Bediüzzaman Risalelerde Hz. Mehdi olmadığını açıklamadı mı?
Bediüzzaman Risalelerde kendisinden sonra gelecek Hz. Mehdi'yi müjdelemiştir.
Bazı Nur talebeleri Bediüzzaman’ı Hz. Mehdi olarak kabul ediyor ve ona karşı bu yönde hüsnü zan duyuyorlar. Yaşadığı dönemde de Bediüzzaman’a Mehdi olup olmadığı soruluyordu. Çünkü kendisi son derece çetin şartlardaİslam’ı ve Kuran’ı tebliğ ediyor, bu uğurda yaklaşık 40 yıl boyunca zindanlarda hapsediliyordu. Bediüzzaman ise kendisine Mehdilik iddiasını yöneltenlere şöyle cevap veriyordu:
Bediüzzaman açıkça kendisinin Hz. Mehdi olmadığını belirtmiş ve kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşan kimselere "Mehdi olmadığını ve neden olamayacağını" eserlerinde yaptığı sayfalar dolusu izahlarla açıklamıştır.
Kendisine Mehdilik iddiasıyla yaklaşanlara "hüsn-ü zan eskiden beri cereyan ediyor, buna itiraz edilmez; bu nedenle ben de hüsn-ü zan besleyenlere ilişmezdim" diyerek cevap vermiş ancak bu kimselere de kendisine yöneltilen "Mehdilik iddiasını kabul etmediğini" açıklamıştır.
Bediüzzaman "Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şahadet ederler" (Şualar, s. 365) demiş ve bunu risalelerde yüzlerce sayfa boyunca delillendirmiştir:
Bir konuda soru sorulduğunda Bediüzzaman'ın bu konuya ne cevap verdiği önemlidir ve kendisi Hz. Mehdi olmadığını açıkça söylemiştir. Bediüzzaman eserlerinde, "kendisinin Hz. Mehdi olmadığını" (Emirdağ Lâhikası, s. 266), "Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüz yıl sonra geleceğini" (Kastamonu Lâhikası, s. 57), "kendisinin Hz. Mehdi'nin bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu" (Barla Lâhikası, s. 162), "eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını" (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189) , "kendisinin ve Risale-i Nurlar’ın Mehdi sanılmasının ise bir hata ve karıştırma olduğunu" (Emirdağ Lahikası, s. 266) ifade etmiştir.
"Hz. Mehdi’nin ‘seyyid’ olacağını" (Tenvir, Şualar, s. 365), "siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada yerine getireceğini" (Şualar, s. 456) (Şualar, s. 590) (Emirdağ Lahikası, s. 259-260), "Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), "tüm dünyaya barış ve adalet getireceğini" (Emirdağ Lahikası, s. 259) (Mektubat, s. 411-412), "‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını taşıyacağını" (Tılsımlar Mecmuası, s. 168), "İslam birliğini sağlayacağını" (Emirdağ Lahikası, s. 260), "tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını" (Emirdağ Lahikası, s. 260), "Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), "Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını" (Şualar, s. 493), "Kuran ahlakını tüm dünyaya yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru yola sevk edeceğini" (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Bediüzzaman yaşadığı dönemde "tüm Müslümanları tek bir çatı altında toplayarak İslam birliğini oluşturmamış; tüm inananların halifesi (manevi lideri) vasfını taşımamıştır". "Tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş", "İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılmamıştır". "Müceddid-i ekber ve Hakim vasıflarına sahip olmamış", "tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini almamıştır." Hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman hizmeti vermiştir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi olarak üstlendiği görevi en şerefli şekilde yerine getirmiştir. Ancak onun tebliği kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, maddi ve manevi açıdan gayet zor şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hakim konumunda olmamış; aksine baskı altına alınmış, ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Sayıldığı gibi geniş bir kesimin desteğini almamış; aksine çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Yukarıda sayılan imkanların ve yerine getirilecek olan sorumlulukların ise, kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman “kendisine hüsn-ü zan besleyen kimseler olabileceğini; bunun eskiden beri olduğunu, buna itiraz edilemeyeceğini; ancak gerçekte bunun bir karıştırma ve yanlışlık olduğunu" ifade etmiştir. Bediüzzaman’ın bu konuyu açıkladığı sözlerinden biri şöyledir:
... Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevînin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin tesanüdünden (talebelerinin dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili (temsilcisi) olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi (Hz. Mehdi ismini) ona da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas (karıştırma) ve bir sehivdir (hatadır, yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul (sorumlu) değiller. Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu (yansıması) gördüğümden onlara çok ilişmezdim. (Emirdağ Lahikası, s. 248)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder