28 Aralık 2014 Pazar

Kuran’a göre zina edenler öldürülmeli mi?


Kuran’a göre zina edenler öldürülmeli mi?
Yobazların uydurduğu sahte hadislerden biri de zina edenlerin öldürülmesidir, Kuran'da ise böyle bir ceza yoktur.













Bağnaz zihniyetinKuran ile nasıl çeliştiğini anlatan yazılarıma bugün de devam etmek istiyorum.Yobazlar o kadar çokhurafeuydurmuşlar ve bu hurafeleri o kadar çok yaymışlar ki, insanlar gerçek İslam ile bu uydurma dini tamamen karıştırır olmuşlar. Oysa Kuran bunların dünyaya dayattıkları sahte din ile taban tabana zıt, sevgi üzerine, barış üzerine, merhamet üzerine kurulmuş bir dindir. Yobazlar kendi karanlık, korkunç, acımasız dünyalarını hurafelere yansıtmış böylece insanların korkuyla uzaklaştıkları sahte bir din yaratmışlardır.
Yobazların uydurduğu sahte hadislerden biri de zina edenlerin öldürülmesidir, sahte hadiste şöyle bildirilir:
Zina edenleri öldürün. (1623-Tirmizî] [1601)
Evliyken zina edenleri taşlayarak (recmederek) öldürün. (1111-Buhârî] [1606-Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud-Nesai-İbn Mace)
Bu sahte hadisler, Tevrat’ta geçen zina edenin taşlanarak öldürülmesi hükmünün Müslümanlığa dâhil etmek ve recm (taşlama) gibi bir vahşeti makul göstermeye çalışmak adına uydurulmuştur.Söz konusu uydurmayı, hadis literatürüne dahil edebilmek için bir kısım sözde alimler, başka sahte hadisler uydurmaktan geri kalmamışlardır. Aşağıda birkaç örneğini göreceğiniz bu hadisler, recm cezasını makul gösterebilmek için Peygamber Efendimiz’e, halifelere ve sahabelere yöneltilmiş iftiralarla doludur:
 “Zina yapan evlilerin taşlanarak öldürülmelerini emreden ayet Hz. Ayşe’nin döşeğinin altındaki sayfada yazılı bulunuyordu. Peygamber ölünce Hz. Ayşe onun gömülme işlemleri ile meşgulken, evin açık kapısından içeri  giren bir keçi, o sayfayı yedi. Böylece taşlayarak öldürme cezası Kuran’dan çıktı. Ama hükmü devam etmektedir.” (İbn-i Mace 36/194; Hanbel 3/61,5/131)
“Keçinin yemesi sonucu Kuran’dan çıkan taşlama ayetini Ömer Kuran’a tekrar sokmak istedi; ancak halkın dedikodusundan korktuğu için cesaret edemedi” (Buhari 53/5; 54/9; 83/3; 93/21; Muslim, Hudud 8/1431; Ebu Davut 41/1; Itkan 2/34).
“Cenab-ı Allah Muhammed (s.a.s)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah  recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır.” (Müslim, Hudûd, 15)
Halife Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde birçok sahabe bulunan cemaatten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir.  (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097)
İslam’a, Kuran’a Peygamber Efendimiz’e ve sahabelere yöneltilmiş sayısız iftiralarla dolu olan yukarıdaki uydurma hadisleri şimdi detaylı inceleyelim:
Öncelikle Allah ayetleriyle, Kuran’ın İlahi koruma altında olan bir kitap olduğunu açıkça ifade etmiştir, Kuran hiçbir şekilde değiştirilmemiştir, ekleme ve çıkartma yapılmamıştır, Kuran’ın tamamı Allah tarafından korunmuştur.
Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz. (Hicr Suresi, 9)
Elbette bu, bir Kur’an-ı Kerim’dir. Saklanmış-korunmuş bir Kitap’ta (yazılı)dır. (Vakıa Suresi, 77-78)
Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Biz’e ait (bir iş)tir. (Rahman Suresi, 17)
Allah açıkça Kuran’ın koruyucusu olduğunu, ayetleri bir araya getirip onları saklayanın Kendisi olduğunu ayetlerinde belirtmiştir. Son indirilen vahiy olan Kur’an’ın ilahi bir koruma altında olduğunu yine Kur’an’ın kendisinden öğreniriz. Zira Kuran son Kitap olduğu için kıyamete kadar insanların hidayet bulmasına vesile olacaktır. Bu nedenle de son vahiy Allah tarafından koruma altına alınmıştır.
Nitekim bunu Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz’e “Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.” (A’la Suresi, 6) ayetiyle vahyetmiştir. Bu ayetin de bildirdiği şekilde, Allah, Peygamberimiz’e okutulan hiçbir ayeti unutturmamıştır. Dolayısıyla Kuran’da unutulan veya eksik kalan bir ayet bulunması imkânsızdır.
Zina ile ilgili ayeti keçinin yemesi iddiasında ise Allah’ın ayetinde “saklanmış ve korunmuş” bir kitap olarak tarif ettiği Kuran’dan bir ayetin çıktığı, bir başka deyişle -Haşa- Allah’ın ayeti koruyamadığı iddia edilmektedir (Allah’ı tenzih ederim).Bu, başlı başına söz konusu ayetleri reddetmek, Allah’ın sözünden şüphe etmek ve dinden çıkmak anlamına gelir.
Dahası, uydurma hadisler ile Halife Hz. Ömer’e açık bir iftira yöneltilmektedir. Bu iftiraya göre, Hz. Ömer “Kuran’da olmayan bir hükmü biliyor, Kuran’da olmamasına rağmen Medine minberinde bunu bir ayet olarak açıklıyor, buna hiçbir sahabe karşı çıkmıyor, Hz. Ömer de dedikodudan “korktuğu” için bunu Kuran’a dahil edemiyor” gibi bir konuma getirilmektedir.
Kuşkusuz ki, Kuran’da olmayan bir hükmü “aslında bu Kuran’da vardı” diyerek Peygamberimiz’in halifesinin açıklıyor olması imkansızdır. Bu, Hz. Ömer’in, Kuran’ın korunmuş bir kitap olduğu gerçeğini reddettiği anlamına gelmektedir ki, bunun anlamı da Allah’ın hükmüne karşı gelmesi olacaktır (Hz. Ömer’i tenzih ederim). Bu kuşkusuz sahte hadislerle Hz. Ömer’e yöneltilmiş çok çirkin ve büyük bir iftiradır.
Bununla birlikte, Kuran’daki bir ayetin korunmadığına dair minberde yapılan açıklamaya hiçbir sahabenin karşı çıkmadığı belirtilerek sahabelere de büyük bir iftira yöneltilmektedir. Böylesine sapkınca bir iddiaya sahabelerin tümünün şiddetle ve hemen Kuran’dan delil göstererek karşı koyacakları açıktır.
Hz. Ömer’e söz konusu sahte hadislerle yapılmış bir diğer çirkin iftira ise, “Kuran’da olduğunu düşündüğü bir hükmü, dedikodudan çekindiği için açıklayamadığı” iddiasıdır. Bu, söz konusu hadisi uyduran sahte âlimlerin Allah’a, Peygamberimiz’e, halifelere ve sahabelere bakış açısının ne kadar çarpık ve korkunç olduğunu açıkça göstermektedir. Hz. Ömer, Peygamberimiz’i örnek almış, tüm hayatı boyunca Allah için yaşamış, bu uğurda çok çeşitli zorluklara göğüs germiş, Allah’a, Peygamber’e ve Kuran’a iman ve koruyuculuk konusunda ölümü göze almış salih bir Müslümandır. Hayatı boyunca kınayanın kınamasından, ölümden, savaşlardan, tehditlerden asla çekinmeyen, Allah’tan başka kimseden korkmayan bu üstün ve mübarek insanın “dedikodudan korktuğu için Kuran’dan çıkarılmış bir ayeti açıklamaktan çekindiği” izahı İslam ile alakası olmayan hasta bir beynin ürettiği kirli, iftira dolu bir açıklamadır.
Bağnazların mevzu hadislerle uydurduğu, zina ile ilgili ayeti keçinin yemesi iddiasında -Haşa- Allah'ın ayeti koruyamadığı iddia edilmektedir (Allah'ı tenzih ederim). Bu, söz konusu ayetleri reddetmek, Allah'ın sözünden şüphe etmek ve dinden çıkmak anlamlarına gelir.
Bütün bunların yanı sıra, zina konusunun hükmü Kuran’da oldukça detaylı bir şekilde açıklanmıştır ve recm adı verilen vahşet Kuran’da hiçbir şekilde yoktur. Eğer recm söz konusu sözde âlimlerin uydurmalarına göre Kuran’da var ise, zina konusunda iki farklı hüküm nasıl mümkün olmuştur? Elbette böyle bir şey olamaz. Bu da sahtekârlığın bir başka kanıtıdır. Bir sonraki yazımda Kuran’a göre zinanın hükmünü sizlere anlatacağım.
“Kuran’da kadın dövmeye izin var mı” başlıklı yazımı da bu linkten okuyabilirsiniz:
“Kuran’a göre içki içenler öldürülmeli mi” başlıklı yazımı bu linkten okuyabilirsiniz:

Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Affetmek sağlığa faydalı mı?


Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Affetmek sağlığa faydalı mı?
İnsan yaşadığı her olayın kaderinde olduğunu bilmeli ve Allah'tan razı olup affetmeyi seçmeli.

Kuran gerçekten de birçokmucizelerle dolu bir kitap. Tüm kâinatı yaratan Allah tarafından indirildiği için Rabbimiz bizlerin hem bedenen hem de ruhen tüm ihtiyaçlarımızı bilmiş ve Kuran’la bizlere en doğru yolu göstermiştir. Bu dünyada mutlu olmak, huzura kavuşmak, ancak Kuran’a uymakla mümkündür. Kuran birçok bilimsel mucize yer alırken birçok da insanın maneviyatını arttıracak, sağlığına iyi gelecek yollar gösterilir.
Kuran’da tavsiye edilen Kuran'da tavsiye edilen güzel ahlak özelliklerinden biri de "affedici ve bağışlayıcı olmak" tır.
Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)
Bir başka ayette Allah, "... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.
Kuran ahlakından uzak yaşayan kimseler için affetmek son derece zordur. Çünkü yapılan bir hata karşısında insanların çoğu hemen öfkeye kapılır. Ancak Allah müminlere affetmenin daha güzel bir davranış olduğunu bildirmiştir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir... (Şura Suresi, 40)
... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.  (Teğabün Suresi, 14)
Kuran'da "Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir." (Şura Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Dolayısıyla müminler affedici, merhametli, hoşgörülü davrananlar ve Kuran'da bildirildiği gibi onlar, "öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir." (Al-i İmran Suresi, 134)
Müminlerin affedicilik anlayışları, Kuran ahlakını yaşamayan kimselerinkinden çok farklıdır. Bazı kişiler, karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler de, bu kişilerin kalplerindeki kin ve kızgınlıktan kurtulmaları uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak şekildedir. Müminlerin affediciliği ise samimidir. Müminler insanın dünyada imtihan olan, hata yaparak öğrenen bir varlık olduğunu bildikleri için hoşgörülü ve şefkatlidirler. Ayrıca müminler, tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedebilirler. Affetme konusunda, hataları, büyük ya da küçük olarak ayırmazlar. Bir kimse hatayla büyük bir kayba sebep olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Allah'ın kontrolünde ve bir kader dâhilinde geliştiğini bilen müminler, bu tür bir olay karşısında tevekküllü davranır ve kişisel bir kızgınlık içine girmezler.
Yakın zamanda yapılan araştırmalarda Amerikalı bilim adamları, affetmesini  bilen insanların hem ruhen hem de bedenen daha sağlıklı olduklarını belirlediler. Stanford Üniversitesi'nde görevli bilim adamı Frederic Luskin ve ekibi, San Francisco şehrinde oturan 259 kişi üzerinde araştırma yaptı. Denek olarak katılan kişileri 6 kez 1.5 saatlik oturumlara çağıran bu bilim adamları, yaptıkları sohbetlerde affetmeyi öğretmeyi amaçladılar.
Deneye katılan kişiler kendilerine zarar veren kimseleri affettikten sonra, daha az acı duyduklarını belirttiler. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, affetmeyi öğrenen kişiler sadece duygusal olarak değil fiziksel olarak da kendilerini daha iyi hissetmektedirler. Örneğin deney sonucunda stresten kaynaklanan sırt ağrısı, uykusuzluk ve mide ağrısı gibi ruhsal ve fiziksel belirtilerin de bu kişilerde önemli ölçüde azaldığı tespit edildi.
Stanford Üniversitesi'nde Rehberlik ve Sağlık Psikolojisi alanında doktorası olan Frederic Luskin, Forgive for Good (İyilik için Affedin) adlı kitabının tanıtımında affetme ile ilgili olarak "Sağlık ve Mutluluk için Kanıtlanmış Bir Reçete" ifadelerine yer vermiştir. Bu kitapta affetmenin kızgınlık, acı, depresyon ve stresi azaltarak, umut, sabır ve kendine güven gibi olumlu ruh hallerinin yaşanmasını sağladığı anlatılmaktadır. Dr. Luskin'e göre, uzun süreli kızgınlık yaşanması insanların fiziksel sağlığı üzerinde de gözlemlenebilir olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Dr. Luskin konu ile ilgili şunları ifade etmiştir:
Uzun süreli veya devam eden öfkenin zararı, vücut içindeki termostatı sıfırlamasıdır. Eğer düzenli olarak düşük seviyede öfkeye kendinizi alıştırırsanız, neyin normal olduğunu ayırt edemezsiniz. İnsanların alışkanlığa çevirebileceği bir tür adrenalin hücumuna yol açabilir. Vücudu yakar ve sağlıklı düşünmeyi zorlaştırır, bu da durumu daha kötü bir hale getirir.
Ayrıca Dr. Luskin, vücut, öfke ve stres sırasında belirli enzimler salgıladığından, kolesterol ve tansiyonun yükseldiğini, bunların da vücudun uzun süreli maruz bırakılmaması gereken bir durum oluşturduğunu belirtmektedir.
Healing Currents Magazine dergisinin Eylül-Ekim 1996 sayısında yayınlanan "Affetme" adlı makalede ise, bir kişiye ya da olaya karşı duyulan öfkenin kişilerde olumsuz duygulara yol açtığı, ruhsal dengelerini hatta fiziksel sağlıklarını bozduğu belirtilmektedir. Aynı makalede kişilerin öfkeden dolayı yaşadıkları olumsuzlukları zaman içinde fark ettikleri ve bozulan ilişkilerini düzeltmek, problemleri halletmek için affetmeye karar verdiklerinden de bahsedilmektedir. Yaşadıklarından sonra, değerli zamanlarını ve hayatlarını öfkeyle geçirmek istemedikleri, bu nedenle kendilerini ve başkalarını affetmeyi seçtikleri de belirtilmektedir.
Öte yandan 1500 kişiyi kapsayan bir araştırmada, dinine bağlı kişilerde depresyon, stres ve akıl hastalıklarının daha az olduğu görülmüştür. Araştırmayı yürüten Dr. Herbert Benson, bu durumu dinlerin "affetme" duygusunu teşvik etmesine bağlamakta ve şunları ifade etmektedir:
"Dinler, insanlara diğer kişileri affetmeyi öğütler. Bu yüzden dini inancı olanlar, sorunlarını içlerinde biriktirmez ve hayatla daha kolay başa çıkar. Bu da depresyon ve stres gibi rahatsızlıklarla daha az karşılaşmalarını sağlar."
Harvard Gazetesi'nde yayınlanan "Öfke Kalbinizin Düşmanıdır" adlı makalede yer alan bilgilere göre öfke, kalp sağlığı açısından son derece zararlıdır. Tıp alanında asistan profesör olan Ichiro Kawachi ve meslektaşları, bu gerçeği çeşitli test ve ölçümlerle bilimsel olarak kanıtlamışlardır. Yaptıkları çalışmalar sonucunda aksi huylu yaşlıların, daha sakin yaşıtlarından üç kat daha fazla kalp hastalıkları riskine sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Kawachi'ye göre, "Yüksek seviyede kızgınlık ve nesneleri kırma ya da bir kişiye kavga sırasında zarar verme isteği bu riskleri artırmaktadır." Çünkü öfke sırasında stres hormonları artarak, kalp kaslarındaki hücrelerin daha fazla oksijen ihtiyacı duymasına ve kandaki trombositlerin yapışkanlığının artarak pıhtılaşmaya yol açmasına sebep olmaktadır. Bu da kalp sağlığını olumsuz etkilemektedir.Ayrıca öfkelenme sırasında kalp atışları normalin üstünde bir seviyeye çıkar ve damarlarda kan basıncının yükselmesine, dolayısıyla kalp krizi riskinin artmasına sebep olur.
Araştırmacılara göre öfke ve düşmanlık, kanda enfeksiyonla bağlantılı proteinlerin üretimini de tetikleyebilmektedir. Psychosomatic Medicine (Psikosomatik Tıp) isimli dergide, aşırı öfkenin enfeksiyona yol açan proteinlerin üretimini artırdığı, bunun da atardamarların sertleşmesine, dolayısıyla damar tıkanıklığına ve kalp krizine neden olduğu belirtilmiştir. Kuzey Carolina Bölgesi'ndeki Duke Üniversitesi'nden Asistan Profesör Edward Suarez'e göre, interleukin 6 (IL-6) proteini çok kızgın ve morali bozuk kişilerde normal seviyeden daha yüksek oranda bulunmaktadır. Kandaki yüksek IL-6 seviyesi ise atardamarların duvarlarında yağ birikimine, bu da damar tıkanıklığına yol açmaktadır. Sonuç olarak Suarez'e göre kalp hastalıkları, sigara kullanımı, yüksek tansiyon, şişmanlık ve yüksek kolesterol gibi faktörlerin yanı sıra depresyon, öfke ve düşmanlık gibi psikolojik durumlarla da yakından bağlantılıdır.
The Times'da yayınlanan "Öfke Kalp Krizi Riskini Artırır" adlı makalede, kolay öfkelenmenin kalp krizlerine kısa bir yol olduğu, strese öfkeyle tepki veren kişilerin, kalp hastalıklarına üç kat daha fazla, erken kalp krizine ise beş kat daha fazla yakalanma riski altında oldukları belirtilmektedir.8Maryland, Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesi'nden bilim adamlarının tespitlerine göre, çabuk sinirlenen kişiler, ailelerinde kalp hastalıkları geçmişi olmasa da risk altında bulunmaktadırlar.
Yapılan tüm araştırmalar göstermektedir ki öfkelenmek insanın en başta sağlığını ciddi şekilde bozan bir ruh halidir. Affetmek ise kişiye zor gelse de öfkenin getirdiği tüm olumsuzlukları ortadan kaldıran, kişinin hem fiziken hem ruhen sağlıklı bir yaşam sürmesine yardımcı olan güzel bir davranış şekli, üstün bir ahlak özelliğidir.Elbette ki affetmek, sağlıklı kalmaya vesile olan davranışlardan biridir ve herkesin yaşaması gereken olumlu bir özelliktir. Ancak affetmede asıl amaç herşeyde olduğu gibi Allah'ın rızasına uygun bir ahlakı yaşamak olmalıdır. Faydaları bilimsel olarak günümüzde tespit edilen bu ahlak özelliğinin Kuran'da pek çok ayetle bildirilmesi, Kuran'daki hikmetlerden sadece bir tanesidir.

Allah kavimleri helak eder mi?


Allah kavimleri helak eder mi?
Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

Öncelikle Allah’ın biz kullarına karşı çok ama çok şefkatli, merhametli, esirgeyen ve bağışlayan olduğunu tekrar söyleyerek bu yazıma başlamak istiyorum.
Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (Nur Suresi, 10)
Allah kullarına karşı bu kadar merhametliyken ve sürekli sayısız nimet bağışlarken gelmiş geçmişkavimlerden bazıları Allah’ın bu rahmetini görmezden gelmiş ve nankörce başkaldırmışlardır. Allah’ın gönderdiği elçileri yalanlamış, hatta bu elçileri öldürmeye kalkmışlardır. Allah Kuran’da başkaldıran, O’na ortak koşan, yeryüzünde haksız yere büyüklenen ve insanların mallarını haksızlıkla yiyen kavimlerden bahseder. Allah isyanla başkaldıran bu kavimlerin nasıl helak edildiğinden diğer insanların ibret almaları için şöyle bahseder:
Derken, hak (ettikleri cezaya karşılık) olmak üzere, o korkunç çığlık onları yakalayıverdi. Böylece onları bir süprüntü kılıverdik. Zulmeden kavim için yıkım olsun. (Mü'minun Suresi, 41)
Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud (halkı) gerçekten Rablerine (karşı) inkar etmişlerdi. Haberiniz olsun; Semud (halkına Allah'ın rahmetinden) uzaklık (verildi.) (Hud Suresi, 68)
İşte Biz, onların her birini kendi günahı ile yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Ankebut Suresi, 40)
İman eden (adam) dedi ki: Ey kavmim, ben o fırkaların gününe benzer (bir günün felaketine uğrarsınız) diye korkuyorum. Nuh Kavmi, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryat (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum. Arkanızı dönüp kaçacağınız gün; sizi Allah'tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz. (Mümin Suresi, 30-33)
Gönderilen tüm peygamberler kendi kavmini uyarmış, kıyamet gününü haber vermiş ve onları Allah'ın azabı ile korkutmuşlardır. Her peygamber ve uyarıcının hayatı bu gerçekleri anlatmakla geçmiştir. Ancak her defasında gönderildikleri toplumlar onları yalancılıkla, maddi çıkar elde etmeye çalışmakla ya da üstünlük peşinde koşmakla suçlamış ve onların anlattıklarını düşünmeden, kendi yaptıklarını yargılamadan uygulamakta oldukları sistemlerini devam ettirmişlerdir.
Bir kısmı daha da ileri giderek müminleri öldürmeye veya toplumdan sürmeye çalışmıştır. Peygambere iman edip, itaat eden müminlerin sayısı ise her defasında çok sınırlı olmuş ve Allah yalnızca peygamberleri ve ona inananları kurtarmıştır.
Aradan binlerce sene geçmesine ve mekânların, şekillerin, teknoloji ve medeniyetlerin değişmesine rağmen bahsedilen toplum yapısında ve inkâr sisteminde değişen pek bir şey yoktur;, dünya toplumlarından birçoğu, Kuran'da anlatılan kavimlerin tüm özelliklerini üzerinde barındırmaktadırlar.
Tartıda adaletsizlik yapan Semud Kavmi gibi bugün de sahtekâr ve dolandırıcılar azımsanmayacak sayılarda. Veya cinsel sapmaların doruğa ulaştığı Lut Kavmi benzeri toplumlar var. Ya da en az Sebe Halkı kadar Allah'ın nimetlerine nankör ve isyankâr, İrem Halkı kadar verilen zenginliğe şükretmeyen, Nuh Kavmi gibi itaatsiz ve müminlere karşı alaycı, Ad Kavmi kadar sosyal adalete önem vermeyen bir kitle, birçok toplumda önemli bir kesimi oluşturuyor.
Unutulmamalıdır ki, toplumlarda ne türlü değişiklik olursa olsun, teknolojik yönden ulaşılan seviye veya edinilen imkânlar, hiçbir önem taşımamaktadır. Bunlar, kimseyi Allah'ın azabından kurtarıcı değildir. Kuran'da bu gerçek şöyle hatırlatılır:
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri de onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Rum Suresi, 9)

Kuran’a göre içki içenler öldürülmeli mi?


Kuran’a göre içki içenler öldürülmeli mi?
Peygamberimiz sadece Kuran’a göre yaşamış ve Kuran’a göre hükmetmiştir. Peygamberin Kuran dışında helal ve haram koyma ve kaldırma yetkisi yoktur. Allah Kuran’daki hükümleri Kendisinin koyduğunu şöyle bildirir:
... (Bu Kur’an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin ‘çeşitli biçimlerde açıklaması’ ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)
Yobazlar ise kendi kafalarından yüzler dehurafe uydurarak İslam dinine binlerce haram sokmuşlardır. Bağnazların sahte hocalarla, uydurma hadislerle ve hurafelerle nasıl olmayan bir din yarattıklarını çok iyi anlamak lazım. Kendi uydurdukları bu sahte din gerçekten de çok dehşet vericidir. Bir radikalin aşırılığının göstergesi sadece bomba yüklenip kendisini patlatmasıyla sınırlı değildir. Bir bağnazın hayatının her anında korkunç bir zihniyet kendisini gösterir.Yaşadığı ortamdan ailevi yaşantısına, kadına bakış açısından tüm canlılara bakış açısına, temizlik anlayışından mutluluk anlayışına kadar her şey karanlıklarla doludur.
Bu yazı dizimi bu uydurmak hurafelerin hiçbirinin Kuran’da olmadığının bilinmesi için hazırlıyorum. Bu uydurma hadislerin hepsi Kuran’ın sevgi dolu, merhamet dolu, barış dolu ruhuna tamamen terstir. Bu uydurmalar, Müslümanlara daima zarar vermiştir. İşte bu nedenle hurafeler açıkça deşifre edilmeli ve böylelikle bu tehlikeye nasıl tedbir alınacağı belirlenebilmelidir.
İçki içenlerin öldürülmesi tamamen yobazların uydurduğu hurafelerden biridir. Kendi uydurukları hadiste şöyle bildirilir:
İçki içmede beşinci kez ısrar edenleri öldürün.”  (1643-Ebû Dâvud-Tirmizî)
Kuran’da asla olmayan bu hüküm işte bu hurafe ile İslam’a dâhil edilmiştir. Oysa Kuran ayetlerinde, içki içiyor olduğu halde Müslüman olan hatta ibadetlerini yerine getiren kişilerin varlığından bahsedilmiştir. Ayette şöyle belirtilir:
Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de –yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın.  (Nisa Suresi, 43)
Bu ayette önemli bir hüküm vardır. Bir Müslüman içki içerek günaha girmiş olur ama İslam’dan çıkmaz, kâfir olmaz. Ayetteki açık ifadeye göre, Müslümanlar arasında da bir hata olarak, içki içenler olabilmekte fakat onlara namaz kılarken ayık olmaları öğütlenmektedir. Namaz gibi güçlü bir konsantrasyon gerektiren, kişinin Allah’ı zikrederken ne söylediğini bilmesi ve anlaması gereken bir ibadette Allah, dikkat dağınık olacağı için sarhoş bir kişinin o anda namazı kılmasına yasak getirmiştir. Fakat ayetin belirttiği şekle göre, sarhoşluk durumu geçtikten, yani kişi ayıldıktan sonra tekrar namaz ibadetine geri dönmektedir. Yani her hâlükârda bu kişi bir Müslümandır.
Kuran, böyle açık bir hüküm ile insanlara hata yapsalar bile dinden çıkmadıkları mesajı vermişken, uydurma hadisin sahte hükmü ise bir cinayeti tarif etmektedir. Sorun şu ki, radikal dünyada pek çok kişi, bu hadisi ezbere bilirken, Kuran’daki gerçek hükmü bilmezler bile.
Söylediğim gibi yazılarımda yobazların uydurduğu dinin Kuran ile ve gerçek İslam ile hiçbir şekilde bağdaşmadığını sizlere anlatmaya devam edeceğim.
“Kuran’da kadın dövmeye izin var mı” başlıklı yazımı da bu linkten okuyabilirsiniz:

Ölümden kaçmak, ölümü unutmaya çalışmak...


Ölümden kaçmak, ölümü unutmaya çalışmak...
Ölüm bir yokoluş değildir, sonsuza kadar sürecek bir hayatın görünmeyen kapısının açılmasıdır.

Evet nasıl bu dünyaya gözlerimi açtığım bir an varsa o gözlerimi kapatacağım bir anda var. Bugün mü olur, yarın mı olur, yoksa yıllar sonra mı olur bilmiyorum. Evet yazımın başlığı “ölümden kaçmak ve ölümü unutmaya çalışmak”. Çünkü birçok insan sanki ölüm yokmuş gibi yaşıyor, var gücüyle ölümü unutmaya çabalıyor. Hâlbuki ölüm hepimizin hiçbir şekilde kaçamayacağımız bir gerçek. Er ya da geç ölüm anımızla buluşacağız. Ölüm iman eden insanlar için ise korkulacak bir an değil tam tersine müthiş güzelliklerin, sonsuz mutluluğun başlayacağı bir an, bunu çok iyi biliyoruz.
Hâlbuki birçok kişi ölümden o kadar korkuyor ki... Çünkü ölümü adeta bir yok olma gibi görüyor. Mezarda çürüyeceğini düşünüyor. Her şeyini, bedenini, sevdiklerini, yaşamını bir anda kaybedeceğini düşünüyor.İmansız bir ruh hayatın yalnızca dünyadan ibaret olduğunu zannediyor. Ve bunun için de ölesiye dünyaya yapışıyor. Dünyayı o kadar çok seviyor ki, her ne olursa olsun asla bırakmak istemiyor. Bin yıl yaşasa bin yıl daha isteyecek ve kuşkusuz o da ona yetmeyecek…
Oysa ölüm hayal olan bir hayatın bitip sonsuza kadar sürecek olan gerçek hayatımızın başlangıcıdır. Peygamberimiz “insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” diyor. İmanlı bir insan için ölüm adeta çok güzel bir hediye. Yıllardır büyük bir özlemle, aşkla, sevgiyle beklediğimiz Allah’a kavuşma vaktidir ölüm. Benim için de öyle. Bende bu dünyada Allah için yaşayıp, Allah için tebliğ yapıp, Allah için nefesimin son anına kadar salih amellerde bulunmak istiyorum. Ve kaderimde yine O’nun belirlediği vakitte yine O’nun izniyle Allah’a ve cennete kavuşmak istiyorum.
Biliyorum ki bu dünya çok eksik, biliyorum ki bu dünya çok zor, biliyorum ki bu dünya imtihanlarla dolu. Bu dünyanın en güzel yanı iman dolu bir kalple yaşamak, Allah için çabalamak, imtihanlara güzellikle sabretmek, sürekli tebliğ yapmak ve daima “Rabbim ne yaparsa en doğrusunu yaratır, her olayda hayır ve hikmet vardır” demek.
Yoksa cennetten bakıldığında bu dünyanın ne kadar eksik, köhne, puslu bir yer olduğunu görebiliyorum ben. Cennet bahçeleriyle, cennet sokaklarıyla, cennet köşkleri ve sofralarıyla, cennet kıyafetleriyle kıyaslandığında dünyanın ne kadar kötü kaldığını hissedebiliyorum ben. Ve tüm müminlerin gerçek yurdu olan cenneti çok özlüyorum. Oradaki samimi sohbetleri duymak, sahabeleri, dünyalar güzeli peygamberleri görmek istiyorum.
Ölümden sonraki hayatı bilmeyenler ise dünyaya yapışıp kalıyorlar. Hırsla tüm zevkleri tüketmeye çalışıyorlar ama bir türlü mutlu olamıyorlar. Bilmiyorlar ki imansız bir kalp dünyada mutlu olamaz, bilmiyorlar ki Allah’ı unutan bu dünyada huzur bulamaz.
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip- yok ettiniz, onlarla yaşayıp- zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
İmanlı bir kalp ölümü aşkla ve şevkle bekliyor, imansız bir kalp ise ölümden sürekli kaçıyor, işte gerçek bu. İster kaçın, ister unutmaya çalışın ölüm melekleri görevlerini yapmak üzere çoktan hazır bir şekilde bekliyor. Kimimiz için bir saniye sonra, kimimiz için ise yıllar sonra. Ölümü unutmak, hiç akla getirmemek, ahireti terk edip dünyaya dalmak, Allah’ı unutmak çok büyük akılsızlıktır ve sonu çok büyük bir pişmanlıktır. Her insan ölüm anı gelip de ölüm melekleri karşısına geldiğinde bu söylediklerimin çok doğru olduğunu anlayacaktır. Unutamayın ki ölümü unutan insan yalnızca ve yalnızca kendisini kandırır. Ölümle birlikte hayat ve ahiret arasında aşılmaz bir duvar örülecek ve artık geriye dönüş asla mümkün olmayacaktır. Bu yüzden dünyaya kapılmak yerine kalbinizi imanla doldurun, dünyanın geçiciliğini fark edin ve büyük bir şevkle sonsuz hayatınızı bekleyin. Eğer imanla bu dünyayı terk ederseniz karşılaşacağınız cennetin güzelliği ve ihtişamı karşısında sizin de soluğunuz kesilecek ve sizin de dudaklarınızdan “Rabbim sana şükürler olsun, bana bu sonsuz güzelliği bağışladığın için” sözleri dökülecek…
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Ali İmran Suresi, 185)
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Allah onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 89)

Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Kuran’da kan neden yasaklanmış?


Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Kuran’da kan neden yasaklanmış?
Kuran tek bir kelimesi bile değiştirilmemiş mucize bir kutsal kitaptır. Allah’ın tüm insanlığa rahmetidir. Kuran’ın yolunu izleyen daima doğruyu bulur. Kuran’ın içine birçok mucize gizlenmiştir. Bunların kimisinin hikmeti anlaşılmıştır. Kuşkusuz birçoğu da anlaşılmayı beklemektedir. Kuran’da Allah birçok hikmete binaen insanları bazı şeylere yönlendirir ve bazı yasaklar koyar. Bu emirleri, yasakları incelediğimizde aslında bunların ne kadar hikmetli olduğuna dair katlamalı mucizelerle karşılaşırız.
Bildiğiniz gibi Kuran’da elle sayılacak kadar, çok az haram var. Bu haramlardan biri de Allah’ın insanlara “kanı” yasaklamış olmasıdır. Şimdi bu emirin hikmetlerine bakalım ve bir Kuran mucizesine daha şahit olalım. Ayette Allah şöyle buyuruyor:
O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Bakara Suresi, 173)
Allah'ın kanı insanlara haram kılmasının hikmetleri 20. yüzyıl bilgileri ile ortaya çıkmıştır. Kan sindirim esnasında emilen protein, şeker, yağ gibi maddelerle, vitamin, hormon ve oksijeni hücrelere taşıyarak canlılığın devamını mümkün kılar. Diğer taraftan vücuttan atılması gereken çeşitli zehirli maddeler, zararlı atıklar da kan yoluyla taşınır. Bu bakımdan kanın en önemli görevlerinden biri de üre, ürik asit, keratin ve karbondioksit gibi hücrelerden gelen atıkları taşımaktır.
Dolayısıyla belirli miktarda kan içilmesi durumunda, kan yoluyla taşınan bu zararlı maddelerin vücuttaki seviyeleri çok yükselir. Bu da kan vasıtasıyla böbreklere taşınan ve idrarla dışarı atılan zararlı maddelerin -"üre"- miktarını arttırır. Bu durum komaya kadar gidebilecek beyin fonksiyonu bozukluklarıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle sağlıklı bir hayvandan alınsa bile, kanda zararlı bileşenler -kanın görevi itibariyle- daima bulunur. Hasta bir hayvandan alındığı takdirde ise, çeşitli parazitler ve mikroplar da kan yoluyla taşınmış olur. Bu durumda, mikroplar kişinin kanında çoğalarak, tüm vücuda yayılabilir. Nitekim asıl tehlike unsuru olan da bu yönüdür. Bir insanın kan içmesi durumunda, tüm mikroplar ve atık maddeler kişinin vücuduna yayılarak, böbrek yetmezliği, karaciğer koması gibi hastalıklara yol açacaktır. Bunların yanı sıra kanla taşınan mikropların çoğu mide ve bağırsak duvarlarına zarar vererek daha pek çok hastalığa neden olabilecektir.
Öte yandan kan steril bir ortam değildir; diğer bir deyişle mikropların gelişmesi için uygun bir ortamdır. Mikroplar kanda çok iyi beslenme imkânı buldukları için çoğalmaları açısından uygun koşullara sahiptir. Kan, vücuttaki diğer sıvıların fonksiyonları ve bağışıklık sistemi ile tam olarak dengelendiğinde, vücut mikroorganizmaların yaşamına -dolayısıyla hastalıklara- destek vermez. Sağlıklı bir kişide, bu mikroorganizmalar vücut içerisinde karşılıklı olarak birbirlerinden faydalanarak ortak bir yaşam sürerler.Ancak bu ortamda ciddi bir değişiklik olduğunda, diğer bir ifadeyle vücudun iç dengesi bozulduğunda, uygun ortam bulduklarında hastalıklara sebep olabilecek mikroorganizmalara dönüşebilirler.
Örneğin kanın pH (asit ve baz dengesi) değeri zayıf beslenme veya zararlı kimyasalların etkisiyle, fazla asidik veya fazla alkali olursa, zararsız mikroplar hastalıklara sebep olacak şekilde biçim değiştirebilirler. Kaldı ki vücudun sağlıklı olması için, kanın pH değerinin de 7.3 civarında olması gereklidir. Bu değerdeki küçük farklılıklar bile, bu dengenin bozulmasına, mikroorganizmaların ortama ayak uydurmak için daha zararlı hale gelmesine sebep olabilir. Kanın steril olması, dışarıda bırakılan sütün bozulmasına benzetilebilir. Zaten kanın içinde bulunan mikroplar, kendilerini bu yeni ortama göre değiştirerek, zararlı etkiler gösterebilirler.
Tüm bunların yanı sıra, kan gıda maddesi olarak da uygun bir besin değildir. Kanda sindirimi mümkün albümin, globülin ve fibrinojen gibi proteinlerin miktarı azdır; 100 ml. kanda bu proteinlerin miktarı 8 gram kadardır. Aynı durum yağlar için de geçerlidir. Ayrıca kanda sindirimi çok zor olan ve midenin kabul etmediği kadar kompleks bir protein olan hemoglobin yüksek miktarda bulunur. Kanın pıhtılaşması durumunda, fibrinojen proteini, fibrine dönüşerek alyuvarları içeren bir ağ meydana getirir. Fibrin ise sindirimi en zor proteinlerden biri olarak, kanın sindirimini daha da güçleştirir. Sonuç olarak sağlık uzmanları, kanın hiçbir şekilde insan tüketimine uygun olmadığı konusunda hemfikirdirler.
Bir başka ayette Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün si­ze dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 3)
Allah'ın bu emrine uyarak, insan o dönem için hikmetini kavramadığı bir zarardan korunmaktadır. Allah'a inanıp güvenerek, O'nun emir ve yasaklarını uygulayanlar hem ahiretleri açısından hayırlı bir yaşam sürerler, hem de Allah'ın koruması ve sonsuz rahmeti altında yaşarlar.

İşte Hilary Clinton'ın destek verdiği kadın PKK teröristler!


İşte Hilary Clinton'ın destek verdiği kadın PKK teröristler!
Kadın teröristler silahlarını Amerika'ya doğrultsalar, ancak o zaman mı terör örgütü olacaklar?

Geçtiğimiz günlerde Hilary Clinton çıkıp son derece anlamsız şöyle bir açıklama yaptı: “Kürt kadınları IŞİD’e karşı savaşta büyük bir rol oynuyor. Kadın savaşçıların desteklenmesi için elimizden gelen her desteği onlara sunmalıyız.”
Acaba Hilary Clinton kendi Amerikan vatandaşlarına acımasızca saldıran bir terör örgütüne Türkiye sahip çıksa ve onları destekleme mesajı verse ne yapardı? Yabancı basında yer alacak yayınları gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz? Türkiye’yi teröre destek veren ülke olarak yerden yere vururlardı! Ama iş Türkiye’ye gelince öyle olmuyor. Tür askerini acımasızca katleden kadın teröristleri Amerika rahatça destekleme kararı alıyor. Bu şekilde haberler çıktığında bizim devlet yetkilileri de gereken cevapları vermeli. 11 Eylül’ü her fırsatta kullanan, bu bahaneyle Afganistan’a ve Irak’a saldırıp yüzbinlerce masum insanı katleden Amerika bir anda dünyanın en acımasız terör örgütünün safına geçiyor!
Terörist olduktan sonra kadın, erkek ne fark eder? Teröristin cinsiyeti olur mu? Amerika PKK’lıları “zavallı kadınlar, onlara destek olalım” imajıyla tüm dünyada masum göstermeye çalışıyor. Hâlbuki bunlar dağda oldukça sıkı “adam katletme, okul bombalama, karakol bombalama, Kürt gençleri kaçırıp dağa kaldırma” eğitimi alan azılı kadın teröristler! Türk devleti böyle açıklamaların altında kalmasın, gereken cevabı hemen versin.

Zebur’da Hz. Mehdi’nin hâkimiyet dönemi nasıl anlatılıyor?


Zebur’da Hz. Mehdi’nin hâkimiyet dönemi nasıl anlatılıyor?
Yardım isteyen yoksulu, dayanağı olmayan düşkünü o kurtarır. Yoksula, düşküne acır, düşkünlerin canını kurtarır.

Peygamberimiz’in hadislerinde de, Hz. Mehdi’nin zuhurunun, Allah'ın vahyi olan tüm kitaplarda haber verildiği şöyle bildiriliyor:
Naim buyurdu ki: Ben Hz. Mehdi’yi Peygamberlerin suhufunda (sahifelerde; Adem, Şit, İdris ve İbrahim Peygamberlere indirilen sahife şeklindeki kitaplarda) şöyle bulurum: "Hz. Mehdi’nin amelinde ne zulüm ne de ayıp yoktur." (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 21)
Hz. Mehdi’nin zuhuru tüm kutsal kitaplarda haber verilmiştir. Tevrat ve Kitabı Mukaddes'in Mezmurlar bölümünü oluşturan Zebur, Kuran ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleri ile mutabık olan ve zaman içinde değiştirilmeden korunmuş bölümler içermektedir. Kuran'da, "Andolsun, Biz Zikirden (Tevrat'dan) sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık. (Enbiya Suresi, 105) ayetiyle, Hz. Mehdi (as)'ın gelişinin ve dünya hakimiyetinin, Tevrat ve Zebur'da da müjdelendiği haber verilmektedir.
Tevrat ve Zebur'u incelediğimizde, bu gerçeğin oldukça detaylı ve Kuran ayetleri ve hadislerle mutabık şekilde bildirilmiş olduğunu görüyoruz.  Hak olan söz konusu bölümlerin içinde, "Maşiyah", "Kral Mesih", "Shiloh (gönderilmiş olan, Allah'ın armağanı)" ve çeşitli başka isimlerle Hz. Mehdi’nin zuhuru ve dünya hâkimiyeti anlatılmış, Hz. Mehdi’nin zuhurundan önceki ve sonraki dönem de tarif edilmiştir.
Şimdi sizlere Zebur’da Hz. Mehdi’nin hâkimiyet döneminin nasıl anlatıldığından bahsetmek istiyorum:
Sen Rab'be güven ve iyilik yap... Rab'den zevk al, O senin içindeki istekleri yerine getirecektir.Her şeyi Rab'be bırak, O'na güven. Rab'be umut bağlayanlar yeryüzünün varisi olacaklardır. (Mezmurlar, 37:3-9)
Alçakgönüllüler ülkeyi miras alacak, derin bir huzurun zevkini tadacak.... Çünkü kötülerin gücü kırılacak, ama doğrulara Rab destek olacak. Rab salihlerin her gününü gözetir, onların mirası ebedi olacaktır. (Mezmurlar, 37:11, 17-18)
Yeryüzünün dört bucağı anımsayıp Rab'be dönecek, ulusların bütün soyları O'nun önünde yere kapanacak. Çünkü egemenlik Rab'bindir... (Mezmurlar, 22:27-28)
"... Davud soyundan güçlü bir kral [Hz. Mehdi] çıkaracağım, meshettiğim [seçtiğim] kralın soyunu ışık olarak sürdüreceğim. Düşmanlarını utanca bürüyeceğim, ama onun başındaki taç parıldayacak." (Mezmurlar, 132:17-18)
Rab'den korkan o adam kimdir? Canı iyilikte oturacak; onun soyu yeryüzünün varisi olacaktır. Rab'bin sırrı ondan korkanlara olacaktır... (Mezmurlar, 25:12-14)
Sağladığın zaferle büyük yüceliğe erişti, onu [Hz. Mehdi’yi] görkem ve büyüklükle donattın. Üzerine sürekli bereket yağdırdın, varlığınla onu sevince boğdun. Çünkü Kral [Hz. Mehdi (as)] Rab'be güvenir, Yüceler Yücesinin sevgisi sayesinde sarsılmaz. (Mezmurlar, 21:5-7)
Kralın [Hz. Mehdi’nin] adı sonsuza dek yaşasın, Güneş durdukça adı var olsun, onun aracılığıyla insanlar kutsansın, bütün uluslar "Ne mutlu ona" desin! (Mezmurlar, 72:17)
Okların sivridir, kral düşmanlarının yüreğine saplanır [Hz. Mehdi’nin sözleri çok hikmetli ve etkili olacak, dinsiz ideolojileri kökten etkisiz hale getirecektir], halklar ayaklarının altına serilir [tüm insanlar Hz. Mehdi’ye tabi olacaklardır]. (Mezmurlar, 45:5)
[Hz.Mehdi] egemenlik sürsün denizden denize, Fırat'tan yeryüzünün ucuna dek! (Mezmurlar, 72:8)

Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Hamilelik ve hurma


Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Hamilelik ve hurma
Hurma Kuran'da özellikle dikkat çekilen çok faydalı bir meyve.

Kuran mucizeleri ile ilgili yazım okuyucular tarafından ilgiyle takip ediliyor. “Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Kuran’da Firavun kelimesi” başlıklı yazım çok yüksek okunma seviyesine ulaştı. Her yazımda Kuran mucizelerini bilmenin öneminden bahsediyorum. Bugün de müminlerin imanlarına iman katan yeni bir Kuran mucizesinden bahsetmek istiyorum. Bu yazımıanne adaylarını ilgilendirdiği için Anne-Bababölümüne koymak istiyorum.
Kuran’da hurma’dan pek çok ayette bahsediliyor. Kuran ayetleri incelendiğinde hurmanınhamilelik döneminde anne adaylarına çok değerli bir besin kaynağı olduğu açıkça görülüyor.
Hurma cennet nimetleri arasında "eşsiz-hurma" (Rahman Suresi, 68) ifadesiyle nitelendirilen bir meyvedir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu meyve incelendiğinde, pek çok önemli özelliği olduğu ortaya çıkmaktadır. Bilinen en eski bitki çeşitlerinden biri olan hurma, günümüzde lezzetinin yanı sıra besleyici özelliği nedeniyle de tercih edilen bir besindir. Her geçen gün keşfedilen faydaları hurmayı, hem gıda hem de ilaç olarak kullanılan bir besin haline getirmiştir. Hurmanın sahip olduğu bu özelliklere Meryem Suresi'nde dikkat çekilmiştir.
Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır."Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin." Artık, ye, iç, gözün aydın olsun... (Meryem Suresi, 23-26)
Allah'ın, Hz. Meryem'e "hurma yemesini" bildirmesinin pek çok hikmeti var. Allah'ın Hz. Meryem'in doğumunu kolaylaştırmak için sunduğu nimetlerden biri olan hurmanın, özellikle hamile ve doğum yapan kadınlar için önemi ve faydaları, bugün bilimsel olarak da bilinmektedir. Hurma, içerdiği %60-65 oran ile en çok şeker içeren meyvelerden biridir. Doktorlar, hamile kadınlara doğum yaptıkları gün meyve şekeri içeren yiyecekler verilmesi gerektiğini belirtmektedirler. Bunun amacı, annenin zayıf düşen vücuduna enerji ve canlılık kazandırmak, aynı zamanda da yeni doğan bebeğe gerekli olan sütün oluşabilmesi için, süt hormonlarını harekete geçirmek ve anne sütünü çoğaltmaktır.
Ayrıca doğum sırasında meydana gelen kan kaybı, vücut şekerinin düşmesine sebep olur. Hurma vücuda tekrar şeker girişinin sağlanması açısından önemlidir ve tansiyon düşmesini de engeller. Kalori değerinin çok yüksek olması sebebiyle hastalıktan güçsüz düşmüş ya da yorgun olan kimseler için özellikle çok faydalıdır.
Bu bilgiler, Allah'ın Hz. Meryem'e, hem kendisine enerji ve canlılık verecek hem de bebeğin tek gıdası olan sütün meydana gelmesini sağlayacak "hurma"dan yemesini bildirmesindeki hikmetleri ortaya koymaktadır. Örneğin hurma, insan vücudunun sağlıklı ve zinde kalabilmesi için hayati önem taşıyan 10'dan fazla element içermektedir. Bu nedenle günümüzde bilim adamları, insanın sadece hurma ve suyla yıllarca yaşayabileceğini belirtmektedirler.11 Bu konuda tanınmış uzmanlardan biri olan V. H. W. Dowson ise, bir hurma ve bir bardak sütün bir insanın günlük besin ihtiyacını karşılamaya yeteceğini söylemektedir.
Hurmada bulunan oksitosin maddesi de, modern tıpta doğumu kolaylaştırıcı bir ilaç olarak kullanılmaktadır. Oksitosin, doğumu kolaylaştırıcı etkisi nedeniyle pek çok kaynakta "rapid birth" yani "hızlı doğum" ifadesiyle tanımlanmaktadır. Doğum sonrasında ise anne sütünü artırıcı etkisiyle bilinmektedir.13Oksitosin esas olarak beyinde salgılanan, doğum sancılarını başlatan bir hormondur. Doğum öncesi vücudun tüm hazırlıkları bu hormon sayesinde başlar. Hormonun etkisi, ana rahmini oluşturan kaslarda ve anne sütünün salgılanmasını sağlayan kas yapısındaki hücrelerde görülür. Doğum esnasında ana rahminin etkili olarak kasılması doğumun gerçekleşebilmesi için son derece önemlidir. Oksitosin de, rahmi oluşturan kasların çok güçlü bir şekilde kasılmasını sağlar. Ayrıca oksitosin, yeni doğmuş olan bebeğin beslenmesi için anne sütünün salgılanmasını başlatır. Hurmanın tek başına bu özelliği -oksitosin içermesi- bile Kuran'ın Allah'ın vahyi olduğunun önemli bir delilidir. Hurmanın tıbbi olarak faydalarının tespit edilmesi ancak yakın tarihlerde mümkün olmuştur. Halbuki Kuran'da yaklaşık 1400 sene evvel Allah'ın Hz. Meryem'e hamilelik döneminde hurma ile beslenmesini vahyettiği bildirilmektedir.


Ayrıca hurmada insan vücuduna bol miktarda hareket ve ısı enerjisi kazandıran, vücutta parçalanıp kullanılması kolay olan bir şeker türü bulunmaktadır. Üstelik bu şeker kan şekerini hızla yükselten glikoz değil, meyve şekeri fruktozdur. Özellikle şeker hastalarında kan şekerinin hızla yükselmesi, pek çok organı olumsuz olarak etkiler, ancak en çok hasar gören organ ve sistemler göz, böbrekler, kalp-damar sistemi ve sinir sistemidir. Gözde görme kaybına kadar varan rahatsızlıklar, kalp krizi, böbrek yetmezliği gibi pek çok ciddi hastalığın en önemli nedenlerinden biri, kan şekeri yüksekliğidir.

Öte yandan hamilelikte meydana gelen uzun süreli bulantı ve fiziksel tepkimeler nedeniyle potasyum eksikliği açığa çıkar ve bu durumda da potasyum takviyesi yapılması gerekir. Hurmada bol miktarda bulunan potasyum bu açıdan büyük önem taşıdığı gibi, vücuttaki su dengesinin korunmasında da son derece etkilidir. Ayrıca potasyum, beyne oksijen gitmesine de yardımcı olarak berrak düşünebilmeyi sağlar. Bununla beraber vücut sıvıları için uygun alkalik özelliği sağlar. Zehirli vücut atıklarını dışarı atması için böbrekleri uyarır. Yüksek kan basıncını düşürmeye yardım eder ve sağlıklı deri oluşumunu sağlar.
Hurmanın içerdiği demir, kırmızı kan hücrelerinde bulunan hemoglobin sentezini kontrol eder ve bu da hamilelikte kansızlığın engellenmesini ve bebeğin gelişimi için hayati önem taşıyan kandaki alyuvarlar dengesinin uygun hale gelmesini sağlar. Bilindiği gibi alyuvarlar kanda oksijen ve karbondioksiti taşıyarak hücrelerin canlılığını sürdürmesinde rol oynarlar. Çok fazla demir içermesi sebebiyle, bir insan günde 15 tane hurma yiyerek vücudunun demir ihtiyacını karşılayabilir ve demir eksikliğinden kaynaklanan rahatsızlıklardan korunmuş olur.
Hurmada bulunan kalsiyum ve fosfat ise, iskelet oluşumu ve vücudun kemik yapısının dengelenmesi için çok önemli elementlerdir. Hurma, içerdiği bol fosfor ve kalsiyum ile kemik zayıflığına karşı bünyeyi korur ve bu hastalıkların azaltılmasına yardım eder.
Bilim adamları hurmanın stres ve gerginliği giderici etkisine de dikkat çekmektedirler. Berkeley Üniversitesi uzmanlarının yaptığı araştırmalar, sinirleri güçlendiren B6 vitamininin ve kasların çalışmasında önemli rol oynayan magnezyum mineralinin hurmada yüksek miktarda bulunduğunu ortaya koymuştur. Hurma ayrıca içerdiği magnezyum ile, böbrekler için de son derece önemlidir. Bir insan günde 2-3 tane hurma yiyerek vücudunun magnezyum ihtiyacını karşılayabilir.
İçerdiği B1 vitamini ile sinir sisteminin sağlıklı olmasını kolaylaştırır. Vücuttaki karbonhidratların enerjiye çevrilmesine, protein ve yağların vücudun diğer ihtiyaçları için kullanılmasına yardımcı olur. B2 vitaminiyle de, vücudun enerji sağlaması ve hücrelerin yenilenmesi için protein, karbonhidrat ve yağların yakılmasına yardımcı olur.
Hamilelikte A vitaminine olan ihtiyaç da artar. Hurma, içindeki A vitamini sayesinde, görme gücünü ve vücut direncini artırır, kemik ve dişlerin güçlenmesini sağlar. Hurma, betakaroten açısından da son derece zengindir. Betakarotenin hücrelere saldıran molekülleri kontrol altına alarak, kanseri önleyici özelliği vardır.
Ayrıca diğer meyveler genellikle protein açısından yetersizdir, ancak hurma protein de içermektedir.17 Bu özelliği sayesinde vücudun hastalıklara ve enfeksiyonlara karşı korunmasını sağlar, hücreleri yeniler ve vücut sıvısını dengeler. Örneğin et de faydalı bir gıdadır ancak özellikle böyle bir dönemde taze bir meyve olan hurma kadar fayda vermeyebilir. Hatta böyle bir dönemde etin fazla tüketilmesi vücutta zehirlenmeye neden olabilir. Hazmı kolay olan, hafif sebze, meyve türü yiyeceklerin tercihi daha uygun bir seçimdir.
Hurma ile ilgili tüm bu bilgiler, Allah'ın sonsuz ilmini ve insanlara olan rahmetini ortaya koymaktadır. Görüldüğü gibi modern tıbbın ancak günümüzde tespit edebildiği hurmanın özellikle de hamilelik dönemindeki faydalarına Kuran'da 14 asır önce işaret edilmiştir.