Halkını açlık ve sefalete sürükleyen diktatör: Stalin
Stalin ve ekibi halkına sürgün ve kıtlıkdan başka birşey getirmedi...
Yazıma ikinci bölümde devam ediyorum. Birinci yazımda söylediğim gibi bu yazı dizisini insanlarkomünizmin insanlara nasıl bela getirdiğini, onları nasıl insanlıktan çıkarıp köleleştirdiklerini görmeniz için yazıyorum. Komünizmi eşitlik, özgürlük ve insanlara mutluluk getirecek bir sistem olarak görenler bu yazımı iyi okusunlar.Stalin, Lenin'in son dönemlerinde ona yakınlaşarak parti içinde yükselmeye çalıştı. Lenin'in ölümünün ardından da diğer rakiplerini alt ederek Sovyetler Birliği'nin tek hakimi oldu. Stalin’in başa gelmesiyle halk komünizm adı altında adeta kendi ölüm fermanını imzalamış oldu. Peki Stalin nasıl komünist oldu?
Stalin, 1879'da Gürcistan'daki küçük bir kasabada fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İsmi, Iosif Vissarionovich Djugashvili idi. Rusça'da "Demir Adam" anlamına gelen "Stalin" ismini, 1913'ten sonra kullanmaya başlayacaktı.
Stalin'in annesi dindar bir kadındı. Binbir güçlükle yetiştirdiği oğlunun bir din adamı olmasını istiyordu. Bu nedenle onu Gori'deki bir Kilise okuluna yazdırdı. Burada 5 yıl boyunca öğrenim gören Stalin, okulunu bitirdiğinde, Tiflis'teki din enstitüsüne girdi ve Gregoryen Ortodoks Kilisesi'nde bir rahip olabilmek için çalışmaya başladı. Ancak tam bu sıralarda, okuduğu bazı kitaplar Stalin'in tüm dünya görüşünü değiştirdi. O zamana kadar dindar bir annenin dindar bir çocuğu olan Stalin, Allah'a ve dine olan tüm inancını yitirdi ve bir ateist oldu. Stalin'e inancını kaybettiren kitap, Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabıydı.
Oxford Üniversitesi'nde tarihçi Alex de Jonge, Stalin and The Shaping of the Soviet Union (Stalin ve Sovyetler Birliğinin Şekillenmesi) adlı kitabında, Stalin'in gençlik yıllarında Darwin'in önemli bir yer tuttuğunu vurgular. Jonge'a göre, Stalin'in dini bir eğitim almışken, Allah'a olan inancını yitirmesi, bunun yerine ateizmi benimsemesi, Darwin'i okumasıyla olmuştur. Stalin'in Marxizm'i benimsemesi ise bunun ardından gelmiştir. Jonge, bunun Stalin tarafından da özel sohbetlerinde sık sık vurgulanan bir gerçek olduğunu bildirmektedir.
İngiliz tarihçi Alan Bullock da Stalin ve Hitler'in yaşamlarını karşılaştırmalı olarak inceleyen Hitler and Stalin: Parallel Lives adlı kitabında, Stalin'in gençlik yıllarında Darwin, Auguste Comte ve Karl Marx'ın Rusça çevirilerini okuduğunu ve bunlardan etkilendiğini belirtir.
Aslında bu aldanış, sadece Stalin'in değil, Rusya'daki genç ve okuyan neslin çoğunun başına gelmişti. Darwin'in, Huxley'in veya Lamarck'ın o zamanlar bilimsel sanılan hurafeleri, pek çok Rus gencinin ateist olmasına neden oluyordu. Tarihçi Orlando Figes, A People's Tragedy, A History Of The Russian Revolution (Bir Halkın Trajedisi: Rus Devriminin Tarihi) adlı kitabında, "Lenin'in gençlik çağlarında Rus aydınları arasında Darwin ve Huxley neredeyse dini bir kutsallığa sahipti" derken bunu kasteder. Figes aynı eserinde, sonradan Bolşeviklere katılacak olan Semen Kanatchikov adlı genç bir işçinin evrimci propaganda sonucunda nasıl dinsizleştiğini şöyle bir örnekle anlatır:
Genç bir işçi kendisine bir kutuyu toprakla doldurup sıcak tutunca solucan ve böceklerin oluştuğunu göstererek Tanrı'nın insanları yaratmadığını söylemişti. Zamanın sol kanadının kitapçılarında bulunan bu tip kaba bilim, Kanatchikov gibi genç işçilerin üzerinde büyük etki yapıyordu. "Şimdi eski önyargılarımdan kurtulmam beni artan bir tempoya yöneltti" diye daha sonra yazdı. "... Kiliseye artık gitmedim ve haram yiyecekleri yemeye başladım".
Oysa "canlıları Allah yaratmadı, tesadüfen oluştular" iddiasının dayanağı gibi gösterilen üstteki alıntıdaki gibi örnekler, başta belirttiğimiz gibi birer hurafeydi. Toprak içindeki solucanlar ve böcekler, o zamanlar sanıldığı gibi, tesadüfen ve hiç yoktan orada oluşmuyor, daha önceden toprakta yer alan yumurtalardan çıkıyorlardı. Ancak bilim dünyası henüz "cansız maddeden asla canlılık çıkmaz" şeklindeki gerçeği fark edemediği için, bu gibi hurafeler çığ gibi büyüyor ve yarı cahil Rus gençlerini ateizme sürüklüyordu. 19. yüzyılın sonunda Rusya'da yetişen bu ateist nesil, 20. yüzyılın başında ateşli birer komünist olarak sahneye çıktılar.
Bu ateşli komünistlerin biri Stalin'di. 1898 yılında gizli bir komünist örgüte katıldı. 1901 yılında Brdzola (Mücadele) adlı bir komünist dergide yazılar yazmaya başladı. Bu tarihten sonra, 1917 yılına kadar, Lenin'in önderliğindeki komünist hareketin aktif bir militanı oldu. 1917'deki Ekim Devrimi'nden sonra, Komünist Parti'nin en üst kademesi olan 5 kişilik Politbüro'nun üyesi seçildi. Lenin'in 1923 yılındaki hastalığıyla birlikte, Stalin parti içindeki gücünü giderek artırdı. Lenin'in ölümünden sonra da en büyük güç haline geldi. 1924'den 1929'a kadar geçen beş yıl içinde, parti içindeki tüm muhaliflerini suikast, idam veya sürgün gibi yöntemlerle tasfiye etti. Ekim Devrimi'nin mimarlarından olan Trotsky bile Stalin'in hışmına uğradı ve Sovyetler Birliği'nden sürüldü.
Stalin, iktidarını bu şekilde sağlamlaştırdıktan sonra, elini topluma attı. Lenin, Rusya'daki tüm tarım alanlarını devletleştirmeye kalkmış, ancak 1920 ve 1921'deki büyük kıtlık ve tahribat üzerine bu uygulamayı ertelemek zorunda kalmıştı. Ancak Stalin bu işi gerçekleştirmeye kararlıydı.
"Kollektivizasyon" adı verilen bir politika uygulamaya koydu. Amacı, köylülerin tüm mallarını devletleştirmek, mahsullerine el koymak, bu mahsulleri ihraç ederek Sovyet sanayisini ve ordusunu güçlendirmek için kaynak oluşturmaktı.
Stalin kollektivizasyonu, öldürerek, işkence ederek, aç bırakarak uygulayacak ve 6 milyon insan kıtlık sonucunda kıvranarak ölürken, yurtdışına yüz binlerce ton tahıl ihraç edecekti. Stalin iktidarı, insanları, acı çektirerek eğitilmeleri gereken birer hayvan türü olarak gören materyalist-komünist düşüncenin vahşetini bir kez daha belgeleyecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder