Antony Flew: “Yanılmışım Tanrı Varmış’”
Bildiğiniz gibi ünlü İngiliz felsefeci Antony Flew2004 yılında Tanrı’ya olan inancının değiştiğini açıklamıştı. Peki ama bu ünlü ateistin fikrinin değişmesinin nedeni neydi? Bu kişi yıllarcaateizmin savunucu olmuş ve fikirleri dünya çapında yayılmıştı. Flew fikirlerinin değişme nedeninin evrende çok müthiş bir düzen olduğunu bilimle görmek ve düzeni koyan üstün bir aklın varlığını kabul etmek olarak açıklıyor. Evrendeki düzen öyle hassas bir düzen ki, en ufak bir şeyi değiştiremiyorsunuz. Bu da kainatı yaratan Allah’ın varlığını açıkça ortaya koyuyor.
Antony Flew’u çağdaşı olan birçok ateist düşünürden ayıran temel özelliği, yenilikçi ateist teoriler geliştirmesi ve bunları yazdığı makalelerle entelektüel dünya ile paylaşmasıydı. Örneği “ Teoloji ve Yanlışlama” başlıklı makalesi yıllarca tartışıldı. 1950 yılında Flew tarafında yayınlanan bu makale, son yüzyılın en çok basılan felsefi metni oldu.
Zaman içinde Flew, bilimsel gelişmelerin ışığı altında görüşlerini değiştirdi. Daha önceden teorisini geliştirdiği ateist düşünceyi terk etti ve bir yaratıcının varlığını kabul ettiğini açıkladı. Bu açıklaması doğal olarak düşünce dünyasında çok etkili oldu. Böyle bir kişinin nasıl olup da düşüncelerini, değiştirdiği merak edildi, bağnaz ateist çevrelerce hakarete varan ifadelerle itham edildi.
Zaman içinde Flew, bilimsel gelişmelerin ışığı altında görüşlerini değiştirdi. Daha önceden teorisini geliştirdiği ateist düşünceyi terk etti ve bir yaratıcının varlığını kabul ettiğini açıkladı. Bu açıklaması doğal olarak düşünce dünyasında çok etkili oldu. Böyle bir kişinin nasıl olup da düşüncelerini, değiştirdiği merak edildi, bağnaz ateist çevrelerce hakarete varan ifadelerle itham edildi.
Flew inançsızlıktan inanca yaptığı bu yolcuğu anlatan bir kitap kaleme aldı. İşte “ Yanılmışım Tanrı Varmış” başlığı bu kitaba ait.
Peki ama nasıl olmuştu da Flew bu kadar düşüncesini değiştirmişti? Düşünce biçiminde bir değişikliğin olmadığını söyleyen Flew, bilimin ışığında düşüncelerinin vardığı noktanın değiştiğini şöyle ifade ediyor:
Tanrı’yı keşfimin, doğaüstü fenomenden hiç bahsetmeden tamamen doğal bir düzeyde geliştiğini altını çizmeliyim. Geleneksel olarak doğal teoloji denen bir uygulamaydı. Bilinen dinlerin hiçbirisiyle bir bağlantısı olmadı. Ayrıca Tanrı ile ilgili kişisel bir deneyimim yada doğaüstü veya mucizevi denecek türden bir deneyim yaşadığımı da iddia etmiyorum. Kısacası Tanrı’yı keşfedişim inancın değil, muhakemenin bir yolculuğudur.(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 93)
Flew inançsızlıktan inanca doğru yaşadığı bu serüveni kısaca kitabından şöyle özetliyor:
“ …Şimdi kartlarımı, yani kendi görüşlerimi ve bunları destekleyecek nedenlerimi masaya dizme sıram geldi. Artık evrenin sonsuz bir zekâ tarafından var edildiğine inanıyorum. Bu evrenin karmaşık kanunlarının bilim adamlarının Tanrı’nın zihni dedikleri şeyi ortaya koyduğuna inanıyorum. Hayatın ve çoğalmanın ilahi bir kaynaktan başladığına inanıyorum. Yarım yüzyıldan fazla bir süre boyunca ateizmi açıklayıp savunduktan sonra neden buna inanıyorum? Bunu kısaca şöyle cevap verebilirim: modern bilimin ortaya çıkardığı dünya resmi, benim gördüğüm şekliyle böyle. Bilim doğanın Tanrı’ya işaret eden üç boyutuna ışık tutuyor. Bunlardan ilki doğanın kanunlara uyduğu gerçeği. İkincisi, hayat boyutu; maddeden kaynaklanan ve zekice organize edilip amaca yönelik hareket eden varlık boyutu. Üçüncüsü ise doğanın varlığı. Ancak bana rehberlik eden sadece bilim olmadı. Klasik felsefi iddiaların yeniden incelenmesi de bana yardımcı oldu.” (Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 90)
Doğadan var olan kanunlar sadece Flew’u etkilemedi. Einstein da “Evrende en anlaşılmaz şey, onun anlaşılabilir olmasıdır” diyerek bu düzen hakkındaki düşüncesi ifade etmiştir.
Doğa kanunları hakkındaki görüşünü Flew şöyle ifade ediyor:
“… Bir zamanlar bu tasarım argümanını sert bir şekilde eleştirmiş olsam da artık şunu anladım ki; buargüman doğru bir şekilde formüle edildiğinde Tanrı’nın varlığına ilişkin inandırıcı bir ifade teşkil etmektedir. Bu görüşe varmamda özellikle iki alandaki gelişmeler yol açmıştır. Bunların ilki doğa kanunlarının kaynağı sorusu ve günümüzdeki saygın bilim adamlarının bu konu ile ilgili görüşleridir. İkincisi ise yaşamın kaynağı ve üreme sorunudur…”(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 96)
Kanun Varsa Bir Kanun Koyucu vardır:
“ Doğa kanunlarının ilahi kaynağı hakkında yazılar yazan birkaç felsefeci olmuştur. Oxford Üniversitesi’nden felsefeci John Foster “The Divine Lawmaker” adlı kitabında, doğadaki düzenlerin nasıl tanımlarsanız tanımlayın, en iyi biçimde ilahi bir akılla açıklanabileceğini ileri sürüyor. Eğer kanunların olduğu gerçeğini kabul ediyorsanız, evrende bu düzeni sağlayan bir şey olmalıdır, bu düzeni hangi etken( veya etmen) sağlamaktadır? Barrow (Templeton ödülü alan bir felsefeci), tüm düzenin tek ciddi kaynağının teistik seçenek olduğunu, böylece” dünyadaki düzenleri sağlayarak kanunları yaratan Tanrı- teistlerin inandıkları Tanrı- olduğu sonucuna rahatlıkla varabileceğimizi” iddia ediyor ve kanunların varlığını inkar etseniz bile, “düzenleri Tanrı’nın aracılığına başvurarak açıklamak için güçlü gerekçeler vardır.”diyor(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 106-107)
Evrende ince bir ayar olduğun ifade eden yazar bu konuda birçok bilim adamının görüşlerine yer verdikten sonra kendi görüşlerini şöyle açıklıyor:
“İnce ayara ilişkin argümanlar hakkında üç şey söylenebilir. Öncelikle, belirli kanunları ve değişmezleri olduğu bir evrende yaşadığımız ve bunların bazılarının farklı olması durumunda yaşamın mümkün olamayacağı inkâr edilemez bir gerçekliktir. İkinci olarak, mevcut kanunlar ile değişmelerin yaşamın devam etmesini sağlıyor olması gerçeği yaşamın kaynağı sorunun cevabını vermemektedir. Göstermeye çalışacağım üzere bu oldukça farklı bir sorudur; bu koşullar yaşamın başlaması için gerekli ama yeterli değildir. Üçüncü olarak, kendilerine özgü doğa kanunları bulunan birden fazla evren olabilmesinin mantıken olası olduğu gerçeği, bu tür evrenlerin gerçekten var olduğunu göstermez. Şu an için birden fazla evren oluğu görüşünü destekleyecek herhangi bir kanıt yoktur. Bu hala spekülatif bir fikir olarak kalmaya devam edecektir.”(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 114)
Evrendeki var olan hassas dengeler için bir açıklama arayan ateist düşünürler çoklu evren modeli ortaya atmışlardı. Fakat bu açıklamanın konu çözmediğini düşünen Flew kitabında şöyle diyor:
“Daha önce de bahsettiğim gibi, birden fazla evren alternatifini pek faydalı bulmamıştım. Birden fazla evren olduğu yönündeki varsayımın tam anlamıyla işe yaramaz bir alternatif olduğu iddia ediyorum. Bir evrenin varlığı bir açıklama gerektiriyorsa birden fazla evrenin varlığı çok daha büyük bir açılama gerektirir; Bu evrenlerin toplam sayısı sorunu daha da büyütmektedir. Bu durum, öğretmenini ev ödevini köpeğinin yediğini inandıramadığı için hikâyesini ev ödevini sayılmayacak kadar kalabalık bir köpek sürüsünün yediği şeklinde değiştiren öğrencinin durumuna benzemektedir.”(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 129)
Yaşam Nasıl Başladı?
Yaşamın başlangıcı hakkındaki ateist açıklamanın yetersizliğini fark eden Flew, DNA’nın incelenmesi, inanılmaz karmaşık yapısının ortaya çıkmasından sonra tümüyle değiştirdiğini kitabında ifade etmektedir. Bir yaratıcının varlığını ortaya koyan en önemli kanıtlardan bir tanesidir DNA. Sahip olduğu kodlama sistemi ve onun kullanımı, araştırmacıları hayran bırakmaktadır.
Flew DNA’nın sahip olduğu bu kompleks yapıyı şöyle ifade etmektedir:
“… Yaşamın kaynağının bir üçüncü felsefi boyut ise bütün yaşam biçimlerinin temel unsurlarından biri olan kodlama ve bilgi işlemenin kaynağı ile ilişkilidir. Hücre hakkında şu anda bildiklerimizi çevreleyen bol miktarda güzel anlatım olduğu belirten matematikçi David Berlinski bu boyutu gayet güzel tanımlamaktadır.
DNA’daki genetik mesaj kodlanarak çoğaltılır ve ardından RNA’daki mesajın amino asitlere aktardığı dönüştürme süreci gerçekleşir ve son olarak amino asitler bir araya gelerek proteinleri oluştururlar.Hücre aslında birbirinden farklı iki bilgi yöntemi ve kimyasal faaliyet yapısı, evrensel genetik kod tarafından koordine edilir. “ (Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 120)
Canlı Hücresindeki bu kodlama üzerinde detaylı bir şekilde durduktan sonra Ünlü bilim yazarı Paul Davies’e atıfta bulunarak, DNA’ya dikkat çekiyor:
Paul Davies de aynı sorunun altını çizmektedir. Davies, biyojenez kuramlarının çoğunun yaşamın kimyasına odaklandığını belirtmektedir. “Fakat yaşam, yalnızca karmaşık kimyasal tepkimelerden ibaret değildir. Hücre bile kendi başına bir bilgi depolama, işleme ve kopyalama sistemidir. Öncelikle bu bilginin kaynağını ve bilgi işleme mekanizmasının nasıl var olduğunu açıklamamız gerekmektedir. “(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 122)
Bilim Adamları Bir Yaratıcıyı İşaret Ediyor:
Flew kitabında ayırdığı bir bölümde ünlü bilim adamlarının da bir yaratcıyı kabul ettiklerini ifade etmektedir. Özellikle Einstein ve Hawking’in üzerinde duran Flew, bu kişilerin inançsız gibi gösterilmeye çalışılmasının bir çarpıtma olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını ifade etmektedir:
“Önemli nokta yalnızca doğada düzenlerin olması değil, bu düzenlerin matematiksel olarak kesin, evrensel ve “birbirine bağlı” olmasıdır. Einstein bunlara “somut mantık” diyordu. Bizim sormamız gereken soru, doğanın bu şekilde bir bütün halinde nasıl geldiğidir. Bu kesinlikle Newton, Einstein ve Heisenberg gibi bilim adamlarının sordukları ve cevapladıkları sorudur. Bu kişilerin buldukları cevap Tanrı’nın aklı olmuştur.”(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 96)
“Hawking kendisiyle daha sonra yapılan röportajlarda bu konu hakkında şunları söylemişti: “
En büyük kanıt evrendeki düzendir. Evren hakkında daha fazla şey keşfettikçe evrenin mantıklı kanunlarca yöneltilmekte olduğuna dair daha fazla şey keşfederiz. Ve aklımızda hala şu soru olur: Evren var olma nedeni nedir? İsterseniz Tanrı’yı bu denklemin cevabı olarak tanımlayabilirsiniz.”(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 97)
Flew bu ve benzeri alıntılarla yansıtılanın aksine birçok bilim insanının bir Tanrı inancı olduğunu ortaya koyuyor. Özellikle Einstein’ın birçok alıntısına yer verirken, onun da bir yaratıcı inancı olduğunu anlatıyor.
Ateist düşüncenin bakış açısını ortaya koyan Flew, kitabında ateistlere bir soru sorarken aynı zamanda da bir tespitte bulunmuş oluyor:
Şimdi ateist olmayan insanlara genellikle, bilimsel zihniyete sahip dogmatik ateistlerin “Yine de bir Tanrı olabilir” ifadesini kabul etmeleri için yeterli olduğunu kabul edecekleri bir nedene dair akla gelecek bir kanıt yokmuş gibi geliyor. Bu nedenle eski ateist arkadaşlarıma şu temel soruyu soruyorum: “En azından üstün bir zihnin varlığını düşünmeniz için bir neden oluşturmak üzere ne olması ya da ne olmuş olması gerekir? “(Yanılmışım Tanrı Varmış, A. Flew, sf. 135)
Bu soru ateistlerin kendileri sorması gereken önemli bir sorudur. Acaba bir yaratıcı düşüncesine tümüyle kapalılar mı? Eğer kapalı değillerse, evrende var olan ve ortaya konan bu delilere nasıl görmezlikten gelebiliyorlar? Bu düşünceye kapalı olanlara ise söylenebilecek çok fazla bir şey olmamaktadır. Bağnazca inandıkları ateist düşünce kör bir inanç şeklinde bağlanmaktadırlar.
Flew, inaçsızlıktan inanca giden yolculuğunu ve bunun nedenlerini tatmin edici delillerle kitabında okuyucuya aktarmış. Neden bu dünyada varız? Nasıl var olduk? Evrenin sebebi nedir, gibi soruların cevabını araştıran herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap olduğunu da özellikle belirtmek istiyorum. Bilime rağmen değil, bilimin gösterdiği yöne, bir Tanrı inancına yönelen 80’li yaşlarını yaşayan bu insanın macerasını okurken, hem inanan kişiler kendileri için bazı deliller bulacaklar, hem de bağnazca ateizme inanan insanlar belki de kendilerini sorgulama imkânı bulacaklar diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder