arınması ve temizlenmesi mevzu bahistir. Bu da ancak peygamberimizin yaşadığı ve anlattığı Kuran’a dayalı islam’ın tüm dünyaya tebliğ edilmesi ile gerçekleşir.
Bağnaz zihniyete baktığımızda bu sözde İslam olarak dayatılan dinin tamamen hurafelerle dolu, batıl ve şeytani bir din olduğunu da muhakkak belirtmek gerekiyor. Çünkü Kuran’da yaşanan İslam’da göre demokrasi ve fikir özgürlüğü vardır. İnsanların hayat şekillerine hiç karışılmadan, müdahale edilmeden, hangi kesimden olursa olsun, komünisti de, Hıristiyan’ı da, Musevi’yi de tam olarak kıcaklayan, onların yaşama haklarını koruma altına alan bir ahlak vardır. Kuran’da hiçbir şekilde baskı yoktur. Tam tersine herkes serbest bırakılmıştır, dinde zorlama yoktur. İnsanlar hangi görüşte ve nasıl yaşamak istiyorlarsa diledikleri gibi yaşayabilirler. Din tebliğ edilir, Kuran’a göre İslam’ın nasıl yaşanması gerektiği anlatılır, ama seçme hakkı tamamen insanların kendisine kalmıştır.
Modern İslam’da fikir özgürlüğünün ve demokrasinin tam anlamıyla yaşandığını görüyoruz. Modern İslam dediğimizde şu anda üniversite gençliğinin ya da batı dünyasının İslam’a olan bakış açısını tamamen kaldıracak bir sistemle karşılaşıyoruz. Şu anda batıda hızla yayılan İslamafobi bağnazlığın tamamen ortadan kalkmasıyla ve hurafelerin dinimizden temizlenmesiyle son bulacaktır. Batı dünyası terörizmle İslam arasında en ufak bir bağlantı olmadığını bu şekilde anlayacaktır.
Şu anda Ortadoğu’da İslam adı altında korkunç bir vahşetin yaşandığına şahit oluyoruz. Mezhep kavgaları yüzünden Müslüman Müslüman kardeşini hiç düşünmeden öldürüyor. Başka dinden olanların katli vacip görülüyor. Müslüman ülkelerde yaşanan bu katliamlar  tüm dünyaya din adına yapılmış gibi gösteriliyor. Bu tamamen Kuran ile çelişen bir durumdur. Kuran’da Allah bir ayetinde “Sizin dininiz size, benim dinim bana” der. (Kafirun Suresi, 6) Böylelikle Müslüman’ın başka bir insana din adı altında hiçbir şekilde dayatma yapamayacağı Kuran’da bildirilir.
Sonuç olarak bağnazların dinimize ne kadar zarar verdikleri ortadadır. Kendi sevgisizliklerini, kendi öfkelerini, kendi basitliklerini, kendi kirli hayatlarını dünyaya gösterip “Müslüman dindar böyle olur” dediler.  Onlara göre kadın baskı altına alınmalıydı, çalışmamalıydı, hor görülmeliydi, evden çıkmayıp eşine hizmet etmeliydi. İbadetler yüzlerce hurafe uydurularak iyice zorlaştırıldı. Başka dinden olanlar tamamen düşman olarak görüldü. Halbuki bu uydurulan yüzlerce hadisin Kuran ile uzaktan yakından alakası yoktu. Kuran kadını yüceltir, sevgiyi ve şefkati esas alır, kadına baskı yoktur. İbadetler son derece kolaydır. Haramların sayısı birkaç tanedir, yobazların uydurduğu gibi yüzlerce değil. Diğer dinden insanlarla evlenilebilir, onların sofralarında beraber yemek yenir. Kuran’da savaş anında bile esirlere mükemmel bir ahlak gösterilmesi bildirilir, Müslümanlar esirlere kendi yemeklerinden yedirip onları güvenliğe ulaştırmakla yükümlüdürler.
Allah Kuran’da bağnazların kendi elleriyle yazdıkları haramlara ve helallere dikkat çeker. Bu yüzden müminler bu konuda çok dikkatli olmalılar ve çevrelerindeki insanlara gerçek dinimizin Kuran olduğunu mutlaka anlatmalılar. Bu şekilde çok daha fazla insanın İslam’ı tanımasına ve iman etmesine vesile olurlar.
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Nahl Suresi, 116)

Evrimcileri yıkan soru: “Hayat nasıl başladı?”


Evrimcileri yıkan soru: “Hayat nasıl başladı?”
Evrimciler hayat nasıl başladı sorusu karşısında iyice köşeye sıkışıyorlar.

Evrimcileri yıkan soruların en başında “Hayat nasıl başladı?” sorusu gelir. Çünkü evrimciler bu soruya hiçbir mantıklı açıklama getiremezler. Bakın ünlü evrimci Richard Dawkins, Ben Stein ile yaptığı röportajda, dünyadaki hayatın kökenine nasıl değişik bir açıklama getiriyor. Dawkinsyaratılışı ve Allah’ı kabul etmemek için çok uzun zamanlar önce dünyamızı ziyaret eden uzaylıların dünyadaki yaşamın tohumlarını atmış olabileceklerini iddia ediyor! Yıllarca evrim teorisini savunan bilim adamı, evrim teorisinin çöküş aşamasına girmesiyle ne yapacağını şaşırarak, Allah'ı inkâr etmek için, bizi uzaylılar yaratmış olabilir demeye başladı. Aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
Aslında evrim teorisi daha yolun en başında, yani “hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında çökmüştür.Fosiller veya türlerin oluşumu hakkında sayısız spekülasyonlar yapan, sayfalarca hikâyeler anlatan evrimciler, “Hayat nasıl başladı?” sorusu karşısında hayali senaryolar dahi üretemeyerek, tamamen sessizliğe bürünmektedirler. Çünkü tek bir protein molekülünün dahi kendiliğinden, tesadüfler sonucunda nasıl meydana geldiğini açıklamalarına imkân yoktur; cansız moleküllerin nasıl olup da canlı bir organizmaya dönüştüğü sorusuna verebilecekleri bir yanıt bulunmamaktadır.
Evrimcilerin en güvendikleri kaynak olan Nature dergisinin online sayfasında, 13 Şubat 2012 tarihli, Brian Switek imzalı bir yazıda bu çaresizlikleri şöyle ifade edilmektedir:
Hayatın nasıl başladığı doğanın en kalıcı gizemlerinden biridir. Fosiller ve biyolojik ipuçlarına bakarak bilim adamları ilk hücrenin yeryüzünde dört milyar yıl önce ortaya çıktığını tahmin etmektedirler.  Ancak ortaya çıkışlarını tam olarak neyin katalize ettiği konusu anlaşılmaz kalmıştır.
Hayatın kökenine dair araştırmalar yapan bilim adamları, yaklaşık 50 yıl önce ilk başarısız deneyini gerçekleştiren Stanley Miller’dan daha fazla bilgi edinmiş değiller.
Fizik profesörü ve yazar Paul Davies bu konuya Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması adlı kitabında şöyle yer vermektedir:  
Bu kitabı yazmaya başladığımda bilimin hayatın kökeni gizemini çözmeye yaklaştığına inanmıştım… Fakat bu alanda bir-iki sene araştırma yaptıktan sonra şu anda anlayışımızda müthiş büyük bir boşluk olduğu kanaatindeyim… Anlayışımızdaki bu boşluk sadece belli teknik detaylar hakkındaki cehaletimiz değil; önemli bir kavramsal boşluk. 1
Colorado State Üniversitesi’nden hücre biyoloğu Franklin Harold da hayatın kökeni konusunun “bilimin çözülmemiş gizemlerinden” biri olduğunu söylemektedir. 2
Harvard Üniversitesi biyologlarından Andy Knoll ise, hayatın kökeninin evrim teorisi ile açıklanamadığını şöyle kabul etmektedir:
Eğer Yeryüzündeki yaşamın derin tarihi, kökeni, bugün çevremizde gördüğümüz biyolojiyi oluşturan aşamalar hakkında bildiklerimizi özetlemeye çalışırsak, burada net bir görüntümüz olmadığını itiraf etmek durumundayız sanırım. Yaşamın bu gezegen üzerinde nasıl başladığını bilmiyoruz. Tam olarak ne zaman ve hangi koşullar altında başladığını bilmiyoruz. 3
Bu açıklamalar, konuyu gazetelerden veya TV programlarından takip eden insanları şaşırtmaktadır. Çünkü insanların büyük bir kısmı, hatta bunun içinde bilim adamları da bulunmaktadır, evrim teorisinin hayatın kökenine dair bir açıklaması olduğunu zannetmektedir. Hatta haber programlarında veya gazete köşelerinde fikirlerine yer verilen, evrim teorisini ateşli bir şekilde savunan bazı “acemi evrimciler”, evrim teorisinin ilk canlılığın nasıl oluştuğunu açıkladığını iddia etmekte, hatta bunun örneklerini laboratuvarda her gün gördüklerini söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler. İşte bu kişiler, hiçbir bilimsel delile dayanmadan, evrim teorisini körü körüne, ideolojik nedenlerle savunan, bilim ve akılcılıktan uzak kimselerdir. Oysa evrim teorisinin,  cansız atomların nasıl olup da canlandığına, canlı organizmalara nasıl dönüştüklerine dair en küçük bir açıklaması yoktur. Evrimciler de bunu gayet iyi bilmekte, ancak büyük çoğunluğu bu gerçeği itiraf edememektedir. Özellikle Türkiye’deki evrimciler uğradıkları hezimetin şiddetiyle, tamamen gerçekten uzak iddialarla teorilerini savunma gayretine girmektedirler.
