2 Mayıs 2016 Pazartesi

Devletin kanalı TRT’de sürekli evrim propagandası yapılıyor!


Devletin kanalı TRT’de sürekli evrim propagandası yapılıyor!
Türk halkının % 95'i evrime inanmıyor, evrim propogandasına son verilsin.

Daha öncede defalarca uyarmamıza ve yazmamıza rağmen devletin kanalı TRT’de sürekli evrim propagandası yapılıyor. Yayınlanan belgesellerde sürekli evrim teorisi anlatılıyor. Yine okullarda da derslerde sürekli öğrencilere evrim teorisi okutuluyor. Böylelikle maymundan geldiğini zanneden, her şeyin tesadüfler sonucunda oluştuğuna inanan, inançsız, Allah’ı tanımayan bir gençlik yetişiyor.
TRT biran önce evrim propagandası yapılan belgeselleri yayınlamaktan vazgeçmeli. Ayrıca okullarda yaratılış gerçeği de okutulmalı.
TRT biran önce evrim teorisini gençlerimize gerçek gibi sunmayı bıraksın, evrim teorisi 21. Yüzyıl bilimi tarafından çökertilmiş bir teoridir. Darwin bu teoriyi ortaya atarken hücreyi içi su dolu bir kesecik zannediyordu. Hücrenin içinde yaratılmış olan olağanüstü dünyadan haberi bile yoktu! Hücrenin içinde Allah tarafından yaratılan olağanüstü kompleks yapıyı bu aşağıdaki videodan seyredebilirsiniz. Darwin’in döneminde elektron mikroskobu olmadığı için Darwin hücreyi hiçbir zaman inceleyemedi. Eğer inceleseydi bu saçma teoriyi ortaya atmazdı.
Bildiğiniz gibi tek bir protein molekülünün oluşması için başka bir proteinin varlığına ihtiyaç var. Bu durumda proteinin tesadüfen oluşma ihtimali sıfırdır.
Tek bir hücrenin içindeki kimyasal tepkimedeki akıl milyonlarca insanın aklından çok daha üstündür. Hücrenin içindeki muazzam yaşam Allah’ın muhteşem sanatını ortaya koyar.
Yer altından çıkarılan milyonlarca fosil evrim teorisinin hiç gerçekleşmediğini ispat eder. Canlıların hiçbiri birbirine dönüşmemiş, aradan milyonlarca yol geçmesine rağmen canlılarda en ufak bir değişiklik olmamıştır. Bugün yaşayan bir atın, maymunun, eşeğin, arının, kuşun, örümceğin, tavşanın görüntüsü ile milyonlarca yıl önceki fosili tamamen birbiriyle aynıdır.
İşte evrimi yıkan ve yaratılışı ispat eden bu gerçekleri bilim adamları insanlardan gizliyorlar. Yoksa kendileri de tek bir hücrenin dahi, tek bir proteinin dahi tesadüflerle oluşamayacağını çok iyi biliyorlar. Dünyadaki devlet adamlarının hiçbiri şu anda “evrime inanmıyorum” diyemiyor. Üniversitelerdeki hiçbir öğretim üyesi “evrime inanmıyorum” diyemiyor. Baskının şiddetini siz düşünün artık…

Gerçekten kim bu Mevlana?


Gerçekten kim bu Mevlana?
Mevlana adıyla yayılmaya çalışılan Mesnevilik Kuran'la çelişiyor!

Bu aralar hem televizyon kanallarında, hem de köşe yazılarında “Mevlana Gerçeği” tartışılıyor. Devletin Mevlana’nın eseri olarak yayınladığı “Mesnevi” adlı eserde gerçekten de Kuran’a muhalif birçok ifade geçiyor. Kadınların aşağılanması mı dersiniz, eşcinsel ifadeler mi dersiniz, sapkın ifadeler mi dersiniz, evrimi yaratılıştan üstün tutan ifadeler mi dersiniz, hakikaten inanılmaz ifadeler geçiyor. Dinle imanla hiç alakası yok, tam tersine sapkınlığın ön planda olduğu ifadeler bunlar. Ve insanların çoğu bu ifadelerden habersiz bir şekilde gidip Mevlana’ya bağlanıyorlar.
Tarih kitaplarına bakarsak, Mevlana döneminde 2 milyon Müslümanın katledildiği bilgisi yer alır. Tarih kitaplarında Mevlana hakkında verilen bilgilere göre Şems de Müslüman katliamına katılmıştı, haftalarca nehirler kan rengi akmıştı... Mevlana döneminde Hülagü'nün yaptığı Müslüman katliamları nedeniyle Barada nehri kan kırmızı akmıştı. Rumiler bu nehri kutsal kabul ederler... Mevlevilikte özel şifrelerle konuşulur, tavsiyeler şifrelerle verilir. Hülagü azılı bir Deccaldi ve Mevlana olarak ismi geçen kişiyi bütün Anadolu'nun şeyhi ilan etmişti. O dönemde sadece Bağdat'ta 800 bin kişi şehit edildi, kadın-çocuk ayrımı yapılmadı, şehir yağmanlandı. Mevlana’nın eserlerinde bu olaylar övülür. Mevlana’nın bağlı olduğu Hülagü, cami, hastane gibi her yeri kundaklayıp yaktırmıştır. Hülagü binlerce mazlum Müslümanı şehit etmiştir. Hülagü, Mevlana'nın has talebesidir ve 12 mescidi ateşe vermiş 14 bin Kuran'ı yaktırmış 200 bin insanı canlı canlı toprağa gömdürmüştür. Hülagü katlettiği insanların kafasında tepeler oluşturan bir katildi. Tarihi bilgilere göre Mevlana'yı ise hep koruyup kollamıştı..."
Gördüğünüz gibi Müslümanları şehit eden Hülagü Mevlana’yı şeyh ilan edip bütün Anadolu’ya Mesneviliği yaymaya çalışmış. Biraz daha derin araştırma yaptığımızda yine karşımıza İngiliz derin devleti çıkıyor. İngiliz derin devletinin İslam’ın yerine Mesnevi’liği ve Rumiliği koymaya çalıştığı açıkça görülüyor.
Mevlana diye biri Anadolu’da yaşamış olabilir, bu sapkın ifadelerden haberi bile olmayabilir. Ama onun adına yazılmış Mesnevi adlı eserlerde hiçbir Müslüman’ın kabul edemeyeceği ifadeler var. Bu gerçeği herkes bilmeli ve İngiliz derin devletinin oynadığı oyuna karşı dikkatli olunmalı diyorum.

Kuran’a göre nasıl namaz kılmalıyım? 


Kuran’a göre nasıl namaz kılmalıyım? Resimler
Müslüman’ın ayrılmaz parçasıdır namaz. Allah'a şükretmeden yaşanır mı?

Namaz hem çok güzel, hem de çok kolay bir ibadet. İnsanın kendisini yaratan, ona can veren, ruh veren ve durmaksızın nimet bağışlayan Allah’ın huzurunda alnını secdeye koyması ne kadar güzel. Allah’ın bizim ibadetimize hiç ihtiyacı yok ama bizim Allah’a kalpten, tüm benliğimizle şükretmeye, O’na yakın olmaya çok ihtiyacımız var. Bizim tek ve gerçek dostumuz Allah, bizde ona olan bağlılığımızı her gün namazla, şükürle,duayla ve Allah’ı çok anarak gösteriyoruz.
De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (En'am Suresi, 162)
Allah, Kendisi için yapacağımız ibadet yöntemlerini Kuran’da bildirmiştir. Bu ibadetleri yaparken Kuran’dan başka hiç bir kaynağa ihtiyacımız yoktur. Namazı zor gösterip şeytana fırsat vermemek lazım. Milyonlarca insan hurafelerden dolayı, namaz ve abdest zor gösterildiğinden dolayı namaz kılmıyor. Halbuki Kuran’a göre namaz kılmak çok kolay. Müslüman hiçbir zaman namazını terk etmez ve son nefesini verene kadar namazını kılar.
Hac Suresi 26. ayetten anladığımız üzere namazda, önce ayakta durup (kıyam) Allah’ı tesbih edip yüceltmemiz gerekiyor, devamında eğilip Rabbimize kul olduğumuzu gösteren ruku etmemiz gerekiyor, son olarak da secde ile namazı bitirmek gerekiyor. Namazda Allah’ı öven sözleri söylememiz gerekiyor. (SübhanAllah, Elhamdüllilah, Allah-ü Ekber, Sübhane Rabbiyel Azim, Sübhane Rabbiye'l-alâ )
Namazda aslolan Allah’ı tesbih edip yüceltmek ve Yüce Rabbimizin huzurunda olduğumuzun bilincinde HUŞU içinde olmaktır. Ayakta durup tesbih ederken, şekil ile ilgilenmek yerine namazın bilincinde olmamız gerekir. Ellerimizi nerede tutup, ayaklarımızı kaç cm açacağız ya da ellerimizi nasıl birleştireceğiz gibi bizi namazın özünden alıkoyan şekille ilgili konular ile ilgilenmemeliyiz.

Kur'an’da mezhep yoktur.


Kur'an’da mezhep yoktur, Resimler
Bütün Müslümanları mezhep ayrımı gözetmeksizin bir araya getirecek sistemin adıdır Mehdiyet.

(O müşrikler ki) Kendi dinlerini fırkalara ayırmışlar ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi ellerindekiyle övünüp sevinç duymaktadır. (Rum Suresi,32)
Kur'an dışı hüküm arayanlar, İslam dinini dörde bölmüşler, dört ayrımezhep, daha doğrusu birbiriyle tamamen çelişen DÖRT AYRI DİN oluşturmuşlardır. Her mezhep kendi seçtiği hadisleri temel kabul etmiştir.
İslam dinin tek kaynağı olan Kur'an, genel olarak mezhep ve mezhep taassubunu yasaklayıp, gerek Müslümanlar ve gerekse diğer insanlar arasında kardeşlik ve hoşgörüyü emretmektedir.
Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.(Enam Suresi,159)

Evrimciler küçücük bir tohumdan nasıl metrelerce ağaç oluştuğunu düşünmezler...


Evrimciler küçücük bir tohumdan nasıl metrelerce ağaç oluştuğunu düşünmezler...
Evrim teorisi hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir teoridir.

Evrimcilerin düşünmedikleri o kadar çok konu var ki... Evrimciler evrim teorisine körü körüne inanıyorlar ama 21. Yüzyıl bilimi evrim teorisini reddediyor. Toprağın altından çıkarılan milyonlarca fosil de evrimin hiç gerçekleşmediğini ispat ediyor. Evrimcilerin çevresinde sürekli mucizeler gerçekleşir, Allah sanatını her detayda gösterir. Evrimciler ise bu detaylar hakkında hiç düşünmezler. Sadece bitkilerdeki yaratılış mucizelerine bakarsak;
Evrimciler, gelincik çiçeklerinin polenlerini, polen taşıyıcı böceklerin en fazla olduğu saatlerde yaymalarını, biyolojik saatleri ile kendi çiçeklenmelerinin gelişimini sağladıklarını tesadüflerle açıklayamayacaklarını düşünmezler.
Evrimciler, mısır ve fasulye bitkilerinin düşmanlarından korunmak için yapraklarında özel bir salgı salgıladıklarını, bu salgı ile parazit yaşayan eşek arılarını bulundukları yere toplayarak adeta paralı asker gibi kullandıklarını, bu savunma stratejisinin herhangi bir şuura sahip olmayan bitki tarafından gerçekleştirilmiş olmasının mümkün olamayacağını düşünmezler.
Evrimciler, çoğu küçük tahta parçalarına benzeyen tohumlardan nasıl belli bir süre sonra 4-5 metre uzunluğunda ve yüzlerce kilo ağırlığında dev ağaçlar oluştuğunu düşünmezler.
Evrimciler, güllere renklerini veren, yapraklarındaki kıvrımları belirleyen, çiçeğinin yapraklarının kadifemsi yumuşaklığını, dünyanın neresine giderseniz gidin aynı muhteşem gül kokusunu belirleyen bilgilerin gülün genlerine nasıl yerleştiğini, bunun bütün bitki türleri için geçerli olduğu gerçeğini düşünmezler.
Evrimciler kuru sopaya benzeyen asma dallarından tatlı ve su dolu kesecikler halinde üzümlerin nasıl çıktığını, üzüm kabuklarını fındık kabuklarından farklı kılanın, bu iki meyvenin renklerini, tatlarını, kokularını, içindeki vitaminleri, birinin sulu birinin kuru yapılarda olmasını sağlayanın tohumların genlerindeki bilgiler olduğunu, her zaman fındık tohumlarından fındıkların, üzüm tohumlarından ise üzümlerin çıktığını düşünmezler.
Şartlar uygun olmadığı için on yıllarca hatta yüzyıllarca uyku durumunda kalan ve sonra filizlenebilen tohumlar vardır. Darwinistler, yer değiştirme gibi bir alternatifleri olmayan bitkilerin zor koşullarda yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlayan böyle bir mekanizmanın varlığını nereden bildiklerini düşünmezler.
Evrimciler toprağın genel olarak çürütücü, parçalayıcı özelliğinin olduğunu ancak toprağın içindeki tohum ve milimetrenin yarısı inceliğindeki köklerin, toprakta hiçbir zarar görmediklerini aksine toprağı kullanarak sürekli gelişip büyüdüklerini düşünmezler.
Her bir kelimesi bir kitabı ve her bir harfi bir satırı içerisinde tutan bir kitabın, katipsiz (yazıcısız) vücudu (ortaya çıkması) mümkün değildir. Kainat kitabı da Nakkaş-ı Ezelinin (evveli olmayan, her şeyi en güzel şekilde işleyen Allah) vücub-u vücuduna (var olmasına) bağlıdır. (Bediüzzaman Said Nursi)

Facebook finansörü Chatham house PKK’yı kolluyor!


Facebook finansörü Chatham house PKK’yı kolluyor!
İngiliz derin devleti PKK'yı destekliyor ve Türkiye'yi parçalamak istiyor.

İngiliz derin devleti Chatham House’unfacebook ve twitter finansörü olduğunu ve sonuna kadar PKK’yı kolladığını biliyor musunuz?
Facebook ve Twitter’da PKK aleyhine yazı yazıldığında PKK’lılar hemen şikayet edip sayfayı kapattırıyorlar, ya da twitterda yazılanları çıkarttırıyorlar.
Ama bunun yanında PKK sürekli her yerden tek yanlı propoganda yapıyor. PKK kalleşçe yayınlar yapıp bizim şehitlerimiz aleyhine konuşurken bunlara cevap vermemek olmaz. Devletimizin bu yönde hukuki tedbir alması lazım.
Sosyal medyada Türk milleti bu kanını emen kalleş PKK’yı dilediği gibi eleştirebilmeli, PKK’yı eleştiren ilmi yazılara yorumlara izin verilmemesi ve hemen kaldırılmaması kabul edilemez. Devletimiz bu konuda tedbir alsın ve bu öenmli konu görmezden gelinmesin.

Deccal’in ordusu olan münafıkları çok iyi tanıyın…


Deccal’in ordusu olan münafıkları çok iyi tanıyın…
Münafıklar sürekli Müslümanlara zarar vermeye çalışırlar ama hep sonunda kendileri perişan olurlar.












Müslümanların arasında gizlenen çok sinsi, k...pe, dönek, ahlaksız, her an pislik yapmaya hazır bir topluluk her zaman vardır. Peygamberimizin döneminde de varlardı, ahir zamanda olduğumuz bu dönemde de müminlerin arasındalar. Allah bunların hainliklerini, içlerindeki şüpheyi “ne onlara, ne bunlara” diyerek tarif ediyor ve bu korkak güruhun cehennemin en alt tabakasında olacağını şöyle bildiriyor:
Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)
Ahir zamanda olduğumuz bu dönemde de münafıklar Hz. Mehdi’ye zarar vermek, Müslümanları birbirinden ayırmak, onlara zarar vermek için ellerinden geleni yapacak ama asla başarılı olamayacaklardır.  
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır. (Tevbe Suresi, 67)
Münafığın en büyük ideali Müslümanlardan ayrılmaktır, biran önce ayrılmak. Çünkü menzil kazanması gerekir. Yani uzaktan vurmak için. Ama ayrılırken de tabii ilk atağını Müslümanların anlayacağı bir tarzda yapmaz. Anlamayacağı şekilde yapmaya çalışır. Ve kendini Müslüman olarak tanıtarak ayrılma eğilimindedir.
Münafıkların gözlerinden nefret akar, yani pis bir elektriği olur. O nefreti gizlemek ister ama beceremez.
Münafıklar kuvvet hep dışarıda diye düşünür. Ama Müslümanda da kuvveti görürse bir parça, o zaman bir hayranlık duymaya başlar. Onun için peygamberimiz hep kuvvet göstermiştir, hep güç göstermiştir. O zaman münafıklar da baş eğdiler. Bu Müslüman vasfı.
Münafık hep intikam peşindedir. Ya sözüyle intikam almak ister, ya gözüyle, ya ahlaksızlığıyla Müslümanları rahatsız etmek ister, ya onları huzursuz etmek ister, başını belaya sokmak ister ama takva görünümünde yapar.
Münafıklarda aşağılık kompleksi olduğu için onlar hep kendini büyük göstermek ister. Hep çok büyük olmak ister. Ama asla da erişemez, hep aşağılanırlar. Allah onları hep aşağılar.
Münafıklara Allah bir süre verir. Mesela onlar sağlıklı gibi durur, halbuki Allah diyor ki: “Ben onları adım adım belanın içine yaklaştırıyorum.” Her yıl, her ay onlar belaya doğru yaklaşırlar.
Münafıklarda bakış bozukluğu vardır. Yani nefretini bir perdeyle gizlemeye çalışır. Onun için münafığın bakışı donuklaşır. Ama gizlese de anlaşılır.
Münafık zırvalar. Allah’tan hiç bahsetmek istemez. Münafığın özelliğidir. Allah’tan bahsettiğinde içi yanar. Onlar hep misalle konuşmaya çalışırlar. Yani insanlardan örnek verir, çevreden örnek verir. Misalle konuşur, bu münafığın ana özelliğidir.
Münafığın Kuran dinlemeye tahammülü olmaz. Çok sıkılır, çok bunalır. Müslümandan da sıkılır. Çünkü Müslüman’ın yüzündeki aydınlık onu bunaltır. Allah’ı hatırlar Müslümanları gördüğünde sıkılır.
Münafıklar şeytanla transa geçip ondan bilgi alır. Şeytan ona, “bunu yap, şunu yap, şöyle pislik yap, böyle ahlaksızlık yap, şöyle fitne çıkar” diye ona yalnızken akıl verir. Müminlerin yanında Allah’tan bahsedildiği için orada konsantrasyonu dağılır.
Münafıklar izbelerde plan kurarlar. Şeytanla bağlantıya geçer, transa geçer. Onun için münafıklar hep yalnızlığı seçerler. Yalnız olmak isterler, tek kalmak isterler. Şeytanla o transın bozulmasını istemez.
Münafıklar Kuran okunduğunda kaçacak delik arıyorlar. “Nefretle geri dönerler” diyor Allah ayette. Ama boş bir laf duyduklarında gelirler, münafığın özelliğidir.
Münafık Müslümanların arasından gittiğinde bela gitmiş, Allah Müslümanların üstünden belayı kaldırmış oluyor. Şükretmesi gerekir müminin. Çünkü o gittiğinde sürünmeye gidiyor zaten. Perişan olur, akıl sağlığı bozulur, ruh sağlığı bozulur. Bütün münafıklar perişan olmuştur peygamber efendimizin yanından gittikten sonra.
Münafıkların sinsiliğini, kalleş karakterlerini sizlere anlatmaya ve onları size tanıtmaya devam edeceğim.
Kaynak:

Deccal’in ordusu olan münafıkları çok iyi tanıyın…


Deccal’in ordusu olan münafıkları çok iyi tanıyın…
Münafıklar sürekli Müslümanlara zarar vermeye çalışırlar ama hep sonunda kendileri perişan olurlar.

Müslümanların arasında gizlenen çok sinsi, k...pe, dönek, ahlaksız, her an pislik yapmaya hazır bir topluluk her zaman vardır. Peygamberimizin döneminde de varlardı, ahir zamanda olduğumuz bu dönemde de müminlerin arasındalar. Allah bunların hainliklerini, içlerindeki şüpheyi “ne onlara, ne bunlara” diyerek tarif ediyor ve bu korkak güruhun cehennemin en alt tabakasında olacağını şöyle bildiriyor:
Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)
Ahir zamanda olduğumuz bu dönemde de münafıklar Hz. Mehdi’ye zarar vermek, Müslümanları birbirinden ayırmak, onlara zarar vermek için ellerinden geleni yapacak ama asla başarılı olamayacaklardır.  
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır. (Tevbe Suresi, 67)
Münafığın en büyük ideali Müslümanlardan ayrılmaktır, biran önce ayrılmak. Çünkü menzil kazanması gerekir. Yani uzaktan vurmak için. Ama ayrılırken de tabii ilk atağını Müslümanların anlayacağı bir tarzda yapmaz. Anlamayacağı şekilde yapmaya çalışır. Ve kendini Müslüman olarak tanıtarak ayrılma eğilimindedir.
Münafıkların gözlerinden nefret akar, yani pis bir elektriği olur. O nefreti gizlemek ister ama beceremez.
Münafıklar kuvvet hep dışarıda diye düşünür. Ama Müslümanda da kuvveti görürse bir parça, o zaman bir hayranlık duymaya başlar. Onun için peygamberimiz hep kuvvet göstermiştir, hep güç göstermiştir. O zaman münafıklar da baş eğdiler. Bu Müslüman vasfı.
Münafık hep intikam peşindedir. Ya sözüyle intikam almak ister, ya gözüyle, ya ahlaksızlığıyla Müslümanları rahatsız etmek ister, ya onları huzursuz etmek ister, başını belaya sokmak ister ama takva görünümünde yapar.
Münafıklarda aşağılık kompleksi olduğu için onlar hep kendini büyük göstermek ister. Hep çok büyük olmak ister. Ama asla da erişemez, hep aşağılanırlar. Allah onları hep aşağılar.
Münafıklara Allah bir süre verir. Mesela onlar sağlıklı gibi durur, halbuki Allah diyor ki: “Ben onları adım adım belanın içine yaklaştırıyorum.” Her yıl, her ay onlar belaya doğru yaklaşırlar.
Münafıklarda bakış bozukluğu vardır. Yani nefretini bir perdeyle gizlemeye çalışır. Onun için münafığın bakışı donuklaşır. Ama gizlese de anlaşılır.
Münafık zırvalar. Allah’tan hiç bahsetmek istemez. Münafığın özelliğidir. Allah’tan bahsettiğinde içi yanar. Onlar hep misalle konuşmaya çalışırlar. Yani insanlardan örnek verir, çevreden örnek verir. Misalle konuşur, bu münafığın ana özelliğidir.
Münafığın Kuran dinlemeye tahammülü olmaz. Çok sıkılır, çok bunalır. Müslümandan da sıkılır. Çünkü Müslüman’ın yüzündeki aydınlık onu bunaltır. Allah’ı hatırlar Müslümanları gördüğünde sıkılır.
Münafıklar şeytanla transa geçip ondan bilgi alır. Şeytan ona, “bunu yap, şunu yap, şöyle pislik yap, böyle ahlaksızlık yap, şöyle fitne çıkar” diye ona yalnızken akıl verir. Müminlerin yanında Allah’tan bahsedildiği için orada konsantrasyonu dağılır.
Münafıklar izbelerde plan kurarlar. Şeytanla bağlantıya geçer, transa geçer. Onun için münafıklar hep yalnızlığı seçerler. Yalnız olmak isterler, tek kalmak isterler. Şeytanla o transın bozulmasını istemez.
Münafıklar Kuran okunduğunda kaçacak delik arıyorlar. “Nefretle geri dönerler” diyor Allah ayette. Ama boş bir laf duyduklarında gelirler, münafığın özelliğidir.
Münafık Müslümanların arasından gittiğinde bela gitmiş, Allah Müslümanların üstünden belayı kaldırmış oluyor. Şükretmesi gerekir müminin. Çünkü o gittiğinde sürünmeye gidiyor zaten. Perişan olur, akıl sağlığı bozulur, ruh sağlığı bozulur. Bütün münafıklar perişan olmuştur peygamber efendimizin yanından gittikten sonra.
Münafıkların sinsiliğini, kalleş karakterlerini sizlere anlatmaya ve onları size tanıtmaya devam edeceğim.
Kaynak:

Müthiş özelliklerle yaratılan bir organ: Beyin

Müthiş özelliklerle yaratılan bir organ: Beyin
Beyin gibi bir organ karşısında evrimciler çaresiz kalır.

Yaklaşık 1.5 kg. ağırlığa sahip sıvı içinde yüzen ve kafatasının içinde korunan küçük bir organ olan beyin hissetmek, hareket etmek, işitme, görme, tat ve koku alma, kalbin çalışması, nefes alma gibi hayati işlevlerin tümünü gerçekleştirir. Beyin ayrıca hormonlar üreterek vücudun ihtiyaçlarına göre düzenleme yapar. Çok hassas bir sisteme sahip olan bu organımız elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur.
Beynimizin en fonksiyonel şekilde çalışmasını sağlayan bu tasarımın tesadüfen ortaya çıkması elbette ki mümkün değildir. Tüm bu ayrıntıları bilen jöle kıvamında bir et parçası olan beynin kendisi de olamaz. Böyle iddialarda bulunmak akıl ve mantığın tamamen dışına çıkmak demektir. Bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde yaratan, herşeyin yaratıcısı olan Allah’tır. 

İnsanın ruhu evrimle nasıl açıklanabilir?


İnsanın ruhu evrimle nasıl açıklanabilir?
Darwin hiçbir zaman ruhu açıklayamadı...

Sevinen, üzülen, heyecanlanan, düşünen, akleden, büyük bir aşkla seven, sahiplenen bir varlık düşünün. Öyle bir ruha sahip ki, binbir türlü özellikle donatılmış. İşteevrimciler insanAllah tarafından verilen ruhu açıklama karşısında çok çaresiz kalıyorlar.
Evrimcilerin açıklama getiremedikleri konulardan biri de, insanı diğer tüm canlılardan ayıran bazı özelliklerin evrim sürecinde nasıl kazanıldığıdır. İnsan, bilinçli, irade sahibi, düşünebilen, konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen bir varlıktır. Bütün bu özellikler de onun sahip olduğu "ruh"a ait işlevlerdir. İnsanla diğer hayvanlar arasındaki uçurumu doğuran en önemli fark da işte bu "ruh"tur. Hiçbir fiziki benzerlik, insan ile diğer bir canlı arasındaki bu en büyük farkı kapatamaz. Doğada ruhu olan tek canlı insandır. Ve evrim teorisinin hiçbir "sözde mekanizması" ruhun ve ruha ait özelliklerin varlığını ve oluşumunu açıklayamaz. Nitekim Darwin de dahil olmak üzere bütün evrimciler bunun farkındadırlar. İşte evrimcilerin bu konudaki itiraflarına dair birkaç örnek:
Charles Darwin:
Son iki bölümde, insanın, vücut yapılışında aşağı bir biçimden türediğinin izlerini taşıdığını gördük,ama insan zihin gücü bakımından bütün öbür hayvanlardan öylesine farklıdır ki, varılan bu sonuçta bir yanlışlık olabileceği ileri sürülebilir.1
Prof. Cemal Yıldırım:
Bugün yanıtlaması kolay olmayan soru şudur: İnsanın evrimini yönlendiren doğal etkenleri biliyor muyuz? Başka bir deyişle, doğa hangi koşulların etkisinde "insan" dediğimiz bilinçli, kültürel etkinliğe yetkin organizmaya yönelmiştir?2
Darwin, evrimin "itici gücü" diye önerdiği doğal seleksiyonu biyolojik düzeyde yeni tür ve formların oluşmasıyla sınırlı tutmakta, en belirgin biçimleriyle insanda gördüğümüz duygusal, zihinsel ve moral yetilerin gelişme süreçlerinde, dahası "kültür" ve "uygarlık" dediğimiz çeşitli etkinliklerin ve araçların ortaya çıkmasında da etkili saymaktadır. İnsan yalnız biyolojik varlığıyla değil, psikolojik, moral ve kültürel alanlardaki ilerlemesiyle de doğal seleksiyonun ürünüdür, ona göre.
Ancak amaçsız, mekanik bir düzenek olan doğal seleksiyonun, bu olağanüstü gelişmelere nasıl yol açtığı açık olmaktan uzaktır. Darwin'de bu güçlüğün doyurucu bir açıklamasını bulduğumuzu söyleyemeyiz.3
İnsan Allah'ın kendisine verdiği ruha sahip, düşünebilen, sevinebilen, heyecanlanabilen, fikirler üreten, onur, saygı, sevgi, dostluk, vefa, samimiyet, dürüstlük gibi kavramları bilen bir varlıktır. Materyalistlere göre ise, bütün bunlar insan beyninin içindeki nöronlar (sinir hücreleri) ve bunlar arasındaki kimyasal reaksiyonlardan ibarettir. Oysa bu, ne bilimsel ne de mantıksal açıdan savunulabilecek bir iddia değildir. Materyalistler maddenin ötesinde bir varlığın mevcut olduğu gerçeğini kabul etmemek için, akıl ve mantıkla bağdaşmayan bu gibi iddiaları kabul ederler. Oysa insanı diğer canlılardan ayıran bütün bu özellikler, sahip olduğu "Ruh"un işlevleridir.
Moral (ahlaki) davranış doğal değil, insana özgü kültürel bir olaydır. Darwin'in bu ayrımı yeterince göremediğini biliyoruz. Görmüş olsaydı, insanın akıl ve moral bilincine bağlı etkinliklerini de biyolojik evrim çerçevesine alma yoluna gitmezdi. Ona göre düşünceye "beyin" dediğimiz organın öz suyu gözüyle bakılmalıydı. "Yerçekimi nasıl maddenin bir özelliği ise düşünce de beynimizin bir özelliğidir", diyor Darwin. Ama fizyoloji ile psikolojiyi karıştıran bu benzetme yerinde midir?.. Bu noktada Darwin'in yanılgıya düştüğü açıktır.4
Hoimar Von Ditfurth:
İzlediğimiz doğa tarihi ve genetik gelişme yolu üzerinde, bilincin, ruhun, zekanın ve duygunun ne olduklarına ilişkin bir yanıt veremeyeceğimiz gün gibi aşikardır. Çünkü psişik-bilinçsel boyut, en azından bu dünyada, şu anda, evrimin gelip gelebildiği en üst boyuttur. Dolayısıyla da evrimin öteki aşama ve basamaklarına, gene bilincimiz yardımıyla, dıştan, onların üstüne yükselerek bakabildiğimiz halde, bilincin (ruhun) kendisine böyle bir yaklaşım yapabilme olanağından yoksunuz. Çünkü elimizde bilincin kendisinden daha gelişmiş bir üst merci bulunmamaktadır. Evrim kuramcılarının deyişiyle, ruhsal dediğimiz şeyi bir bütün olarak görüp kavrayabileceğimiz bir düzlemden ne yazık ki yoksunuz.5
Roger Lewin:
Fiziksel anlamda, insanın evrimi hakkındaki herhangi bir teorinin, güçlü çeneleri ve iri kesici dişleri olan ve bizden dört kat hızlı koşan maymun benzeri bir atanın nasıl yavaş yavaş, iki ayaklı bir hayvana dönüştüğünü açıklaması gerekir. Bu güçlere aklı, konuşmayı ve ahlakı ekleyin, bunların hepsi evrim teorisine baş kaldırmaktadır.6
Kaynak:
1. Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, Onur Yayınları, Nisan 1995, s.85
2. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi, Ocak 1989, s.93
3. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s.100
4. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s.106-107
5. Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi 3, Alan Yayıncılık, Kasım 1996, İstanbul, Çev: Veysel Atayman, s.13
6. John Peet, The True History of Mankind, www, pages.org/uk/org/bcs 

İngiliz derin devletinin Atatürk’ü öldürme planları!


İngiliz derin devletinin Atatürk’ü öldürme planları!
İngiltere Türkiye'yi her ne pahasına olursa olsun parçalamak istiyor.

İngiltere eski başbakanı olan David Lloyd George, Türkiye’yi parçalamak istediklerini anacak Atatürk olduğu için bunu yapamadıklarını şu sözüyle açıklar:
İnsanlık tarihinde dâhiler pek ender görülür. Fakat ne yazık ki, Tanrı bir dâhiyi Türkiye’de dünyaya getirdi ve biz onunla çarpışmak zorunda kaldık. Mustafa Kemal gibi bir dâhiyi yenmemiz imkânsızdı.”  (Onur Öymen, Silahsız Savaş, s. 355, Chroique de L’Historie, Atatürk, s. 89)
İngiliz derin devleti 1938’de Atatürk’e suikast girişiminde bulundu. İngiltere İçişleri Bakanlığı 4 Aralık 1937’de kendi Dışişleri Bakanlığı’na 6 sayfalık “Gizli Emniyet Raporu” yolladı. Raporda şu bilgi vardı: “Prens Sami’nin Türkiye’deki adamları Şubat 1938’de harekete geçmek üzere Atatürk’e bir suikast hazırlığı içindedir. Bu suikastta harcanmak üzere gerekli olan 100 bin sterlini temin konusunda Keith Williams adında bir İngiliz sermayedar Prens Sami‘ye yardımcı olmaktadır.”
İngilizler, RV/5, JQ/6 ve Parsifal kod adlı 3 ajanla Atatürk'ü yakın markaja aldılar.
RV/5, 1921'de İstanbul'da açtığı terzi dükkânıyla İttihatçı çevrelerin ve Atatürk'e yakın isimlerin terzisi olmayı başardı. Türk Dışişleri'ne girip çıkabiliyordu. Elde ettiği bilgileri İngilizlere aktarıyordu. Dışişleri'ndeki kaynaklarından biri yakalanınca İngiliz ajanlar tarafından Mısır'a kaçırıldı.
Atatürk’e suikast yapmak için gelen İngiliz casuslardan biri de Mustafa Sağır’dır. Mustafa Sağır,Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal’i öldürmek üzere İngiliz derin devleti tarafından küçük yaştan itibaren yetiştirilen Hint asıllı bir İngiliz casustur. Mustafa Sağır’ın casus olduğunu, gönderdiği raporlara görünmez mürekkeple yazılmış Hintçe ifadeler ortaya çıkarmıştır.  
Atatürk, Nutuk'ta İngiliz derin devletinin oyununu şöyle anlatıyor:
“Türklerle Kürtler arasında bir kardeş harbine sebebiyet vermek için, Kürtleri İngiliz himayesi altında müstakil bir Kürdistan kurma planına iştirak etmek üzere tahrik ettiler. Bu teşebbüslerini tahakkuk ettirmek için büyük paralar harcadılar, her türlü casusluğa başvurdular... Bu suretle Noel isimli bir İngiliz subayı uzun bir zaman Diyarbakır'da gayretler sarf etti ve faaliyetlerinde her türlü aldatma ve sahtekârlığa başvurdu.”
Atatürk İngiliz derin devletinin kendisi için yaptıkları suikast planlarından haberdardı. İngiliz derin devleti bu kirli emeline ulaşmak için çok farklı yollar denedi, birçok ajanını Türkiye’ye gönderdi. Ama tehlike Atatürk’ün hiç beklemediği bir yerden, tam yanı başındaki doktorlardan geldi. Atatürk geç teşhis edilen bir hastalığın pençesinde tam 43 şişe kinin verilerek doktorları tarafından zehirlenerek öldürüldü…
Yazıma ikinci bölümde devam edeceğim.

