2 Eylül 2014 Salı

Denizin göz kamaştıran mücevherleri: İnciler


Denizin göz kamaştıran mücevherleri: İnciler, Resimler
İnsan dünyaya ne kadar ülfetle bakıyor değil mi? Kapkaranlık okyanusların yüzlerce metre derinliğinde bir kabuğun içerisinde kendi kendine muhteşem bir inci tanesi oluşuyor. Yine kapkaranlık madenlerin çamurlu topraklarının içinden pırıl pırıl parlayan elmaslar çıkıyor. Dünyanın dört bir yanıaltın ve gümüş ile bezeniyor. Tüm bunlar Rabbimizin eşsiz sanatının ve güzelliğinin kainata saçılmış halidir. Ve hepsi insanın hizmetine verilmiştir.
Altın, gümüş ve inci aynı zamanda cennet süsleridir. Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; ordaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Böylelikle Allah, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır. (Maide Suresi, 85)
Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (Kehf Suresi, 31)
Allah’ın dünyada insanlara vediği ve kadına da en çok yakışan süslerden biridir inci. İnciler ihtişamlı güzelliklerinin yanı sıra, her yönden ilginç özelliklere de sahiptirler. İncileri genellikle inci midyesi denilen ve pek çok türü bulunan istiridyeler üretirler. Bu istiridyelerin kabuklarının dirençleri oldukça yüksektir. Açılması son derece zor olan dış kabuklarının kalsiyum karbonat esaslı olan bileşimleri birçok düşman için de caydırıcıdır.
Kalsiyum karbonat maddesi aynı zamanda istiridyenin inciyi oluşturmasında da önemli rol oynamaktadır. İstiridyeler içlerine kum, çakıl veya zarar verecek parazit organizmalar girdiğinde bundan rahatsız olurlar. Bu gibi durumlarda bir korunma yöntemi olarak bu davetsiz misafiri izole ederler ve üzerini sedefle kaplamaya başlarlar. İşte bu kaplama işlemi, incinin oluşumundaki ilk aşamadır. İstiridyenin içine giren yabancı cisimler, incilerin oluşması için bir çekirdek görevi görürler. Yıllar boyunca bu çekirdek maddenin üstü, ince kalsiyum karbonat katmanlarının üst üste gelmesiyle kaplanır.
Peki istiridyenin içinde sedef maddesi nasıl oluşmaktadır? İstiridyenin iç derisindeki katmanlarda sedefi oluşturan iki ana madde bulunur. Bir katmanda inciyi meydana getiren ve “aragonite” adı verilen, kalsiyum karbonat içerikli bir mineral, diğerinde ise incideki bu aragonite maddesini bir arada tutacak olan uhu benzeri “conchiolin” maddesi bulunur. Aragonite yarı şeffaf bir madde olduğu için inciye parlaklık kazandırır. Bu iki maddenin istiridye adlı beyni bile olmayan bir canlı tarafından üretiliyor olması, sonra bunların bir araya gelip bir toz tanesini kaplayarak inci gibi bir güzelliği oluşturması elbette ki muazzam bir mucizedir.
İstiridyenin korunma amaçlı ürettiği inci, insanlar için estetik bir süs olarak yaratılmaktadır. Allah Rahman Suresi’ndeki “İkisinden de inci ve mercan çıkar.” (Rahman Suresi, 22) ayetiyle Kuran’da incilere dikkat çekmiştir. Şimdi inci ile ilgili resimlerimize bakalım.
inci 1inci 2inci 3inci 4inci 5

Modern İslam deyince ne anlamalıyız?


Modern İslam deyince ne anlamalıyız?
Modern İslam konusunu çok fazla soranlar var, çok farklı yorumlayanlar var. Ya da hem dindar olunup hem de modern olunamayacağını düşünen insanlar var. O yüzden bu konuda insanlardan gelen bazı soruları cevaplamakta fayda var.
Bende yazılarımda bildiğiniz gibi sürekli yobazların anlattığı ve insanlara dayatmaya çalıştığı dinin gerçek dinimiz olmadığını anlatıyorum. Peki modern İslam deyince ne anlamalıyız? Şimdi bu soruya cevap verelim. Modern İslam demek İslam’ın modernize edilmiş hali demek değildir. Bazı kişiler İslam’ı faklı, modern İslam’ı farklı anlıyorlar. Halbuki bizim modern İslam diye anlattığımız peygamberimizin ve sahabelerin yaşadığı İslam’dır ve yalnızcaKuran’a dayanır. Peygamberimizin ve sahabelerin döneminden sonra insanlar birtakım hurafelerle peygamberimizin döneminde yaşanan o güzel ruhu, Kuran’daki güzel yaşamı değiştirmeye çalıştılar. Bu şekilde de Kuran’da olmayan, İslam ile taban tabana zıt, çok farklı bir din anlayışı ortaya çıktı. Böylecebağnazlık dünyanın dört bir yanına İslam adı altında yayıldı.
Halbuki bağnazlık dediğimiz bu sistem Kuran’da anlatılan gerçek İslam ile taban tabana zıttır. Öncelikle bugüne kadar gelmiş geçmiş Müslümanlar içinde en modern olan Müslümanın peygamberimiz olduğunu söyleyelim. Kuran’a tam uymasıyla, nur gibi yüzüyle, tertemiz olmasıyla, sevgi dolu olmasıyla, güzel ahlakıyla, bir ortama girdiğinde heybetiyle, hikmetli konuşmasıyla, asaletiyle, güzel kıyafetleriyle, görgüsüyle tüm Müslümanlara örnekti. Peygamberimiz yaşadığı dönemde yalnızca Kuran’ı uyguladı, o dönemde ne mezhepler vardı, ne de başka uygulamalar vardı. Peygamberimiz bu dönemde de yaşasaydı en modern Müslüman olurdu.
Modern Müslüman dediğimizde gerçek anlamda samimi bir Müslümandan bahsediyoruz. Bu Müslüman Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşar, Allah’ın kendisine çizdiği ve Kuran’da belirttiği bütün helalleri, haramları uygular, fakat  bunları en kaliteli, en nezaketli, en klas tavırlarıyla gösterir. Üzerinde hiçbir basitlik yoktur. Tam anlamıyla sevgi doludur, şefkatli ve merhametlidir, çok güzel ahlaklı ve nezihtir.
Yaşadığımız bu dönemde İslam’ın modernize edilmesi, ya da reforme edilmesi söz konusu değildir. İslam’ın hurafelerden arınması ve temizlenmesi mevzu bahistir. Bu da ancak peygamberimizin yaşadığı ve anlattığı Kuran’a dayalı islam’ın tüm dünyaya tebliğ edilmesi ile gerçekleşir.
Bağnaz zihniyete baktığımızda bu sözde İslam olarak dayatılan dinin tamamen hurafelerle dolu, batıl ve şeytani bir din olduğunu da muhakkak belirtmek gerekiyor. Çünkü Kuran’da yaşanan İslam’da göre demokrasi ve fikir özgürlüğü vardır. İnsanların hayat şekillerine hiç karışılmadan, müdahale edilmeden, hangi kesimden olursa olsun, komünisti de, Hıristiyan’ı da, Musevi’yi de tam olarak kıcaklayan, onların yaşama haklarını koruma altına alan bir ahlak vardır. Kuran’da hiçbir şekilde baskı yoktur. Tam tersine herkes serbest bırakılmıştır, dinde zorlama yoktur. İnsanlar hangi görüşte ve nasıl yaşamak istiyorlarsa diledikleri gibi yaşayabilirler. Din tebliğ edilir, Kuran’a göre İslam’ın nasıl yaşanması gerektiği anlatılır, ama seçme hakkı tamamen insanların kendisine kalmıştır.
Modern İslam’da fikir özgürlüğünün ve demokrasinin tam anlamıyla yaşandığını görüyoruz. Modern İslam dediğimizde şu anda üniversite gençliğinin ya da batı dünyasının İslam’a olan bakış açısını tamamen kaldıracak bir sistemle karşılaşıyoruz. Şu anda batıda hızla yayılan İslamafobi bağnazlığın tamamen ortadan kalkmasıyla ve hurafelerin dinimizden temizlenmesiyle son bulacaktır. Batı dünyası terörizmle İslam arasında en ufak bir bağlantı olmadığını bu şekilde anlayacaktır.
Şu anda Ortadoğu’da İslam adı altında korkunç bir vahşetin yaşandığına şahit oluyoruz. Mezhep kavgaları yüzünden Müslüman Müslüman kardeşini hiç düşünmeden öldürüyor. Başka dinden olanların katli vacip görülüyor. Müslüman ülkelerde yaşanan bu katliamlar  tüm dünyaya din adına yapılmış gibi gösteriliyor. Bu tamamen Kuran ile çelişen bir durumdur. Kuran’da Allah bir ayetinde “Sizin dininiz size, benim dinim bana” der. (Kafirun Suresi, 6) Böylelikle Müslüman’ın başka bir insana din adı altında hiçbir şekilde dayatma yapamayacağı Kuran’da bildirilir.
Sonuç olarak bağnazların dinimize ne kadar zarar verdikleri ortadadır. Kendi sevgisizliklerini, kendi öfkelerini, kendi basitliklerini, kendi kirli hayatlarını dünyaya gösterip “Müslüman dindar böyle olur” dediler.  Onlara göre kadın baskı altına alınmalıydı, çalışmamalıydı, hor görülmeliydi, evden çıkmayıp eşine hizmet etmeliydi. İbadetler yüzlerce hurafe uydurularak iyice zorlaştırıldı. Başka dinden olanlar tamamen düşman olarak görüldü. Halbuki bu uydurulan yüzlerce hadisin Kuran ile uzaktan yakından alakası yoktu. Kuran kadını yüceltir, sevgiyi ve şefkati esas alır, kadına baskı yoktur. İbadetler son derece kolaydır. Haramların sayısı birkaç tanedir, yobazların uydurduğu gibi yüzlerce değil. Diğer dinden insanlarla evlenilebilir, onların sofralarında beraber yemek yenir. Kuran’da savaş anında bile esirlere mükemmel bir ahlak gösterilmesi bildirilir, Müslümanlar esirlere kendi yemeklerinden yedirip onları güvenliğe ulaştırmakla yükümlüdürler.
Allah Kuran’da bağnazların kendi elleriyle yazdıkları haramlara ve helallere dikkat çeker. Bu yüzden müminler bu konuda çok dikkatli olmalılar ve çevrelerindeki insanlara gerçek dinimizin Kuran olduğunu mutlaka anlatmalılar. Bu şekilde çok daha fazla insanın İslam’ı tanımasına ve iman etmesine vesile olurlar.
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Nahl Suresi, 116)

Hz. Mehdi’nin “bakır” lakabı olacak…


Hz. Mehdi’nin “bakır” lakabı olacak…
İyiler, güzeller, doğrular, sevgi dolu kalpler, hepsi Hz. Mehdi'nin çevresinde toplanacak.

Peygamberimiz Hz. Mehdi için bir hadisinde şöyle buyuruyor:
Peygamberimiz "Benim neslimden olan 40 yaşındakiMehdi'dir. Yüzü gökyüzünde parlayan yıldız gibidir. Sağ yanağında siyah bir nişan vardır. Üzerinde pamuklu iki giysi bulunur. Sanki o, hazineleri çıkartan, şirk şehirlerini fetheden Ben-i İsrail'den birisidir. 
"Mehdi, Mekke'de Peygamberimizin sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle yatsı vaktinde çıkar. Yatsı namazını kılınca yüksek sesle şu çağrıyı yapar:
"Ey insanlar, size Cenab-ı Allah'ı hatırlatırım, sizin yeriniz Rabbinizin yanıdır. Yüce Mevla peygamberler gönderdi, kitaplar indirdi ve size O'na karşı hiçbirşeyi şirk koşmamayı emretti. Allah ve Resulüne itaat etmenizi emretti. Kur'an yaşadığı sürece yaşamınızı, Kur'an yok olduğu zaman da yok olmanızı emretti. Doğru yolu bulmada yardımcı olmanızı, takvada ise bütünleşmenizi emretti. Çünkü dünyanın sonu yaklaşmıştır. 
Hz. Mehdi’nin İmam-ı Muntazar (Beklenen İmam), El Mehdi (Hidayet olunmuş), Halef-i Salih (Allah evliyalarının liyakatli halifesi), Mansur (Allah tarafından yardım edilen), Sahibi’l-Emr (İlahi adaleti uygulamakla sorumlu olan), El Hadi (Hidayete sevk eden) gibi isimleri var. Bir de Hz. Mehdi’ye “bakır” lakabı verilecektir. Hz. Mehdi’nin “bakır” lakabını incelersek;
Arapça bir kelime olan Tebekkürün kökü, Tevessüü genişlik ve enginliği ifade eder. İşte tebekkürle aynı kökten gelen Bakır‘ın bir anlamı İLİMLERİ YARAN olduğu gibi bir anlamı da İLİMLERİ GENİŞLETEN demektir.
Zohar’da Kral Mesih’in (Hz. Mehdi’nin) “Bakır” sıfatı:
Hz. Musa’nın asasıyla denizi yarması gibi Kral Mesih’in de ilim denizlerini yaracağı anlatılmaktadır:
“Mısır’dan Çıkış sırasında Musa asasıyla denizi ikiye ayırdı. Son kurtuluş sırasında yine asa, “hikmet denizini yarıp açacak”tır. (Tikkuney Zohar #21, p.43a)
Müfessirler, Zohar’ın Tevrat’taki derin bilginin açığa çıkması hakkında; bunun gelecekte (ahir zamanda) ortaya çıkacağına işaret ederler.  Son kurtuluşun (Kral Mesih ile) gerçekleşmesi sırasında, bu asa kalem olacak ve bu derin sırların yazılı olarak gözler önüne serilmesiyle “hikmet denizi açılacak” ve bu sayede tüm insanlık Allah’a imanı anlayacaktır. (cf. Likutey Halakhot Pikadon 5:40-42)
Hz. Ali’nin Hz. Mehdi’yi “Bakır” lakabıyla anması:
Ali aleyhisselam şöyle buyurdu: “O kavim, ahir zamanda gelecek. Onlar sonbahar bulutları gibidirler. Her kabileden bir, iki, üç ve sonunda sayıları dokuz kişiye ulaşacak. Allah’a andolsun ki ben onların emirini, adını ve gidecekleri yeri tanıyorum. Sonra ayağa kalkarak şöyle buyurdu: “Bakır (Yaran), Bakır, Bakır!”  Sonra şöyle buyurdu: “O benim zürriyetimden biridir. Hadisleri yaracaktır.”
“Bakır” lakabı niçin verilir?
Örnek: Muhammed Bakır, imameti döneminde ilim devrimini başlattı; İslam hakikatlerini, İslam’ın inceliğini ve kısacası İslam ilimlerini yayınladılar.
Bu yüzden Peygamberimiz (sav) kendilerini ‘Bakır’ diye adlandırmıştı.
Lisan’ul Arab kitabında şöyle der: “İmam Bakır, bu lakapla adlandırılandır. Çünkü ilmi yarandır. İslam ilimlerinin temelini tanıdı. Ayrıntılarını derk etti (kökünden kavradı) ve onları genişletti.”

Hayat bu kadar işte...


Hayat bu kadar işte...
Hayat o kadar kısa ki, adeta bir göz açıp kapaması kadar kısa bir vakitte insan yaşlanıyor.

Broke Shileds muhteşemgüzelliğe sahip bir kadındı. Onun gençliğindeki güzelliğini görüp de beğenmeyecek bir kişi yoktur sanırım. İnsan zannediyor ki bu güzellik hiç bozulmayacak, o genç beden günden güne güzelleşecek ama hiç yaşlanmayacak…
Ama yıllar hızla akıp gidiyor. Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, nerdeyse iki on senede kadının gençliğinden ve güzelliğinden eser kalmıyor. Yüzde çizgiler git gide artıyor. O masumluk kayboluyor. Yerini sert hatlar ve derin çizgiler alıyor. Kısacası gençlikteki o müthiş güzellik yerini tamamen yaşlı ve çökmüş bir bedene bırakıyor.  İnsan kendisi için hiç böyle bir durumla karşılaşmaz zannediyor ama yaşlılıktan kurtulan tek bir insan bile olmuyor.
Allah bu durumu ayette ne kadar hikmetli bir şekilde tarif ediyor. Taptaze güzel bir ekin kısacık bir süre geçince sapsarı kesiliyor ve adeta bir çer çöpe dönüşüyor:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir ‘çoğalma-tutkusu’dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Eğer insan iman etmezse ve gerçek hayatın asıl ölümden sonra başlayacağını bilmezse bedenindeki çöküntü ve yaşlanma karşısında adeta şoka uğrar ve çok acı çeker. Hâlbuki bu kadar güzel bir kadının böyle yaşlanması dünya hayatının bir gerçeğidir. Bizler dünya için değil ahiretteki sonsuz hayatımız için yaratıldık. İman eden kadın, kalbini Allah’a bağlayan kadın, kısacık hayatını Allah rızası için geçiren kadın zaten ölümden sonra muhteşem bir bedenle sonsuz cennet hayatına adım atacaktır. Bunu bildiği için dünyadaki bu yaşlanmanın da geçici olduğunu bilir. Ama hayatı sadece dünyadan ibaret sananlar ve ölümle bedenlerinin yok olacağına inananlar bu kısacık sürede bu kadar yaşlanmanın müthiş sıkıntısını çekerler. Çoğu sanatçının depresyona girmesinin ve dünyadan nefret etmesinin nedeni budur. Aynaya bakınca eski güzelliklerinden eser kalmadığını görmek onlara çok ağır gelir.
Kalbini Allah’a bağlayan ve iman eden insanların yaşlılığı da güzel olur, onların yüzünde nur vardır, secde izi vardır. Tevazuları ve güzel ahlakları yüzlerine ve bedenlerine yansır. Onlarda yaşlılıkla birlikte sert ve çirkin hatlar oluşmaz. Peygamberimiz de vefat ettiğinde üzerinde çocuk güzelliği vardı. Allah mümine özel bir heybet ve güzellik verdiğinden yaşlılığında da bu güzelliği ve tatlılığı devam eder.
İman eden insanlar daha yolun başından sonunu görür. Dünya hayatı imtihanla doludur. Bu çetrefilli yoldahastalık vardır, zorluk vardır, yokluk vardır, yaşlanma vardır, yüzün çizgilerle dolması vardır ve sonunda da kaçınılmaz bir şekilde ölüm vardır. Ölüm gerçeğini göz ardı edip dünyaya daldığında insan çok büyük kayba uğrar. İşte o zaman dünya hayatında başına gelen her şeye hazırlıksız yakalanır. Yaşlandığına üzülür, malını kaybetse üzülür, bedenine zarar gelse üzülür. Oysa dünya hayatı çok eksik yaratılmıştır. Ne yaparsak yapalım o beden çökecek ve bir gün toprağa girecektir. Bundan hiçbir şekilde kurtuluş yoktur.
Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Ali İmran Suresi, 185)
Hayatın ancak din ile bir anlamı var. Eğer din olmazsa bu kısacık hayatın hiçbir değeri olmaz. İman etmeyen insanın da değeri olmaz. Dünyanın geçiciliğini çok iyi düşünüp geç olmadan kalbi Allah’a teslim etmek gerek. Çok kısa bir süre sonra hepimiz ama hepimiz bu dünyayı bırakıp ahirete gideceğiz. 50-60 yıl sonra bizim tanıdığımız hiç kimse artık bu dünyada nefes almayacak. Bu yüzden geçici olan şeylere değer vermeyi bırakıp, asıl değer verilmesi gereken şeylere imana ve Allah’ın rızasını kazanmaya kendimizi adamalıyız.
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir; (Şura Suresi, 36)
Aşağıdaki resimleri de dünyanın nasıl değersiz bir yer olduğunun görülmesi için hazırladım. Umarım herkesin durup bir an için düşünmesine ve dünyanın geçiciliğini fark etmesine vesile olur.

Allah’ın üzerimizdeki bağışlayıcılığı olmasa ne yapardık?


Allah’ın üzerimizdeki bağışlayıcılığı olmasa ne yapardık?
Hepimiz Allah'ın bağışlayıcılığına ve merhametine sığınıyoruz.

Öncelikle yazılarımı büyük bir içtenlikle ve samimiyetle yazdığımı söylemek istiyorum. Bu yazılar iman edenlerin imanlarına iman katmak için yazılıyor. Aynı zamanda kalbi imana yatkın olan ama daha henüz iman etmemiş insanlar için yazılıyor. Her gün yazılarımı kaç kişi okuyor bilmiyorum ama umarım okuyan birçok insanın kalbi imanla dolar, Allah’a daha çok yaklaşırlar. Yazılarımı yazmamın başka bir amacı da insanları yanlış bilgilerden kurtarmak.
Çoğu insan Kuran’ı bilmediğinden, kendi kafasından uydurduklarıyla, ya da insanlardan duyduklarıyla hüküm verebiliyor. Verdiği hüküm de Kuran’a göre çok yanlış olabiliyor. Birçok insan bugüne kadar işlediği günahlardan dolayı “Artık ben bittim, Allah nasıl olsa beni affetmez, bundan sonra ne yapsam kendimi düzeltemem” mantığında oluyor. Hatta bu düşüncelerini aynı bu şekilde ifade ediyor.
Oysa bu mantıklar tamamen şeytanın uydurması olan düşüncelerdir, insana kurulan bir tuzaktır. Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bir insan 30 yaşında da iman edebilir, 50 yaşında da, ya da çocukken de. Ve bu insanın asıl hayatı iman ettikten sonra başlar. Bunu hayatınızda tertemiz bir sayfanın açılması olarak düşünebilirsiniz. Bu tertemiz sayfadan önceki hayatınız ile artık aranızda bir perde çekilmiştir. Çünkü siz geçmiş hayatınızda iman nedir bilmiyordunuz, Kuran ayetlerini bilmiyordunuz, Allah sevgisi ve Allah korkusu nedir bilmiyordunuz. Dolayısıyla Allah’a tövbe edip, bağışlanma dileyip tertemiz bir hayata başlarsınız. Geçmiş günahlarınızdan endişelenmeniz yersizdir. Siz artık Allah’a teslim olmuş bir kulsunuz. Bu yüzden şeytanın bu yönde verdiği vesveselere sakın aldanmayın. 
Hepimiz insanız, hepimiz Allah’ın kuluyuz. Hepimizin içinde eğitilmek üzere bekleyen nefislerimiz var. Hepimiz bu dünyada sürekli imtihan oluyoruz ve nefsimizi cennet için eğitiyoruz. Sürekli imtihan olmak demek, ya da içte sürekli kötülüğü, bencilliği emreden bir nefis demek insanın zaman zaman hata yapması, ya da yanılması demektir. İnsan ancak derin bir imanla, akılla, samimiyetle, tam anlamıyla Kuran’a teslim olarak hata yapmaktan kurtulabilir. Ama bütün bunlara rağmen insan olduğu için, aciz olduğu için ve dünyada denendiği için yine de hata yapar. Bunun sonucunda da tövbe eder, sabreder ve Allah’ın bağışlayıcılığına sığınır. Unutmayın ki insan hatalarını düzelttikçe, nefsini eğittikçe, sabrettikçe ve tevekkül ettikçe değer kazanır.
Hiç düşündünüz mü, Allah’ın bağışlayıcılığı olmasa ne yapardık? Ama Allah kullarına karşı o kadar sevgi doludur ve o kadar şefkatlidir ki, Kuran’ın birçok ayetinde bağışlayan ve esirgeyen olduğunu bildirerek kullarını esirger. Bu yüzden hiç kimse işlediği günahlar nedeniyle “artık Allah beni bağışlamaz” şeklinde Kuran’a uymayan bir düşünceye saplanıp kalmasın. Allah Kuran’da samimi iman ettikten sonra kullarının günahlarını affedeceğini söyler. Burada önemli olan insanın iman ettikten sonra bile bile günah işlemeye devam etmemesi, samimi bir şekilde hatalarını terk etmesidir. Bundan sonra Allah’ı bağışlayan ve esirgeyen olarak bulacaktır.
Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve başkalarını) düzeltenler ve (indirileni) açıklayanlar(a gelince); artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim. (Bakara Suresi, 160)
Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. (Nisa Suresi, 17)
tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)
Ayetlerde Allah bizleri samimiyete çağırır. Bütün kötülükleri yapıp ettikten sonra ölüm anında edilen tövbeyi kabul etmeyeceğini bildirir. Bu yüzden samimiyetle Allah’a yönelmek gerek, henüz insanın önünde vakit varken günahlardan arınıp, tövbe edip, dosdoğru bir şekilde Kuran’a uyarak yaşamak gerek, Allah’ın çok bağışlayan ve esirgeyen olduğunu hiç unutmamak gerek…
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dilediğine mağfiret eder, dilediğini azaplandırır. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Fetih Suresi, 14)

Düşünme tembelliğinden kendinizi çekip kurtarın


Düşünme tembelliğinden kendinizi çekip kurtarın
İnsan düşünmekten kaçarak neler kaybettiğini bilse hiç bu belaya saplanmazdı.

Milyarlarca insan her gün uyanıyor, kalkıyor, hazırlanıp koşa koşa işine gidiyor. İşyerinde zaten çok yoğun bir tempo onu bekliyor. Bütün gün çalıştıktan sonra yine yorgun argın evine geliyor. Birkaç lokma yemek yedikten sonra da televizyonun karşısında uyuyakalıyor. Bu arada da yıllar gelip geçiyor. İnsan müthiş bir düşünce tembelliği içine girip, derin bir gaflette yaşadığını bir türlü fark edemiyor.
İnsan Allah’ın yarattığı ve düşünme yeteneği verdiği bir varlık. Ama nedense insanların çok büyük çoğunluğu hiç düşünmeden, son derece rutin bir hayatsürüyorlar. Oysa her insan kendisinin dahi farkında olmadığı bir düşünce kapasitesine sahiptir. İnsan bu kapasiteyi kullanmaya başladığında o güne kadar fark edemediği birçok gerçeği görür. Düşüncede derinleştikçe düşünme kapasitesi gelişir ve bu herkes için mümkündür. Ancak bu noktada önemli olan, insanın “düşünmesi” gerektiğini fark etmesidir. Çünkü düşünmeyen insan gerçeklerden tamamen uzak kalacak, yanılgılar ve yanlışlar içinde bir hayat sürecektir. Bunun sonucunda da dünyanın yaratılış amacını ve kendisinin yeryüzünde bulunuş amacını kavrayamayacaktır. Oysa Allah her şeyi bir amaçla yaratmıştır. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları bir ‘oyun ve oyalanma konusu’ olsun diye yaratmadık. Biz onları yalnızca hak ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler. (Duhan Suresi, 38-39)
Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? (Müminun Suresi, 115)
İnsan düşünmeye başladıkça bu dünyaya neden geldiğini sorgulamaya başlayacaktır, bu dünyanın neden yaratıldığını düşünüp anlayacaktır. Daha sonra tüm kâinatı yaratan Allah’ın farkına varacaktır. Bunun ardından O’na kul olmak üzere yaratıldığını fark edecektir. Bu şuurun ardından dünya hayatının geçiciliğini ve ahiretin varlığını kavrayacaktır. Daha sonra da hayatını dünyaya göre değil ahirete göre düzenleyip yaşayacaktır. Böylece milyonlarca gaflet içinde yaşayan insanın arasından çıkıp akıllı, imanlı ve samimi insanların arasına katılacaktır.
Allah bize dünya hayatında fırsat vermişken düşünmek ve düşündüklerimizden sonuç çıkartarak gerçekleri görmek, ahiret hayatımızda bizlere büyük bir kazanç sağlayacaktır. Bu nedenle Allah, elçileri ve kitapları aracılığı ile tüm insanları, kendilerinin ve tüm evrenin yaratılışı hakkında düşünmeye çağırmıştır. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)
Unutmayın ki, Allah Kuran’da sürekli insanlara “Düşünmezler mi, akletmezler mi” der. Bu yüzden insan düşünme kapasitesini sonuna kadar kullanıp her baktığı yerde Allah’ın delillerini, sanatını ve ilmini görmelidir. Kuran’la kendisine gönderilen ayetler üzerinde de derin derin düşünüp, hepsini hayata geçirmelidir.
O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah’a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Mü’min Suresi, 13)
Şimdi derin düşünmek ile ilgili resimlerimize bakalım.
 
düşünmek 1 düşünmek 2 düşünmek 3 düşünmek 4 düşünmek 5

Gökyüzü ile ilgili Kuran Mucizeleri neler -1?

Gökyüzü ile ilgili Kuran Mucizeleri neler -1?
Kuran mucizelerini bilmek ve üzerinde düşünmek insanın imanını artırır.

O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3)
Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 4)
Kuran Allah’ın sözü olduğundan içinde birçokmucize barındırır. Kuran ayetlerinin katlamalı anlamları olduğundan (ayetlerin müteşabih olma özelliğinden), önümüzdeki yıllarda Kuran’ın pek çok mucizesi ortaya çıkarılacaktır. Kuran sonsuz akıl sahibi Allah tarafından indirildiğinden insanların henüz kavrayamadığı bilgiler de içermektedir. Bu bilgiler Rabbimizin dilediği zamanda insanların bilgisine sunulacaktır.
Kuran’ın Mucizelerinden bir tanesi de gökyüzü ile ilgili Kuran’da geçen ifadelerdir. Önce Kuran ayetine bakalım.
gökyüzü 3
Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun; (Zariyat Suresi, 7)
Yukarıdaki ayette “donatılmış” olarak çevrilen “elhubuk” kelimesi “habeke” fiilinden türemiştir. Bu fiil ise “bir şeyi iyi ve sıkı dokumak; örmek; sıkı sıkıya bağlamak, iyice düğümlemek; tertip etmek” anlamlarına gelmektedir. Zariyat Suresi’nin 7. ayetinde kullanılan “elhubuk” kelimesinin bu anlamları düşünüldüğünde, gökyüzünün dokunmuş ya da örülmüş bir kumaş gibi olduğu anlaşılmaktadır. Ayette bu kelimenin kullanılması son derece hikmetlidir ve günümüzün bilimsel izahlarını iki yönden tasdik etmektedir.
Ayetin birinci yönü şöyledir: Evrendeki yörünge ve yollar, öylesine yoğun ve birbiri içine geçmiştir ki, adeta bir kumaş dokusundaki gibi birbirleri ile kesişen hatlar oluşturmaktadır. İçinde yaşadığımız Güneş Sistemi, Güneş, gezegenler, onların uyduları, meteorlar ve kuyruklu yıldız gibi sürekli hareket halindeki gök cisimlerinden oluşur. Güneş Sistemi de 400 milyar yıldız içeren Samanyolu Galaksisi içinde bir yol izler. Uzayda ise milyarlarca galaksi olduğu tahmin edilmektedir. Binlerce kilometrelik hızla dönen gök cisimleri, sistemler, birbiriyle çarpışmadan, uzayda birbirini kesen yollar izlerler.
gökyüzü 2
Yıldızların pozisyonlarını ve gezegenlerin hareketlerini tam olarak haritalandırma amacını güden astrometri (gök ölçüm) bilimi, yine gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen gök mekaniği bu kompleks yörüngesel hareketleri tespit etmek için ortaya çıkmıştır. Eski zamanlarda gök bilimciler, yörüngelerin sadece dairesel olarak hareket ettiklerini varsaymışlardır. Oysa günümüzde gök cisimlerinin dairesel, eliptik, parabolik ve hiperbolik gibi çeşitli matematiksel düzenlerde yörüngeleri olduğu bilinmektedir. Pittsburgh Üniversitesi’nden Dr. Carlo Rovelli, bu durumu “İçinde yaşadığımız uzay, inanılmaz derecede kompleks dokunmuş bir ağ” şeklinde belirtmektedir.
Ayetin ikinci bir yönü ise şöyledir: Kuran’da gökyüzünün “dokunmuş, örülmüş” anlamına gelen bir kelimeyle tarif edilmesi, fizikteki “Sicim Teorisi”ne (String Theory) işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Bu teoriye göre evreni oluşturan en temel bileşenler, nokta gibi parçacıklar değil; titreşen minyatür keman tellerine benzeyen ipliklerdir. Tek boyutlu, çok küçük, birbirinin aynısı, halkalar şeklinde dalgalanan bu iplikçiklerin, ilmik görünümünde oldukları kabul edilmektedir. Kemanın tellerinin farklı titreşimlerinden farklı sesler çıkması gibi, evrendeki tüm çeşitliliğin kaynağının da, bu sicimlerin farklı ayarlardaki titreşimleri olduğu varsayılmaktadır.
gökyüzü 4
Pensilvanya Üniversitesi’nden fizik profesörü Abhay Ashtekar ve Varşova Üniversitesi’nden fizik profesörü Jerzy Lewandowski “Space and Time Beyond Einstein” (Einstein’ın Ötesinde Uzay ve Zaman) başlıklı makalelerinde, uzayın dokunmuş görüntüsünü şu ifadelerle yorumlamaktadırlar:
“Bu teorisinde Einstein yerçekimi alanını, uzay ve zaman kumaşının içine dokudu… Hepimizin alışmış olduğu süreklilik yalnız bir tahmin. Elverişli olması için 2-boyutlu bir sürekliliği temsil ediyor; fakat gerçekte 1-boyutlu ipliklerle örülüyor. Aynısı uzay-zaman kumaşı için de geçerli. Bunun tek nedeni bu kumaşı dokuyan ‘kuantum iplikçiklerinin’ evrenin bizim yaşadığımız bölgesinde son derece sıkı dokunmuş olması ve bizim bunu bir süreklilik olarak algılamamız. İplikçiklerden her birinin ya da polimer hareketliliğinin, bir yüzeyle kesişmesi durumunda, yaklaşık 10-66 cm2 boyutlarında ‘Plank kuantum’ alanı oluşuyor. Bu da 100 cm2’lik bir alanda buna benzer yaklaşık 1068 kesişmenin gerçekleştiğini gösteriyor. Sayı bu kadar yüksek olduğu için bu kesişmeler birbirlerine çok yakınlar ve biz de bunları bir süreklilik olarak görüp yanılıyoruz.” (Abhay Ashtekar, Jerzy Lewandowski, “ Space and Time Beyond Einstein”, Rzeczpospolita, Nisan 2002;
New York Times gazetesinde “Evren Nasıl İnşa Edildi?” isimli bir makalede de şu satırlar yer almaktadır:
“Protonları, nötronları ve diğer parçacıkları meydana getiren minik kuarklar bile, Plank ölçeğinde var olabilecek engebeleri hissedemeyecek kadar büyük. Fakat yine de kısa süre önce fizikçiler, kuarklarla birlikte var olan herşeyin daha küçük nesnelerden meydana geldiklerini öne sürmüşlerdi. Bunlar 10 farklı boyutta titreşen süper-sicimlerdir. Plank ölçeğinde uzay-zamanın dokusu, Mısır’ın en nadide pamuklu kumaşının büyüteç altında çözgülerinin ve örgülerinin sergilenmesi gibi aşikar olacaktır.” (George Johnson, “How Is the Universe Built? Grain by Grain”, The New York Times, 7 Aralık 1999)
Teorik fizikçi Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity (Kuantum Çekimine Üç Yol) adlı kitabında “How to Weave A String” (İplik Nasıl Dokunur) adlı bir bölüme yer vermekte ve konu ile ilgili şunları ifade etmektedir:
“… Uzay ilmikler ağı şeklinde ‘dokunmuş’ olabilir… tıpkı bir kumaş parçasının iplikler ağı halinde ‘dokunmuş’ olması gibi.” (Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity, Basic Books, New York, 2001, s. 186 Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity, Basic Books, New York, 2001, s.186)
Kozmolog ve astrofizikçi Prof. Martin Rees, Our Cosmic Habitat (Kozmik Yurdumuz) adlı kitabında konu hakkında şöyle belirtmektedir:
“Günümüzdeki kavramlarla uzay boşluğu çok sadedir… fakat daha küçük bir ölçekte incelendiğinde birbirine dolaşmış sicimler halinde olabilir.” (Martin Rees, Our Cosmic Habitat, Princeton University Press, 2001, s. 107)
Allah’ın Zariyat Suresi’nin 7. ayetinde evrenin bir kumaş gibi dokunmuş, yörüngeler-yollarla örülmüş olduğunu bildirmesi, Kuran’ın bilimle mükemmel uyumunu göstermektedir. Daha pek çok örnekte gördüğümüz gibi, 14 asır önce Kuran’da bildirilen tüm bilgilerin, günümüzde bilimsel verilerle tasdik edilmesi son derece etkileyicidir. Kuran’ın bilimsel gelişmelerle olan bu mükemmel uyumu, herşeyi yaratan ve herşeyi en iyi bilen Rabbimiz’in sözü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.” (Nisa Suresi, 82)
Yazıma ikinci bölümde devam edeceğim.

Bir protein asla tesadüflerle meydana gelemez!


Bir protein asla tesadüflerle meydana gelemez!
Bir proteinin kompleks yapısı hiçbir şekilde tesadüf eseri oluşamayacağını kanıtlar.

geneva, sans-serif;"> Tek bir proteinin kompleks yapısı evrim teorisini ortaya atan bilim adamlarını oldukça zor duruma düşürmüştür. Fakat bu yüzyılda keşfedilen bir bilgi evrim teorisinin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Çünkü sadece bir proteinin oluşması için bile başka bir proteinin zaten var olması gerektiği bilim adamları tarafından keşfedilmiştir.Hücrenin yapı taşlarından biri olan proteinlerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen meydana gelmesi ihtimali matematiksel olarak “0” dır.
Söylediğim gibi bunun nedenlerinden başlıcası bir proteinin oluşması için başka proteinlerin varlığının gerekmesidir ki bu, bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini tamamen ortadan kaldırır. Dolayısıyla tek başına bu gerçek bile evrimcilerin tesadüf iddiasını en baştan yok etmek için yeterlidir. Kısa bir özet yapmak gerekirse;
1- Enzimler olmadan protein sentezlenemez ve enzimler de bir proteindir.
2- Tek bir proteinin sentezlenmesi için 100’e yakın proteinin hazır bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla proteinin varlığı için proteinler gerekir.
3- Proteinleri sentezleyen enzimleri DNA üretir. DNA olmadan protein sentezlenemez. Dolayısıyla proteinlerin oluşması için DNA gerekir.
4- Protein sentezleme işleminde hücredeki tüm organellerin önemli görevleri vardır. Yani proteinlerin oluşabilmesi için, eksiksiz ve tam işleyen bir hücrenin tüm organelleri ile var olması gerekmektedir.
Hücrenin çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA’sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA’daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi’nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. (Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78.)
Kuşkusuz eğer hayatın kör tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı Yaratılış’ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Tesadüfler hiçbir zaman kompleks bir tasarım meydana getiremezler. Proteinler gibi üstün bir tasarıma sahip moleküllerin tesadüfen oluştuğunu söylemek, taş yığınlarının rüzgârlar sayesinde bir heykele veya kayalara vuran dalgalar sayesinde tesadüfen mimari bir harikaya dönüştüğünü iddia etmekten çok daha mantıksız ve akıl dışıdır.
Cansız atomların birleşmesinden meydana gelen şuursuz, bilgi ve beceriden yoksun olması beklenen protein molekülleri nasıl olup da inanılmaz bir akıl, organizasyon yeteneği ve sorumluluk hissi göstererek tüm bu faaliyetleri gerçekleştirebilmektedir? Samimi düşünen her insan, cevabın, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah’ın kusursuz yaratışı olduğunu görecek, en küçüğünden en büyüğüne kadar evrendeki tüm varlıkların Allah’ın kontrolü ve emri altında olduğunu kavrayacaktır. Allah’ın tüm varlıkların hâkimi olduğu bir ayette şöyle haber verilir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) (Hud Suresi, 56)
Sitokrom C proteini
Yukarıda gördüğünüz şekil, sitokrom-c isimli bir proteinin atom yapısını göstermektedir. Milimetrenin milyonda beşi kadar küçük olan bu protein yaklaşık 1000 atomun birleşmesinden meydana gelmektedir. Resimde de görüldüğü gibi, bu atomların aralarındaki organizasyon ve birbirleriyle birleşme şekilleri son derece komplekstir.
Şimdi bu resme bakarak düşünelim. Evrimciler bu 1000 atomun tesadüfen biraraya gelerek, bu şekilde görüldüğü gibi birbirlerine bağlandıklarını iddia ederler. Ve bu rastgele birleşmelerin sonucunda “tesadüfen” canlının yaşamı için son derece önemli görevlere sahip sitokrom-c proteininin meydana geldiğini söylerler. Üstelik bu 1000 atomun içinde, demir, karbon, nitrojen gibi birçok çeşit atom bulunmaktadır. Yani sitokrom-c’yi oluşturabilmek için gerekli olan farklı atomlar, belirli bir sayıda, belirli bir zamanda, belirli bir yerde bulunmalı, sonra gerekli yerlerden birbirleriyle ayrı ayrı, resimde görüldüğü gibi, en uygun kimyasal bağlarla bağlanmalıdırlar. İşte evrimcilerin son derece mantıksız ve akıl almaz iddialarına göre bunların hepsi rastgele gerçekleşmeli, ama canlılık için son derece önemli olan bir protein buna rağmen oluşmuş olmalıdır.
Dahası evrimciler, sadece Sitokrom-c proteininin oluşması için değil, canlılık için gereken binlerce proteinin oluşması için aynı tesadüf masalını iddia ederler. Karbon, nitrojen, demir, fosfor gibi şuursuz, cansız, hiçbir şeyden habersiz atomların, farklı oranlarda ve farklı düzenlerde birleşerek canlılık için gerekli olan tüm proteinleri meydana getirdiklerini iddia etmek akla ve mantığa kesinlikle aykırıdır.
Milimetrenin milyonda beşi kadar yer kaplayan bu küçücük yapıların canlı vücudunda üstlendikleri görevler görüldüğünde ise, şuursuz atomların bu kadar önemli yapıları tesadüfen inşa ettiklerini iddia etmenin daha da büyük bir mantıksızlık ve akılsızlık olduğu anlaşılacaktır.
Örneğin ülkemizin önde gelen evrimcilerinden Prof. Ali Demirsoy, Sitokrom-c proteininin oluşumu için şöyle der:
“Bir Sitokrom-C’nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denilecek kadar azdır… Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı irdelemek gerekiyor.”3
Demirsoy kitabının başka bir bölümünde ise, sitokrom-c’nin tesadüfen oluşması ihtimali için”bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır” der. 4
Protein moleküllerinin canlılık için, üstün bir akla, bilgiye ve güce sahip olan Allah tarafından tasarlandıkları ve yaratıldıkları çok açık bir gerçektir.