Paul Davies, halkın bu gerçekten neden habersiz olduğunu, bilim adamlarının evrim teorisinin hayatın kökenini açıklamaktan çok uzak olduğunu neden ifşa etmediklerini şöyle açıklamaktadır:
Kapalı kapılar arkasında kafalarının karıştığını açık açık kabul etmelerine rağmen pek çok araştırmacı halka hayatın kökeninin hala anlaşılamadığını söylemekten rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlıklarının iki nedenden kaynaklandığı görülüyor. Öncelikle bunun dini açıklamalara kapı açtığını hissediyorlar. İkincisi cehaletlerini açık açık kabul ederlerse ellerindeki fonları kaybedeceklerinden endişeleniyorlar.  
Davies’in de belirttiği gibi, cansız atomların şuursuzca, tesadüfler sonucunda bir araya gelerek canlılığın en küçük yapıtaşları olan proteinleri dahi meydana getirmelerinin imkânsızlığının farkında olan evrimciler, hayatı üstün bir Akıl ve İlim sahibi olan Allah’ın yarattığı gerçeğini gizleyebilmek için yaptıkları araştırmaların başarısızlıklarını insanlardan saklamaktadırlar.
Darwin de, Türlerin Kökeni adlı kitabında sözde türlerin birbirlerine nasıl evrimleştiklerine dair spekülasyonlar üretmiş olmasına rağmen, ilk canlılığın nasıl başladığına dair spekülasyon dahi üretememiş, hayatın kökeniyle ilgili bir kitap veya makale yazmamıştır.
Darwin’den sonra da hiçbir evrimci canlılığın ilk olarak nasıl başladığını, ilk hücrenin, hatta ilk proteinin dahi tesadüfler sonucunda kendiliğinden nasıl oluşabildiğine dair bir açıklama getirememiştir.
Günümüzde evrim teorisinin en önde gelen savunucularından olan Richard Dawkins dahi, ilk proteinin tesadüfen oluşmasının elbette ki imkansız olduğunu itiraf ederek, yaşamın uzayda bir yerde, ÜSTÜN BİR AKIL tarafından yaratıldığını söylemektedir.
Bir bilim adamının, proteinler gibi olağanüstü komplekslikteki bir Yaratılış harikasını “uzaylıların yaptığı” gibi akıl almaz bir iddiayla ortaya çıkması, elbette ki bilim dünyası açısından içler acısıdır. Fakat çok daha mantıksız bir iddianın, tesadüflerin savunuculuğunu yapmaktansa, canlı varlıkların uzayda üstün bir akıl tarafından var edildiği iddiasını savunmak, Dawkins’in gözünde de evrim teorisinin bittiğinin göstergesidir. Zaten eldeki muhteşem Yaratılış delilleri karşısında hala evrim teorisini savunuyor olmak aklı başında ve dürüst bir insan için mümkün değildir.
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en Yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 27)
Kaynaklar:
1. Paul Davies, Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması (New York: Simon & Schuster, 1999), s. 17-18
2. Franklin Harold, The Way of the Cell:Molecules, Organisms, and the Order of Life (New York: Oxford University Press, 2001), 235.
3. Andy Knoll, PBS Nova Interview, May 3, 2004 http://www.pbs.org/wgbh/nova/evolution/how-did-life-begin.html