Hz. Mehdi Musevilerle çok yakın bağlantı içinde olacak...


Hz. Mehdi Musevilerle çok yakın bağlantı içinde olacak...
Hz. Mehdi bağnazlığı da bitirecek, Musevilere olan düşmanlığı da...

Hz. Mehdi Müslümanların yüzyıllardır beklediği liderdir, aynı zamandaMusevilerin de beklediği Kral Mesih’tir. Hz. Mehdi sadece Müslümanları içinde bulundukları zulümden kurtarmaya gelmeyecek, aynı zamanda Hıristiyanlar ve Museviler için de gelecek ve üç dini birleştirerek hepsini hak din olan İslam’a döndürecektir. Peygamberimizhadislerinde Hz. Mehdi’nin diğer dinlerden insanlarla çok yakın bağlantıda olacağını bildiriyor:
Hz. Mehdi Musevilerin beklediği kral Mesihtir:
Hz. Ali b. Ebu Talib şöyle buyuruyor: "Vaat edilmiş Mehdi bizden olacaktır ve ahir zamanda zuhur edecektir. HİÇBİR MİLLET ARASINDA ONDAN BAŞKA BEKLENİLEN BİR MEHDİ YOKTUR." 1
Ebu Abdullah (İmam Cafer-i Sadık), güldü ve şöyle dedi: "Ey Hişam! Bunları sana kim öğretti?" Dedim ki: "Bunları senden öğrenerek bir araya getirdim." İmam buyurdu ki: "ALLAH'A YEMİN EDERİM Kİ BU (HZ. MEHDİ), İBRAHİM VE MUSA'NIN SUHUFLARINDA YER ALAN GERÇEKLERDİR." 2
Hz. Mehdi Tevrat’ı ve İncil’i tahrif olunmuş kısımlarından arındıracak:
İmam-ı Zaman (Hz. Mehdi)'nin adil hükümetinde, BÜTÜN İLAHİ KİTAPLAR İNSANLARIN ÖNÜNE ORİJİNAL BİÇİMLERİYLE, HİÇBİR BOZULMA OLMAKSIZIN SUNULACAKTIR. İmam Mehdi Tevrat ehline Tevrat ile, İncil ehline İncil ile, Zebur ehline Zebur ile, Kuran ehline Kuran ile hükmedecektir. 3
Hz. Mehdi Musevilerle ortak çalışma yapacak:
Ahmad ibn Muhammed ibn Said el Ukdeh dedi ki: Ali ibn el-Hasan et-Taymali dediğini aktardı: Ali ibnu Yusuf oğlu el-Hasan ve Muhammed, Sa'daan ibnu Müslim'den, recalden, el-Mufezeel ibn Ömar'den dedi ki: Ebu Abdullah bildirdi: "İMAM MEHDİ ÇAĞRIDA BULUNDUĞUNDA, ALLAH'TAN İBRANİ DİLİNDE YARDIM DİLEYECEKTİR." 4
Hz. Mehdi Musevilere Tevrat’ın aslıyla hükmedecek:
Ona Hz. Mehdi denilmesinin nedeni, Şam'da bulunan dağlardan birine yönelmesidir. Oradan(GERÇEK) TEVRAT KİTAPLARINI ÇIKARACAK, YAHUDİLERE KARŞI DELİL GETİRECEKTİR. 5
Cabir b. Yezid el-Co'fi, İmam Muhammed Bakır'dan rivayet ediyor: "...Hz. Mehdi’nin Hz. Mehdi diye isimlendirilmesinin sebebi şudur ki; gizli bir işe doğru yönlendirilecek, TEVRAT VE DİĞER SEMAVİ KİTAPLARI ANTAKYA'DA BİR MAĞARADAN ÇIKARTACAK VE YAHUDİLER ARASINDA TEVRAT'LA HÜKMEDECEKTİR."6
Hz. Mehdi gerçek Tevrat’ı bulur, Musevilerden bir grup onun vesilesiyle Müslüman olur:
Ona Mehdi denilmesinin sebebi şudur. O, Yahudilerin hac yaptığı Şam dağlarından bir dağın içindeki TEVRAT'A DAİR KİTAPLARI ÇIKARIR ve YAHUDİLERDEN BİR CEMAAT ONUN ELİNDE MÜSLÜMAN OLUR. 7
Kaynaklar:
1.(Isbat-ül Hüdat, cilt 7, s.148)
2.(Usul-i Kafi, Yakub bin İshak El Kuleyni, Cilt 1, s. 229)
3.(Bihar-ül Envar, Cilt 52, Sayfa 351)
4.(El-Gaybet-i Numani, s.326)
5.(Suyuti, el-Havi li'l Feteva, II. 81)
6.(El-Mehdiyy-il Mev'ud,cilt 1, s. 254-255)
7.(İmam-ı Suyuti)