3 Ağustos 2013 Cumartesi

Algılarımız moleküllerin içinde nasıl saklanır?

Algılarımız moleküllerin içinde nasıl saklanır?
Binlerce elektrik bağlantı, hümmalı bir çalışma, disiplin, hızlı taşıma.. sadece 1 hücre içinde.

Beyinde bir bilginin kalıcı olarak saklanabilmesi için, hafızadaki diğer kayıtlı bilgilerle çağrışım yapılarak birleştirilmesi gerekir. Bu bilginin birleştirilmesi ve kayıtlanması işlemi, hücreiçindeki kimyasal bir reaksiyonla gerçekleşir. Her hücrenin bir mikro hafızası vardır. Bu minik bellek taşıdığı bilgi miktarı açısından dev bir kütüphaneye benzetilebilir.Nesilden nesile aktarılan bu minik ama dev arşiv programlanmış DNAmolekülüdür. DNA molekülü ikili sarmal bir yapıya sahiptir. Çoğumuzun bildiği gibi, 4 ana kimyasal maddeden oluşur : A-adenin, G-guanin, S-sitozin, T-timin. Bu dört harf üçlü kombinasyonlarla bir araya gelerek genetik şifreyi oluştururlar. 

Peki bilgiler nasıl çağrılır? 
Beyne bir uyarı geldiğinde beyin hücrelerinde DNA molekülündeki genler, bu uyarıyla bir bağlantı bulmak için taramadan geçirilir. Çağrışımı en yoğun olan gen, yani aradığımız bilgi ile en iyi eşleşen gen sinyallerle uyarılır.Bundan sonra tıpkı bir fotoğrafın filmi gibi, DNA içindeki genin şablonu RNA molekülü olarak hazırlanır. Bu şekilde bilgi kısa süreli hafızaya geçmiş olur. İşlemin sonucunda oluşan ve adına artık mesajcı RNA denen hücre, çekirdek bölgesinden ayrılmak üzere harekete geçer.

Bu hareket başladığı anda, RNA ile taşınan bilgi, kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya yönelmiş olur. Hücre içinde bilgisini proteine dönüştürmek için yola çıkan mesajcı RNA'lar protein sentezi merkezleri olan ribozomlara doğru gider. Buraya erişebilmeleri 20 dakikayı bulur. 
Bu süre içinde eğer sıradışı bir olay yaşanır da beyne güçlü bir sinyal ulaşırsa, protein sentezi kesintiye uğratılmış olur. Böylece mesajcı RNA molekülü elindeki bilgiyi protein molekülüne dönüştüremeden bozunuma uğrar. Hafızaya alınan bilgiler bir daha hiç hatırlanmamak üzere silinirler. Kaza geçiren insanların kaza anını hatırlayamamalarının sebebi de işte budur. 
Hafıza molekülü nasıl işler? 
Protein molekülleri amino asitlerin çeşitli düzenli sayı ve sıralarda yanyana gelip bir zincir oluşturması ile oluşurlar. İnsanlarda protein sentezi için (yani uzun süreli hafızaya dönüşüm süreci) 20 çeşit amino asit kullanılır. Harflerin yanyana gelerek sözcükleri oluşturması gibi amino asitlerin de yanyana gelmeleri binlerce çeşit protein molekülünü oluşturur. Aslında birer algı yumağı olan bilgiler "hafıza molekülleri" adı verilen proteinlere dönüştürülür. Bu işlem ribozomlarda gerçekleştirilir. Burada mesajcı RNA dediğimiz amino asitler ribozoma geldiğinde birbirine bağlanır ve protein molekülü bu şekilde meydana gelir. Bir şeyi hatırlamamız gerektiği anda, ilgili hücre uyarılır ve protein olarak saklanan bilgiler ana hafızaya çağrılmış olur. Yani bir bilgiyi bilgisayar ekranında görebilmek için, belgelerdeki bir klasörü bulup açmamız gibi... 
Peki o halde beynin içinde bilgiyi algılayan şuur kime aittir? 
Yukarıda anlattığım gibi, hayatımız boyunca gördüğümüz, duyduğumuz, tattığımız şeylere dair bilgiler aslında bir flash belleğe kaydedilir gibi, birer elektrik sinyali olarak kaydedilmektedir. Yani dış dünyada madde olarak bize görünen (algılatılan) şeyler aslında birer elektrik sinyalidir. 

Bu noktada akla çok daha önemli bir soru gelir: tüm bu şifreleri birer algı olarak anımsayan yani tekrar algılayan şuur kime aittir? Beynin içinde elektrik sinyalleri olarak şifrelenen sesleri, görüntüleri, kokuları, tatları hisseden bir şuur vardır, hatta bu şuur onları birer bilgi demeti olarak istenildiğinde tekrar algılamaktadır. Elbette bu şuur, beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. Beynin içindeki her hücre yalnızca teknik olarak bağlantı ve depolama işini gören birer araçtır, birer “cihazdır” benzetilmek gerekirse... ama asıl bu bilgileri kimin algılayıp yorumladığına bakmak lazım ... 
Aslında bilgileri kimin algıladığı sorusunun cevabı çok açıktır. Bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhumuzdan başkası değildir. Ve Allah bütün bu algıları her insanın ruhu için ayrı ayrı yaratmaktadır. Bu yüzden herbirimizin karakteri, olaylara karşı tepkileri, zevkleri, hazları, davranışları, sanat anlayışları, müzik, giyim, yiyecek seçim ve tarzları farklı farklıdır. Dikkat ederseniz, daha yeni doğan bebeğin bile kendine has seçimleri ve karakteri belirmeye başlamaktadır. Bunun tek sebebi madde ile asla açıklanamayacak olan ruhun beynin içinde depolanan bilgileri farklı farklı algılaması, kendi iç aleminde farklı farklı algı dünyaları ile yaşatılmasıdır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder