Hıristiyanların üçleme yanılgısı – 2
Hz. İsa Allah'ın oğlu değil, peygamberidir.
“Rahman çocuk edinmiştir” dediler. Andolsun, siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse bundan dolayı, GÖKLER PARAMPARÇA OLACAK, YER ÇATLAYACAK VE DAĞLAR YIKILIP GÖÇECEKTİ. Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.) Rahman (olan Allah)a çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem Suresi, 88-93)
Yazımın birinci bölümündedetaylı olarak açıklamama rağmen yine de bu bölümde de Üçleme inancının tanımına bir kere daha değinmek istiyorum. Üçleme (teslis) kavramı, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh”tan meydana gelmiş üçlü bir Allah inancı anlamında kullanılmaktadır. Bu inanç, sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Rabbimiz’e bir ve tek olarak iman etmeyi esas alan tevhid inancı ile tamamen çelişmektedir.
Üçleme inancı, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz’e batıl bir anlayışla bakan, Allah’ın insanlarapeygamber olarak gönderdiği Hz. İsa’ya ilahlık atfeden yanlış bir inanıştır. Ancak, kendi içinde birçok çelişkiler barındırmasına ve tevhid inancının tamamen karşısında yer almasına rağmen, Hıristiyan inanışlarında çok önemli bir yere sahiptir. Üçlemeye, dolayısıyla Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanmayan bir kişi, büyük bir yanılgı olmasına rağmen üçlemeyi savunanlar tarafından gerçek bir Hıristiyan olarak kabul edilmez.
Allah’ın varlığını derin düşünmenin gerekliliğini Hristiyan kardeşlerimize anlatmanın özel bir sebebi var. Bu sebep, Kilise’nin Hristiyanlara öğütlediği “düşünmeme” doktrininin ne kadar yanlış olduğunu gösterebilmektir.
Hatırlamak gerekirse, 4. yüzyıldan itibaren ardı arkası kesilmeyen ve sayısız konsil ile gündeme getirilerek sonuçlandırılmaya çalışılan üçleme konusu, en son, 1868-1870 yılları arasında düzenlenen Birinci Vatikan konsilinde, ardı arkası kesilmeyen tartışmalara son vermek amacıyla şöyle sonuçlandırılmıştır: “Üçleme, bir akıl ve mantık konusu değildir, dolayısıyla bir sır olarak kalmalıdır”.
Böylece Kilise’nin belirlediği bir dogma daha, Hz. İsa’nın peygamber olarak yeryüzüne gönderilişinden yaklaşık 1900 yıl sonra, iman şartı olarak Hristiyanlığa eklenmiş durumdadır. Kilisenin bu kararına uyan Hristiyanlar, şu anda teslis konusunu, üzerinde hiç düşünülmemesi gereken bir iman sırrı olarak kabul etmekte sakınca görmemekte, hatta bunu açıkça savunmaktadırlar.
Kilisenin düşünmeme yönündeki fetvasının tek sebebi teslisin büyük bir yanlış olmasından kaynaklanmaktadır. Allah kuşkusuz ki her uydurma ve batıl şeyi mantıksızlıklarla, tutarsızlıklarla, çelişkilerle ve yenilgilerle yaratır. Teslis de bu şekildedir. Bu tutarsızlıkların farkında olan Kilise, bu sebeple yine dogma geleneğini devam ettirmiştir. Çünkü Hristiyanlığın başlangıcından itibaren biraz aklını ve mantığını kullananlar ya teslisi tamamen reddetmişlerdir ya da başka türlü anlamış ve değiştirmişlerdir. Dolayısıyla Kilise, düşünüp akıl kullanıldığında, dayattığı üçleme inancına karşı gelecek güruhların ortaya çıkacağının farkındadır.
Şu anda teslisin, üzerinde düşünülmemesi, çözülmek için uğraşılmaması, anlaşılmadan uyulması gereken bir sır olduğuna inanan çok fazla sayıda Hristiyan bulunmaktadır. Onları düşünmemeye teşvik eden bir dinleri olduğunu zannetmekte, Allah’ı anlamadan yaşamlarını devam ettirebileceklerini sanmaktadırlar. Fakat Hıristiyanlar bunu çoğu zaman açıkça söylemezler. Fakat buradaki “anlaşılamazlığın” normal olduğunu, her şeyi anlamaya muktedir olmadığımızı, dolayısıyla düşünüp bulmaya uğraşmanın da bir fayda sağlamayacağını ifade etmekten de çekinmezler.
Elbette her şeyi anlamaya muktedir olarak yaratılmadık. Fakat Allah bize Kendi Kudretini açıkça sergilediğini ve bunun da imanla düşünerek anlaşılacağını bildirmiştir. Bizi Yaratan Yüce Kudreti anlamak, bizim üzerimize bir yükümlülüktür. Bir insan, kendisini yaratan Allah’ı tanımadan, kime nasıl ibadet, kime nasıl dua edeceğini bilmeden nasıl bir din anlayışına sahip olabilir? Yaratılıştaki sırları nasıl keşfeder, ahireti nasıl anlayabilir? Allah’ın her an kendisini duyan ve gören olduğunu nasıl kavrayabilir? Dindar olmak için düşünmek, Allah’ı anlamak, Allah’ın büyüklüğünü takdir edebilmek şarttır. Bu, imanda derinleşmenin en önemli unsurlarından biridir.
Teslisi savunan hangi Hristiyan ile karşılaşırsanız karşılaşın, kendisine teslis konusunda sorulan sorulara mutlaka son derece tutarsız, anlaşılmaz, garip mantıklar sunan karmakarışık cevaplar verecektir. Dahası her bir Hristiyan üçlemeyi farklı anlatacaktır. Çünkü teslis konusunda ne anlattıklarının genellikle kendileri de farkında değildirler. Teslisi aklen ve mantıken izah etmeye çalışan Hristiyanlar, bir şekilde teslis olarak tarif ettikleri şeyin de dışına çıkmaktadırlar. Kimileri anlamaya çalışmakta, fakat onlar da başaramamaktadır. Kimileri bir mantık kurmaya çalışmakta, bunu da formüllerle izah etmeye çalışmaktadırlar. Büyük bir kesim ise vazgeçmiştir. Kilise’nin kendilerine dayattığı şekilde “düşünmemeyi” tercih etmekte, soranlara da bu konunun bir sır olduğunu dolayısıyla üzerinde düşünmekle sorumlu olmadığımızı söylemektedirler.
Elbette düşünmeyince her şey çok kolaydır. O zaman sorumluluklar da zahiren ortadan kalkar. Düşünmeye gerek duymayan bir insan, anlaşılmayan bir Allah’ın (Allah’ı tenzih ederim) nasıl yarattığını, nasıl yarattıklarına hâkim olduğunu, Allah’a karşı sorumluluklarını, Allah’a nasıl hesap vereceğini düşünmeye de gerek duymayacaktır. O zaman hayat son derece basitleşir. Nitekim şu anda Hristiyanların büyük bir kısmı bu şekilde yaşamaktadır.
Bu durum elbette bir kısım Müslümanlar ve Museviler için de geçerlidir. Fakat özellikle teslis konusunda Hristiyanlara verilen telkin, onları tümüyle Allah ve yarattıkları hakkında derin düşünmekten engellediği için, onlar için bu durum daha tehlikeli boyutlardadır. Hıristiyanların pek çoğu yalnızca Pazar günleri kiliseye gitmek ve Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanmakla Allah’ın rızasını ve cennetini hak edebileceklerini düşünmektedirler. Bu da Hristiyanların büyük bölümünü farkında olmaksızın şirk içinde yaşamaya; dünya ehli olmaya; helal-haram kavramlarına bağımlı olmamaya; Allah’ın rızasını kazanmak için dua etmek ve kiliseye gitmek dışında hiçbir şey yapmamaya; ateizm, evrim, komünizm, materyalizm, terörizm gibi Allah inancına karşı geliştirilmiş akım ve ideolojilere karşı mücadelede bulunmamaya; dünyada dindarlara, zavallı insanlara yöneltilen saldırılardan uzak yaşamaya ve bütün dünyaya gözlerini kapatarak yalnızca kendi evlerinin içindeki küçük dünyada yaşamlarını sürdürmeye yöneltmektedir. Elbette istisnalar vardır. Fakat Hristiyanların büyük bir bölümünün bu durumda olduğu, inkâr veya itiraz edilecek bir durum değildir. Herhangi bir Hristiyan, dünya çapında hâkim olan ortalama Hristiyan yaşam şeklinin temelde böyle olduğunu çok iyi bilir. İşte düşünmeden yaşamanın getirdiği dindarlık böyle bir dindarlık olur. Söz konusu Hristiyanların böyle bir din anlayışının tehlikelerini görmeleri gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder