28 Ekim 2013 Pazartesi

Hastalar için gerçek şifa :Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi- 13


Hastalar için gerçek şifa :Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi- 13
Hayata daima olumlu bak, kaderinde olduğunu bil, o zaman herşeyin daha kolay olduğunu göreceksin.












Bugün engelli bir blog yazarı arkadaşımızBediüzzaman’ınHastalar Risalesi’ni defalarca okuduğunu yazmış. “Eğer engelli olmasaydım, belki de dünya zevklerine dalıp Allah’ı ve ahreti unutan bir insan olacaktım, Allah bana bu imtihanı vererek beni ne kadar sevdiğini gösteriyor” demiş. İşte benim de kastettiğim tam anlamıyla bu. Arkadaşımız ne kadar güzel ifade etmiş. Hayatta insanın başına gelen her hastalık, her zorluk insanın kaderindedir, eğer insan güzellikle sabredersesağlıklı bir insandan binlerce kat fazla sevap kazanır. İnsan her ne olursa olsun Allah’ın kendisini sevdiğini bilmeli, daima olumlu düşünmelidir. Her hastanın başucunda olması gereken Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’ne devam etmek istiyorum:
ON SEKİZİNCİ DEVÂ:Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekvâ ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var, yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâlara bak, Allah’a şükret.
Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekvâ etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı risalelerde bir temsille izah edilmiş. İcmâli (özeti) şudur ki:
Bir zat, bir biçareyi bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. Tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor. O mütenevvi (çeşit çeşit) hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnettarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp, şükretmeyerek, yukarıya bakar. “Keşke bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım! Niçin o dağ gibi veyahut öteki minare gibi çok yüksek değil?” deyip şekvâya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir, bir haksızlıktır. Öyle de, bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, Müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve âfiyet görüp yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve âfiyet gibi bazı nimetlere lâyık olmadığı veya sû-i ihtiyarıyla (kötü seçimiyle) veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı veyahut eli yetişmediği için şekvâ etmek, sabırsızlık göstermek, “Aman, ne yaptım böyle başıma geldi?” diye rububiyet-i İlâhiyeyi tenkit etmek gibi bir hâlet, maddî hastalıktan daha musibetli, mânevî bir hastalıktır. Kırılmış elle dövüşmek gibi, şikâyetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki,
O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır’ derler.”Bakara Sûresi, 2:156.sırrıyla teslim olup sabretsin, tâ o hastalık vazifesini bitirsin, gitsin.
Bu konuyla ilgili diğer yazılarım:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder