29 Ocak 2015 Perşembe

Zekât vermeyen insan öldürülmeli mi?


Zekât vermeyen insan öldürülmeli mi?
Kuran'da anlatılan zekat yapılsa dünyada tek bir yoksul kalmazdı...

Bizler ne kadar İslam barış dinidir, sevgi dinidir, özgürlük dinidir, kadına değer verip yüceltir diye anlatırsak anlatalım, ne kadar dinimizde baskı ve zorlama yoktur dersek diyelim, yobazların uydurduğu yüzlerce hurafe insanların karşısına dikiliyor. İnsanlar da bu yüzden dinden soğuyor. Yobazlara uyan birçok insan da inancını samimiyet üzerine değil baskı üzerine kuruyor.
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)
Yobazlara uydurduğu hurafe hadislere görezekat vermeyenler öldürülüyor:
Zekat vermeyenden zorla alınması, direnirse savaş açılması ve öldürülmesi: Ebu Bekr radiyAllahu anh: “VAllahi her kim namazla zekâtı aynı görmezse onunla harb ederim. Çünkü zekât malın hakkıdır. Allah'a yemin ederim ki bunlar Rasulullah'a verdikleri bir keçi yavrusunu dahi benden esirgerlerse bundan dolayı muhakkak onların boynunu vururum.” buyurdu.  (Buhari, Müslim)
Zekat, Kuran’da bildirilen bir ibadettir. Her ibadet gibi Müslümanlara farz kılınmıştır ve Allah’a olan sevgi nedeniyle kalpten ve içten yapılır. Buna göre bir Müslüman, kendi vicdanı gereği başka bir insanın darlıkta olmasına ve zorluk çekmesine izin vermeyerek, kendi malından ona da verir. Bu zaten Müslümanlığın bir gereği olarak içten, kalpten gelen bir uygulamadır.
İbadeti ibadet yapan onun aşkla, istekle, şevkle yapılmasıdır. Allah tüm insanları dilediği gibi zenginleştirmeye, onlara dilediği zaman dilediği rızkı vermeye kadirdir ama bazı kimselere fakirlik vererek, zenginin de fakirin de bu imtihan karşısındaki tavrını dener. Fakir, durumuna sabretmek ve her ne olursa olsun Allah’a yönelip ona şükretmekle, zengin ise verilen nimet için Allah’a şükrederek fakirin de bakımını üstlenmekle sorumludur.
Allah Kuran’da, Allah’a ve ahiret gününe inananların zekatı verdiğini belirtir. Dolayısıyla zekat, tüm ibadetler gibi Allah’a kalpten gelen bir inançla yapılması gereken bir ibadettir, ölüm tehdidiyle değil:
...Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi, 162)
Yoksulu doyurmak, Kuran’da Müslümanın üzerindeki en büyük sorumluluklardan bir tanesidir. Ancak bu sorumluluğun yerine getirilmemesini hükmü uydurma hadisteki gibi değildir:
Hadisteki ifadeye göre herhangi bir sebeple zekat vermek istemeyen bir insana bu ibadetin zor kullanılarak yaptırılması ve malının yarısının cebren alınması gerekmektedir. Öncelikle malı cebren alınan bir insan ibadet yapmış olmaz. Kişinin kendi vicdanını kullanarak yapmadığı bir şeyin adı ibadet değildir. Ondan zorbalıkla bir ibadeti yapmasını istemek ise Kuran’a tamamen aykırı bir uygulamadır. Bu aynı zamanda onun dine ve dindarlara öfke duymasını da vesile olabilecek, dindar toplumlara zarar verici bir eylemdir.
Fakat elbette asıl vahşet, zekat vermemekte direnen kişinin öldürülmesi hükmüdür. Kuran’da kesinlikle olmayan bu hüküm yine bir cinayettir. Kuran, dinde zor kullanmayı yasaklamıştır. Ayrıca Kuran, bir insanın canını almayı da -savunma durumu gibi haklı bir durum dışında-    yasaklamıştır. Kuran’daki hükme göre,
...Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur... (Maide Suresi, 32)
Görüldüğü gibi cinayet, İslam’a göre büyük bir suçtur. Şu durumda, cinayet gibi böylesine ağır bir suçu, dinin hükmü haline getirip bunu umarsızca uygulayanlar, hem İslam’a ve Peygamberimiz’e büyük bir iftira atmış olurlarhem de büyük bir harama girerler. Yine bu sahte hadis, hurafelerle İslam dininin Kuran’daki gerçek hükümlerinin ne kadar çeliştiğinin bir diğer önemli delilidir.

Neden 90 yaşında vefat eden Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz için yas tutalım?


Neden 90 yaşında vefat eden Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz için yas tutalım?
Kimsenin ardından yas tutmak zorunda değiliz, müminler Kuran'a göre yaşar.

Geçtiğimiz günlerce 90 yaşında vefat eden Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz el-Suud'un vefatı sebebiyle ülkemizde bir günlük yas ilan edildi, bayraklar yarıya indirildi. Peki neden biz 90 yaşında vefat eden Suudi kralı için 70 milyon yas tutuyoruz? Neden üzülüp yas tutmak zorunda bırakılıyoruz?
Öncelikle bu mantık Kuran’a tam anlamıyla ters. Çünkü Kuran’da inkâr edenler için “az gülüp çok ağlasınlar” diyor Allah.
Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)
Müminin hayatında ise üzüntü yok, keder yok, Allah’a isyan yok, her zaman tevekkül var, kadere teslimiyet var. “Allah her ne yaparsa yapsın en güzelini yapar, en hikmetlisini yapar” bakış açısı var.
90 yaşında ölen bir insanın arkasından da, küçük yaşta ölen bir insanın arkasından da yas tutmak kadere isyandır, Allah’ın yarattığı bir olayı haşa beğenmemektir. Herkes bu dünyaya ölmek için geliyor zaten. Ve sırası geldiğinde de gidiyor. Gerçek hayat zaten ölümden sonra başlıyor. Burası kısacık bir geçiş yeri. İnsan bu samimiyette ve imanda olduğunda neden üzülsün? Üzülmek Kuran’a göre haramdır, mümin üzülmez, her olayı güzellikle, tevekkülle karşılar.
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Ali İmran Suresi, 139)
Eğer bir insan gerçekten samimi dindar olarak dünya hayatını geçirdiyse ölümden sonra zaten sonsuza kadar cennete kavuşacak demektir. O zaman neden biz o insan için yas tutalım?
Üstelik bu insan 90 yaşında ölmüş, daha kaç yıl yaşayacak? İnsanların dünyaya kazık çakacak halleri yok. Herkes ölümlü bir dünyaya gözlerini açıyor zaten.
Sonuçta şeytan insanların üzülmelerini, yese kapılmalarını, kadere başkaldırmalarını, kuruntulara kapılmalarını istiyor. Böyle sürekli ağlayan, yırtınan, depresyona giren, isyan eden toplumlar oluşsun istiyor. İnsanlar üzüldüğünde de zevkle bir köşeye geçip, gülerek seyrediyor:
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. (Nisa Suresi, 120)
Sonuç olarak biz şeytanı sevindirecek değiliz, Kuran’a ters bir hareketi de yapacak değiliz.  Herkesin canı vakti geldiğinde Allah’ın belirlediği melekler tarafından alınacak. Allah her olayı hikmetle yarattığı gibi bunu da hikmetle yaratacak. Müminler olarak biz kaderimizde yaratılan her görüntüden razıyız, mutluyuz, tevekküllüyüz. Hiçbir zaman isyan etmez, üzüntüye kapılmayız. Derin iman sahipleri böyle yapar, daima Allah’tan yana güzel tavır gösterir, samimi bir kalple O’na yönelir.

Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Sirius yıldızı


Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Sirius yıldızı
Kuran mucizelerini bilmek ve üzerinde düşünmek insanın imanını artırır.

Bugün de insanların imanlarını arttıran, imanlarına iman katan Kuran mucizelerinden bahsetmeye devam etmek istiyorum.
Biz kitabı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)
Kuran sırlarla dolu bir kitap. Ve bizler 21. Yüzyılda bu sırların daha çok azını biliyoruz, kavrayabiliyoruz. Şimdi Kuran’da adı geçen yıldızdan bahsedelim.
Geceleri gökyüzünde en parlak yıldız olan "Sirius", Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde "Şi'ra" olarak geçmektedir:
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)
Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının sadece 49. ayette geçmesi, son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Sirius B yıldızının özelliği teleskopsuz görülememesidir.
Sirius takım yıldızları birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversitelerinin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir.87 Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde, bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır.
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)
Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)
Necm Suresi'nin 9. ayetinde "(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı" olarak çevrilen "kane kabe kavseyni ev edna" ifadesi, bizlere bu iki yıldızın çizdikleri yörüngede birbirlerine yaklaştıklarını ifade ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır.
Sirius yıldızı Kuran'da "Yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nde geçmektedir. Sirius takım yıldızı, yay şeklindeki eksenleri ile birbirlerine 49,9 yılda bir yaklaşmaktadır. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri bu astronomik olaya işaret etmektedir.

Namazı tek eden çocuk dövülmeli mi?


Namazı tek eden çocuk dövülmeli mi?
Dinimiz samimiyet ve Allah sevgisi üzerine kuruludur, baskıyla bir insanı dindar yapamazsınız.

Yobazların hurafelerle, çarpık, kendi uydurdukları hadislerle doldurdukları uydurma dinin Kuran’la ve İslam’la uzaktan yakından alakası yoktur. Son zamanlarda yazdığım yazılarda bunu sizlere anlatmaya çalışıyorum. Yobazlar kadına, sanata, bilime, güzelliğe o kadar karşılar ki, o kadar sevgisiz ve zorbalar ki, bu özelliklerinin hepsini uydurma hadislere yansıtmışlar. Sonra da “bu din İslam’dır” diye ortaya çıkmışlar. Bu uydurdukları din samimiyet üzerine kurulu bir din değil, tam tersine baskı, zorlama ve zulüm üzerine kurulu bir din. Bakın yobazlar namazı terk eden çocuklara uydurma hadiste nasıl ceza veriyor:
10 yaşında namazı terk eden çocuklarınızı dövün. (2336-Ebû Dâvud, Tirmizî)
İbadet, Allah’a olan sevginin bir tezahürü olarak, isteyerek ve şevkle yapılan bir uygulamadır; zorbalıkla dayatılan değil. Bu uydurma hadisten anlaşılan ise, bir çocuğun, daha on yaşına gelmeden namaza zorlandığıdır. Henüz Allah’ı tanımayan, bu dünyada neden var olduğunu bilmeyen, Yaratıcı’nın ve yaratılmanın sırlarının farkında olmayan bir çocuğun, farziyetini hiç bilmediği bir hükme zorlanması ona nasıl bir fayda getirebilir? Bir çocuğun dindar olabilmesi için yapılması gereken şey onu bir ibadete zorlamak değil; ona, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren delilleri sunmak, onun Allah’ı anlamasını ve sevmesini ve dine muhabbet duymasını sağlayabilmektir. Bunları anladıkça bir çocuk, zaten Allah’a karşı sorumlu bir varlık olduğunu kavrayacak, şükredici olacak ve Allah’a ibadeti de zevkle yapmaya başlayacaktır. O zaman ibadet, kalpten, şevkle, sevgiyle yapılmış bir ibadet olacaktır.
Fakat daha henüz Allah’ı tanımayan bir çocuk, tanımadığı bir dinin hikmetini bilmediği ibadetlerini yerine getirmeye zorlanır ve sonra da bunu yapmadığı için dövülürse, çocuk muhtemelen hayatının geri kalan bölümünde o dine ve ibadetlere gizli bir nefret ile yaşayacaktır. Belki de hayatının geri kalanını bu korkunç önyargıyla geçireceği için Allah’ı da yanlış tanıyacak ve doğru hükümleri görmeye ve anlamaya çalışmayacaktır. Aklı henüz pek çok şeye zor eren bir çocuğu, sevgi ve güzellikle Allah’a yaklaştırmak yerine, döverek onu ibadetleri yapmaya zorlamak, İslam adına İslam karşıtı yapmak anlamına gelir ki bu İslam dünyasına zarar getirir. Fakat Kuran’dan uzaklaşmış olan bağnazlar bunu kavrayamazlar.
Bu anlattığımız kin, aslında pratikte de yaşanmaktadır. Koyu bağnaz bir hayat yaşayan bazı ailelerin kimi çocukları, ilerleyen yaşlarında ya din karşıtı haline gelmiş ya da toplumda az rastlanılır bir dejenerasyon batağının içine girmektedirler. Hemen her konuşmalarında İslam ya espri ya da nefret konusudur. Pek çok dinsizin bile dine saygısı vardır, fakat onlar hem saygıdan uzaklaşmış hem de öfkeye bürünmüşlerdir. Bunun en temel sebebi, Kuran’da olmayan “ibadete zorlama” hükmünün, zor ve baskının “İslam” adına çocuk yaşlardan itibaren dayatılıyor olmasıdır.

Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Arının genetik kodu…


Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Arının genetik kodu…
Tüm kainat Allah'ın sonsuz sanatı ile doludur...

Bildiğiniz gibi Bal arısı anlamına gelen Nahl Suresi Kuran’ın 16. Suresidir ve 128 ayettir. Allah çok özel yaratılan bu hayvanın ismiyle bir sure indirmiş ve bu surede arıdan şöyle bahsetmiştir:
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin.
Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68- 69)
Arıların bal yapmasından, kovanda kurdukları olağanüstü sistemlere, çiçeklerden nektar toplarken dans ederek birbirlerine haber vermelerine kadar birçok olağanüstü özellik sayabiliriz.  Arılarla ilgili bir Kuran mucizesine daha değinelim.
Bildiğiniz gibi canlıların genetik şifresi olan DNA'lar, kromozomlar üzerinde yer almaktadır. Dünya'nın dört bir yanındaki arıların kromozom sayısı aynıdır ve değişmez. Genellikle hayvanların dişisinde ve erkeğinde eşit sayıda kromozom bulunmaktadır. Fakat arının durumu, diğerlerinden biraz farklıdır. Çünkü erkek arı 16 tek kromozoma, dişi arı 16 çift kromozoma sahiptir.
İşte arı bu açıdan -kromozom sayısı bakımından- farklıdır. Bu farklılığa Kuran'da Nahl Suresi’nde işaret ediliyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Kuran'da "arı" anlamına gelen "Nahl" isimli sure tam 16. suredir. Aynı şekilde arı da 16 kromozomlu bir canlıdır.
Allah’ın ilmi ve sanatı sonsuzdur, insanlar bu ilmin daha zerresini bile kavrayamadılar…

honeybees on comb

Namazı terk eden öldürülmeli mi?


Namazı terk eden öldürülmeli mi?
İnsanları dinimizden uzaklaştıran yobazların nefret dolu uydurmaları ve dehşet veren uygulamalarıdır.

Yobazların o kadar karanlık, o kadar korkunç bir dünyaları var ki, umarım bu yazılarım onların uydurdukları sahte dinin sevgi dolu dinimizle hiçbir alakası olmadığının anlaşılmasına katkıda bulunur. Bizim dinimiz sevgi, şefkat, fedakarlık ve ihlas dinidir. Bizim dinimizde hiçbir konuda baskı ve zorlama yoktur. Çünkü İslam dini samimiyet ve ihlas üzerine kuruludur. Bakın yobazlar namaz konusunda da nasıl hadis uydurmuşlar:
Namazı terk edenler öldürülebilir. (2117-Ebû Dâvud)
İslam’ı terk edenlerin katledilmesine hükmeden uydurma hadisin bir diğer muadili de bu hadistir. İbadetlerde ve hiçbir konuda zorlama olmayacağının açıkça belirtildiği bir dinde bir insanın baskıyla namaz kılmaya zorlanmayacağı da çok açıktır. “... Sen onların üzerinde bir zorba değilsin...” (Kaf Suresi, 45) diye emreden bir dinde hangi hükme göre böylesine vahşet dolu bir baskıcılık yapılabilir? Elbette yapılamaz. Kuran’a baktığımızda bir Müslümanın, namaz kılan veya kılmayan her insana saygı ve şefkat duyması gerektiğini açıkça görebiliriz.
Zorlama ile gerçekleşecek bir ibadet, ibadet niteliğini yitirebileceği gibi aynı zamanda da nefret ve öfkenin kaynağı olabilir. Bir insan namaza zorlandığında, zorla bir Müslüman haline gelmez. İstemeye istemeye, zorla namaz kılan bir insan, ikiyüzlü bir münafık, bir din karşıtına dönüşebilir. Namazı bıraktığında öldürüleceğini düşünen bir insan, öldürülme riskini göze almaktansa dindar taklidi yapacak, ikiyüzlü davranacak ve daima o yaşadığı hayattan da, dolayısıyla kendisine dayatılan dinden de nefret edecektir. Bir münafık oluşturmak ise, İslam’a yöneltilmiş en büyük zarardır. Dolayısıyla baskı, zulüm ve ölüm tehdidiyle ayakta tutulan bir dindarlık, hiçbir zaman gerçek dindarlık değildir. Bu sadece İslam’a zarar verir.
Eğer bir insan zihinsel ve fiziki bir özrü olmadığı halde namazı terk ettiyse, bunun çeşitli sebepleri olabilir. Bu kişi, yeteri kadar dindar olmayabilir, Allah kalbine yeterince güçlü bir iman koymamış ya da yeterince Allah’tan korkmuyor olabilir. Hidayet Allah’ın elindedir ve hidayeti sağlayacak olan hiçbir zaman bir insan değildir. Namaz kılmıyor olması bu kişiyi dinden çıkarmaz. Namazı terk eden, yarın bir gün tekrar namaza başlayabilir; bu onun için büyük bir kazanç olur. Veya başlamayabilir ama iyi ve faydalı bir insan olur; ya da bunların hiçbiri olmayabilir. Dini tamamen terk etse bile kişi Müslümanlar tarafından şefkatli bir tavır görmelidir. Kuran’a göre yapılması gereken budur. Herkesin hükmü Allah Katındadır.
Böyle bir sebeple bir insanı öldürmek ise tam anlamıyla cinayettir. Ve bunun asla ve asla Kuran’da yeri yoktur.
Zaman içinde hadislere ve çeşitli itikatlara göre türetilen ve İslam dinine dahil edilen dört mezhep pek çok konuda birbiriyle çelişkili adeta dört ayrı din gibidir. Dört mezhep, tembellik yüzünden namazı bırakanlara çeşitli cezalar yüklemiş fakat bu hükümde de birbirleriyle ihtilaf etmişlerdir. Örneğin Hanbelilere göre namazı tembellik yüzünden terk edenin hükmü ölümdür. Hanefilere göre ise tembelliğinden dolayı namazı terk eden kimse küfre girmez ve öldürülmez. Fakat namaz kılıncaya kadar hapsedilip kan akıncaya kadar dövülmesi gerektiği düşünülür.  (Reddil Muhtar Haşiyesi 1/62) Oysa bunların hiçbiri Kuran’da yoktur.
Kuran dışında bir din arandığında işte böyle çelişkiler, vahşet hükümleri ve din dışı uygulamalar ortaya çıkar. Kuran dışında bir din yaşandığında işte böylesine nefret ve öfke insanları meydana gelir. Bağnazların dini, Kuran’ın hükümlerini reddetmiş ve yetersiz bulmuş insanların uydurma dinidir. (Kuran’ı tenzih ederiz). Kuran’da bu uygulamaların hiçbiri yoktur. Bağnazların dini, uydurma bir dindir.

Charlie Hebdo’da adamlar kendi resimlerini çiziyor, peygamberimizi değil…


Charlie Hebdo’da adamlar kendi resimlerini çiziyor, peygamberimizi değil…
Kimse kimsenin diniyle ve maneviyatıyla alay edemez, bu fikir özgürlüğü değil, hakarettir.

Charlie Hebdo dergisinde peygamberimize yönelik bir saldırı yapılmıyor, adamlar kendi resimlerini çizip kendileriyle alay ediyorlar. Müslümanlar neden bunları ciddiye alıp neden tepki gösteriyorlar, neden yangına körükle gidiyorlar anlaşılır gibi değil.
Müslümanların Kuran’a göre bu cahilce ve çirkin hareketlerle hiç muhatap olmamaları gerek. Ne diyor ayette:
"Sizin dininiz size, benim dinim bana." (Kafirun Suresi, 6)
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "selam" derler. (Furkan Suresi, 63)
Ne diyor ayette Allah, cahillerle karşılaştıklarında “Selam verip geçerler” diyor, “öfkelenirler, saldırırlar, öldürürler” demiyor.
Allah ayetinde iman edenlerle alay edileceğini bildiriyor, ama bunu yapanlar cezalarını ahirette buluyorlar.
Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29)
Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. (Mutaffifin Suresi, 34)
Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmek suretiyle. (Mutaffifin Suresi, 35)
Nasıl, kafir olanlar, işlediklerinin 'feci karşılığını gördüler mi?'(Mutaffifin Suresi, 29-36)
Fransa’da yaşananlar ilk değil, son da olmayacak. Burada asıl önemli olan Müslümanların oyuna gelmemeleridir. Din adına, İslam adına Müslüman asla teröre ve cinayete karışmamalıdır. Kuran’da uygun görülen tavır cahillerle hiçbir zaman muhatap olmamak ve onların sözlerini ciddiye almamaktır. Onlar kendileriyle gülüp alay ediyorlar. Bu çirkin tavırları Müslümanları hiç ilgilendirmez. Müslüman asla din adına, peygamber adına, İslam adına saldırıya ve teröre yeltenmez ve bunları teşvik etmez. Çünkü bu yapılan cahilliğin karşılığı hiçbir şekilde “öldürmek” değildir. Masum bir insanı öldürmenin karşılığı (Allah’ın dilemesi dışında) sonsuza kadar cehennemdir. Bu yüzden Müslümanların tamamen akılcı ve Kuran’la hareket etmesi, herkesi yatıştırması, dinimizde esas olanın barış ve sevgi olduğunu tüm dünyaya göstermeleri gerekir.

Kuran’a göre dinden dönenler öldürülmeli mi?


Kuran’a göre dinden dönenler öldürülmeli mi?
Kuran'a göre herkes inanmakta ya da inanmamakta özgürdür. Işidin İslam adına katliam yapması kabul edilemez.













Terörün İslam’la çok yoğun bir şekilde bağdaştırılmaya çalışıldığı bu günlerde İslam dininin gösterilmeye çalışıldığı gibi bir kan dökme ve intikam dini olmadığını, tam tersine sevgi ve bağışlama dini olduğunu anlatmak hepimizin görevi. Yobazlık vebağnazlık İslam’ın en büyük düşmanıdır. İslam adına, Kuran adına, peygamberimiz adına cinayet işleyenler de çok yanlış, Kuran’a göre asla kabul edilmeyen bir eylemi çok büyük bir günah olarak yüklenmişlerdir.İslam dininde zorlama, baskı, zulüm, kan dökme yoktur. Kuşkusuz bağnazlar ve yobazlar İslam adına uydurdukları bu hadislerin günahını ahirette çekeceklerdir. Yobazlar öfkeyle Hıristiyanlara veMusevilere saldırdıkları gibi dinden dönenleri de kendi kafalarına göre ölümle cezalandırırlar. Uydurma hadisler şöyledir:
Dinden dönenleri öldürün.  (1585-Muvatta] [1558-Ebu Dâvud-Nesâî] [676-Nesâî] [1586-Ebu Dâvud-Nesâî)
“İslâm’ı terk eden hangi erkek olursa onu tekrar İslam’a davet et. Dönmezse boynunu vur.”  (Taberani)
İşte Kuran dışı sahte şeriat sistemleriyle yönetilen ülkelerin sevgisizlik, öfke ve şiddetlerinin en önemli kaynaklarından biri bu uydurma hadislerdir. İslam dininin özüne yönelik geliştirilmiş en büyük aldatmacalardan biri olan böyle bir hükmün Kuran’da hiçbir yeri olmadığı gibi, Kuran böylesine bağnazca mantığı temelinden yasaklamakta ve bu mantığa lanet etmektedir. Kuran’da fikir ve inanç özgürlüğünü ifade eden ayetlerden bazıları şöyledir:
Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)
“Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun Suresi, 6)
...Sen onların üzerinde bir zorba değilsin... (Kaf Suresi, 45)
Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin... (Kehf Suresi, 29)
Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi, 99)
Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin. (Gaşiye Suresi, 21-22)
Kuran’da tarif edilen İslam dininde herkes dilediği gibi inanma ve inanmama özgürlüğüne sahiptir. Kuran’daki dinde Müslüman sadece güzel ahlakı anlatmakla yükümlü bir tebliğcidir. Hidayet Allah’ın elindedir. Müslümanın sorumluluğu, inansın veya inanmasın, her insana şefkatle yaklaşabilmektir. Müslümanı bir katilgibi göstermeye çalışanlar Kuran’daki bu gerçeklerin üstünü örtmeye çalışırlar.
Kuran’da tarif edilen İslam dininde bir Müslüman, kendisi, anne-babası ve yakınları aleyhine bile olsa, adaleti ayakta tutmakla yükümlüdür (Nisa Suresi, 135).Bu ayete göre, her ne din ve inançta olursa olsun herkesin hakkını savunmakla, onlar için adalet getirmekle sorumludur.
Allah Müslümanlara kendilerini siper ederek bir müşriği yani iman etmeyen bir insanı korumalarını emretmektedir:
Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.’ Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)
Bir inkarcıyı korumakla sorumlu tutulmuş olan Müslümanların benimsemesi gereken din anlayışı açıktır. Nitekim Allah, Peygamberimiz’e, kafirlere şu şekilde hitap etmesini Kuran ile haber vermiş ve açık demokratik sistemi tarif etmiştir:
De ki: “Ey kafirler. Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.” (Kafirun Suresi, 1-6)
“De ki” diye başlayan bu ayetler, Peygamberimiz’e en mükemmel demokratik sistemi ve bu demokratik sistem içinde izlenecek yöntemi tarif etmektedir. Sure, “Sizin dininiz size, benim dinim bana” hükmü ile bitmektedir; yani bir Müslüman kendi dinini yaşarken başkalarının inancına karışmayacak, zor ve baskı uygulamayacak, Müslüman olmuyor diye ona zulmetmeyecektir. Onlara “sizin dininiz size” diyerek saygı gösterecek ve karışmayacak, “benim dinim bana” diyerek de aynı saygıyı onlardan isteyecektir. Zor ve baskının kesin olarak reddedildiği, müşriklerin can pahasına korunduğu, inkârcılar hakkında dahi adaletle hüküm verildiği ve demokrasinin tam ve en mükemmel şekliyle tarif edildiği Kuran gerçek Müslümanların yol göstericisidir.

Güneydoğu’yu vermeyi düşünen devlet adamları vatan hainidir!


Güneydoğu’yu vermeyi düşünen devlet adamları vatan hainidir!
Türk milleti Erdoğan'a ve yanındaki samimi insanlara güveniyor, Güneydoğu'yu asla vermeyiz.

Evet üzerine basa basa söylüyorum! “Güneydoğu’yu evlat katili, binlerce şehidimizin katiliÖcalan’a ve PKK’ya teslim eden, teslim etmeyi düşünen, bu seçimlerin kazanılması karşılığında Güneydoğu’yu gözden çıkaran herkes vatan hainidir. Ve vatan hainliğinden yargılanmalıdır.
Şimdi soruyorum size, topraklarımızı kolayca vermeyi düşünenler! Bu topraklar kolay mı kazanıldı? Neden Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk ve Türk milleti kenetlenip, varını yoğunu harcayıp, ellerindeki avuçlarında neleri varsa verip, kar kış demeden, çoluklarını çocuklarını geride bırakıp, kadın erkek birbirlerine kenetlenip savaştılar? Neden Çanakkale’de binlerce şehit verdik ama tek karış toprağımızı vermedik? Şimdi gelip katil Öcalan ve PKK ülkemizi bölüp Güneydoğu’da Komünist Kürdistan’ı kursunlar diye mi? Yok öyle yağma! Böyle bir kalleşliği düşünen varsa adımlarını geri atsın. Türk milleti asla topraklarının bölünmesine göz yummayacaktır. Asla ve asla şerefini, haysiyetini iki paralık etmeyecektir.
Kürt kardeşlerimiz PKK’dan nefret ediyorlar. Silahların gölgesinde gidip oylarını kullanıyorlar. PKK ev ev gezip Kürt kardeşlerimizi tehdit ediyor. Evlerini basıp Kürt kardeşlerimize büyük korku yaşatıyorlar, çocuklarını kaçırıp azılı terörist yapıyorlar. Çocukların beyinlerini Darwinist, materyalist zihniyetle yıkayıp çocukların maneviyatlarını, inançlarını öldürüyorlar. Kürt kardeşlerimiz çok onurlu insanlar. Bu haysiyetsizlerin elinde silah olduğu için Kürt kardeşlerimizi, annelerimizi çok rencide ediyorlar. PKK’nın ellerindeki silahların hepsi toplansın. Devlet bunların şımarmasına izin vermesin.
Güneydoğu'ya şu an girmek mümkün değil, birçok bölgeye. PKK at oynatıyor, yolları kapatıyor, kimlik kontrolü yapıyor. Güneydoğu’da İslam’dan Kuran’dan bahsedilemiyor, tebliğ yapılamıyor. Eli silahlı adamlar caddelerde kol geziyor. PKK orada devlet içinde devlet kurmuş durumda. Türk devleti bunu nasıl hazmediyor, nasıl görmezden geliyor, bu durum karşısında nasıl aciz kalıyor?
Türk devletinin tüm Ortadoğu’ya yetecek çok güçlü bir ordusu var. Bir avuç PKK’ya Güneydoğu’yu teslim edecek değiliz. Bu yüzden tekrar söylüyorum, tam 75 milyon Türk milleti adına. Bu devleti yönetenler iyi duysunlar: Öcalan’ı hapisten çıkaracak, Güneydoğu’yu bölüp PKK’ya teslim edecek kimse daha anasından doğmamıştır. Türk milleti ne Öcalan’ın hapisten çıkarılmasına, ne de Güneydoğu’nun bölünmesine asla razı olmayacaktır. 2007’den beri “silah bırakacağız” diyen PKK her seferinde daha da azmış ve iyice şımarmıştır.
Türkiye’de ana fikir Türkiye’nin bölünmemesi yönündedir. Halkın %99’unun kanaati budur. Tek devlet, tek bayrak, tek millet. Kürt kardeşlerimiz de aynı görüşte, biz de aynı görüşteyiz. Bu devleti yönetenler bunu çok iyi bilsinler, ne PKK’nın ne de Öcalan’ın şımarmasına artık müsaade etmesinler.

Diyanetten orjinal bir çıkış daha: Evde köpek beslemeyin!


Diyanetten orjinal bir çıkış daha: Evde köpek beslemeyin!
Allah Kefh Suresi'nde müminlerden ve köpeklerinden bahseder.

Diyanet evde köpek besleme konusunda şöyle bir açıklama yapmış: “Başka hayvan sürüleri olmak üzere evlerin, ekinleri, eşyaların korunması, görme engelliler için kılavuzluğundan yararlanılması, sivil savunma ve polisiye amaçlarla koku alma yahut sezgilerinden istifade edilmesi gibi maksat ve amaç olmaksızın sırf süs için evde köpek beslenmesi uygun değildir. Nitekim Hz. Peygamber ‘Melekler içinde köpek ve resimler bulunan eve girmezler’ demiştir.”
Bunların zihniyetine göre evde kedi beslemekharam, köpek beslemek haram, erkeklerle kadınların bir yerde olması haram, müzik haram, resim haram, heykel haram… Böyle milyonlarca haram koymuşlar. Ama bunları Kuran’dan değil de kendi kafalarından uydurmuşlar. Sonra da söylüyor Diyanet başkanı, “gençlerimiz dine ehemmiyet vermiyor” diye. Peki siz böyle yaparsanız, Kuran’da olmayan hükümleri haram olarak gösterirseniz bu gençlik nasıl İslam’a yönelsin? Üstelik son derece güzel olan şeyleri insanlara göz göre göre yasaklıyorsunuz.
Oysa kedi ve köpek gibi hayvanları beslemenin günah olduğuna dair Kuran'da hiç bir hüküm yoktur. Aksine bu sevimli canlıları yaratan Allah'ın bizden istediği; onları koruyup kollamak, onlardaki güzellikleri seyrederken O'nun sonsuz gücünü ve sanatını düşünmemizdir.
Her şeyi O'nun yarattığını, her şeyin sahibinin Allah olduğunu fark etmemiz ve O'nun yarattığı şeylerdeki güzellikleri görüp zevk alabilmemizdir. Aynı zamanda da, bize bu sayısız güzellikleri yarattığı için O'na şükretmemiz ve O'nu çok sevmemizdir.
Kuran’da hayvanlar Allah’ın birer eseri ve üzerinde düşünülmesi gereken birer iman hakikati olarak örnek verilir:
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? (Gaşiye Suresi, 17)
Aynı zamanda Kuran’da hayvanlarda yaratılış delilleri olduğu haber verilir:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
Kuran’da Allah çeşit çeşit hayvanları, Kendisini tesbih eden, akıllı, muhteşem birer yaratılış örneği olarak örnek vermiş ve peygamberlerin sevgi ve şefkatle yaklaşımlarını açıklamıştır. Bağnazların hayvan nefretini ön plana çıkaran sapkın din anlayışı Kuran’ın hiçbir yerinde yoktur.

Kuran’ın uygulayıcısı olan Peygamberimiz’in yaşamında da hayvana karşı verilen değer ve gösterilen sevginin örneklerini görürüz. Peygamberimiz, bağnaz zihniyetin iftiralarına set oluşturacak şekilde hayvanlara sevgi dolu ve şefkatliydi.

Kuran, hırsızlık ve el kesme…


Kuran, hırsızlık ve el kesme…
Kuranda affetmenin daima daha hayırlı olduğu bildirilir.

Yobazların nasıl uydurma hadislerle dinimizi adeta bir korku, yasaklama, kadınları aşağılama ve köleleştirme dini olarak gösterdiklerini anlatmaya devam edeceğim. Onların uydurdukları binlerce uydurma hadis sayesinde insanlar İslam’ı çok yanlış tanıdılar. Dünya çapında İslamofobi yayıldı. İnsanlar dinimizin bir sevgi dini olduğunu unutup İslam’ı dehşet ve terör dini olarak görmeye başladılar. Daha önceki yazılarımda uydurma zina, traş olmama, içki içme ile ilgili uydurma hadislerden bahsetmiştim. Bağnazlar bakın hırsızlar konusunda nasıl hadis uydurmuşlar:
Hırsızlıkta ısrar edenleri öldürün.  (1631-Ebû Dâvud-Nesâî)
Hırsızlıkta ısrar edenlerin öldürülmesi, Kuran’da asla mevcut olmayan ve tabi ki bir başka uydurma hadisin ürünü olan bir hükümdür. Ve yine, korkunç bir cinayettir. Kuran’da hırsızlık yapan kişilerle ilgili hüküm şu şekildedir:
Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’tan, ‘tekrarı önleyen kesin bir ceza’ olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Maide Suresi, 38)
Bu ayette kesme fiili için kullanılan terimin Arapçası “İktauu”dur. Bu kelime, “kataa” yani kesmek fiilinin çoğul halidir. Kuran’da “kataa” fiilinin nasıl bir kesme şeklini tarif ettiğini, aynı fiilin geçtiği aşağıdaki ayetten anlayabiliriz:
(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf’a da:) “Çık, onlara (görün)” dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: “Allah’ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir” dediler. (Yusuf Suresi, 31)
Burada ellerine meyve soymak için bıçak verilen kadınların şaşkınlıktan ellerini kesip koparmadıkları açıktır. Tarif edilen ortamda elden kayan bıçağın deri üzerinde bir çizik oluşturduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kelimenin anlamını dikkate aldığımızda, kesme fiilinin “kesip, koparma” gibi bir hüküm taşımadığı, sadece caydırma amaçlı veya o kişinin hırsızlık yaptığına dair belirleyici ve böylece tekrarı önleyen bir çiziği ifade ettiği ortaya çıkmaktadır.
Hırsızlık hükmü ile ilgili olarak Kuran’a bakıldığında, her suçta olduğu gibi burada da affetmenin ön plana çıktığını görürüz.Kuran’da hırsızlık ile ilgili hükmün tarif edildiği Maide Suresi 38. ayetten bir sonraki ayet, bu eylemi yapan kişinin affedilmesi üzerinedir. Elbette bunun için en büyük şart, yaptığı eylemin ardından kişinin tevbe etmesi ve davranışlarını düzeltmesidir. Ayette bu, açıkça belirtilmiştir:
Ancak kim işlediği zulümden (hırsızlıktan) sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Maide Suresi, 39)
Burada belirtilmesi gereken önemli bir diğer nokta da, hırsızlık eyleminin sebebi olmalıdır. Hırsızlıkla ilgili Kuran’dan söz konusu hükmün uygulanacağı toplumlar kuşkusuz ki Kuran’ın şeriatına bağlı İslam toplumlarıdır. Kuran’ın şeriatına bağlı bir İslam toplumunda ise bir yanda zenginlerin olup diğer yanda fakirlerin olduğu bir yapının bulunması mümkün değildir. Çünkü Kuran’ı esas alan toplumlar infak sisteminin mükemmel şekilde yaşandığı toplumlardır. Yani maddi imkânı olanlar, imkanı olmayanların daima koruyucusudur ve malı daima yoksullara vermekle yükümlüdürler. Konuyla ilgili ayet şu şekildedir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Bu genel bilgiyi verdikten sonra şu soruyu soralım: Hırsızlık neden yapılır? Birinci sebep ihtiyaçtır. Bir insan zor durumda kaldığı, borçlandığı, yoksullukla boğuştuğu için yanlış bir tercih olarak hırsızlığa başvurabilir. Oysa Kuran’ın himayesi altındaki böyle bir toplumda zor durumda kalan, borçlanan, yoksullukla boğuşan bir insanın olması mümkün değildir. Yoksullar, maddi imkânı olanlar tarafından korunurken, zor durumdaki kişilerin borçlarıyla ilgili hüküm Kuran’da; “...(Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” (Bakara Suresi, 280) ayetiyle net olarak belirtilmiştir.
Hırsızlığın muhtemel ikinci sebebi ise zihinsel, psikolojik rahatsızlıklar olabilir. Bu, zaten kişinin tedavisini ve rehabilitesini gerekli kılan özel bir durumdur ve söz konusu kişi suçlu değil hastadır. Bu ikisi dışında insanları hırsızlığa sürükleyebilecek pratikte bir sebep bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, İslam toplumlarında hırsızlık gibi bir suçun meydana gelmesi en baştan önlenmiş olmaktadır.
Bütün bunları göz ardı eden hurafeciler İslam’ı ölüm ve vahşet dini olarak tanıtmaya çalıştıklarından, bu konuda da Kuran’a tamamen aykırı bir hüküm koymuşlardır. Hırsızlık haram bir fiil olmakla birlikte çoğu zaman hırsızlık yapmış olan kişinin ihtiyaç içinde veya hasta olup olmadığı onları ilgilendirmez bile. Oysa ihtiyaç içinde olan da, hasta olan da Müslümanların sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğu görmedikleri gibi, bu bağnazca hüküm nedeniyle pervasızca cinayet işleyebilmektedirler. Bu sahte hükmü koyanlar, kendilerince Kuran’ı (Haşa) beğenmemekte, kendi sapkın zihniyetlerine uygun bulmamakta, Kuran’ın adaletsistemi yerine kendi adalet sistemlerini kurmaya kalkmaktadırlar. Kuran’a baktığımızda ise bu vahşetin yerine daima sevgi ve bağışlayıcılığı görürüz.