3 Ağustos 2013 Cumartesi

Bu zamanda yobazların değil âlimlerin sözünü dinlemek gerek

Bu zamanda yobazların değil âlimlerin sözünü dinlemek gerek
Hz. Ali, Allah'ın arslanı.

Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki âlimde yobaz da birbirine karışmış. Kimi dinimizi hurafelere boğuyor, kimi ise sadece Kuran’la konuşuyor, sahih hadisle konuşuyor ve insanları doğru yola sevk ediyor. İşte bu iki grubu çok iyi ayırt etmemiz lazım. Peki ama nasıl ayırt edeceğiz diye mi soruyorsunuz? Eğer insan çok iyi Kuran bilgisine sahip olursa, peygamberimizin sahih hadislerini de bilirse işte o zaman karşısındakinin yobaz mı, yoksa samimi Müslüman’mı olduğunu anlayabilir. Öncelikle şunu söylemek isterim ki bizim dinimizde hiçbir şekilde zorlama yoktur, hurafe yoktur. Allah ile kul arasında hiç kimse yoktur. Bizim dinimiz daima öğrenmeyi, kendini geliştirmeyi, bilimi takip etmeyi teşvik eder. 
Blogda sizlere elimden geldiği kadar günümüzde konuşulan konuları sahih hadislerle açıklamaya çalışacağım. Bakın Hz. Ali yobazların ve insanları yanlış yönlendiren hocaların durumunu nasıl anlatıyor: 
Allah'ın yarattıklarından en fazla sevmediği iki kişidir: Birisi, dalâlete düşmüş, doğru yolda yürümekten vazgeçmiş, gerçek yoldan sapmış, başı boş bir hale gelmiştir. Sonradan uydurulan şeyleri över, onlarla oyalanır; halkı da sapıklığa sürer, yoldan çıkarır. Kendisine uyup azana fitnedir; kendisinden öncekilerin yolundan azmıştır. Yaşarken de, ölümünden sonra da kendisine uyanları azdırır. 
Başkalarının suçlarını da yüklenmiştir; kendisi de kendi suçuna batmış gitmiştir. Birisi de bilgisizlikleri nefsinde toplamış kişidir; bilgisizlerin yollarını azdırır. Yeni çöken, her yanı kaplayan fitne karanlıklarına dalmıştır; UZLAŞTIRMADA KÖR MÜ KÖRDÜR. BİLMEYENLER, BİLGİN ADINI TAKARLAR ONA; OYSA BİLGİDEN HABERİ BİLE YOKTUR. Geceyi sabahlamıştır da azı daha hayırlı olan şeylerin çoğunu toplamıştır. Sonunda pis, kokmuş suyla karnını şişirir; aşağılık şeyleri toplar, yığar, defîne, hazîne sanır. İNSANLARIN ARASINDA, KENDİSİNDEN GAYRI KİŞİLERİ ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN KURTARMAYI İŞ EDİNEREK HÜKÜM VERMEYE OTURUR. KENDİSİNE, BİLİNMEYEN ŞEYLERDEN BİRİ SORULSA SAÇMA- SAPAN SÖZLERE BAŞLAR; kesin hükmü verir; oysaki kendisi, şüpheler içindedir de örümcek ağına düşmüş sineğe benzer. Doğru mu hüküm verdi, yanlış mı, kendisi de bilmez. Doğru hüküm vermişse, yanlış olmasın diye korkar; yanlış hüküm vermişse, doğru olmasını umar. 
Bilgisizdir, bilgisizlikler karanlığında sendeler, yürür gider; kör develere binmiştir, haydar, sürer. Bir bilgiye diş vurmamıştır; dişi, bir bilgi lokmasını kesmemiştir, çiğnememiştir. Yelin, ovadaki kuru otları savurduğu gibi rivayetleri savurur gider. 
Andolsun Allah'a ki kendisine sorulan şeylerde hüküm vermeye gücü olmadığı gibi kendisine danışılan işe de ehil değildir. İnkâr ettiği şeyi başkası da bilmez de inkâr eder sanır; kendi vardığı, bulduğu yoldan-yordamdan başka bir yol-yordam olmadığına, başkalarının ayrı birer rey sahibi olamayacağına inanır. Kendisine karanlık görünen bir şey oldu mu, onunla kendisini de örter; kimseler bilmediğini bilmesin ister. Onun hükmündeki cevr-ü cefa yüzünden dökülen kanlar, kan ağlar, feryat eder; miraslar, haksızlığından şikâyetlenir, inler. Allah'a şikâyet ederim bilgisiz yaşayanlardan, sapıklıkta ölenlerden. Hakkıyla okunduğu takdirde onların katında kitaptan daha değersiz bir meta' yoktur; ama sözleri, söylediği yerlerden alınır, anlamı değiştirilirse onlarca, satışta daha ehven kâr getiren, değerde daha üstün olan bir metâ' yoktur. Onlarca iyilikten daha kötü bir şey olamaz; kötülükten daha iyi bir şey bulunamaz. (Nehc'ül Belaga, bölüm 4) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder