10 Ekim 2015 Cumartesi

Modern plazalardaki masalarına görünmez zincirlerle bağlanan milyonlarca insan…


Modern plazalardaki masalarına görünmez zincirlerle bağlanan milyonlarca insan…
İnsanlar para, hırs ve materyalist sistemle adeta köleleştiriliyor, çok mutsuz bir yaşam sürüyorlar.

Size şöyle bir dünyanın tarif edildiğini düşünün: Her sabah milyonlarca insan yatağından erkenden kalkacak. Hemen hızla hazırlanıp hiç vakit kaybetmeden servisine binecek. Daha sonra en az bir saat süren trafikten sonra koşarcasına işyerine varacak. İş yeri denince aklınıza öyle çok güzel, havadar, harika manzaralı bir ofis gelmesin. Havasız, soğuk buz gibi plazalar, koskoca bir salona tıkış tıkış yerleştirilmiş masalar. Son derece gürültülü, rahatsız mekânlar. Size tepeden bakan, ilk fırsatta dedikodunuzu yapan insanlar. İşyerine geç kalmak yok, hastalanınca gelmemek diye bir seçenek yok, bunlar olduğunda başınıza dikilen müdürden hemen azar işiteceksiniz. Bunu birkaç kere tekrarladığınızda artık yaşamınızı sürdürmeniz için gereken bir işiniz olmayacak, çünkü kovulacaksınız. İşte böylesine acımasız bir sistemden bahsediyoruz.
İşyerine ulaşır ulaşmaz bilgisayarınızı açacak ve yüzlerce cevaplanmayı bekleyen mail ile karşılaşacaksınız. Size verilen bir saatlik öğle molasının dışında akşama kadar büyülenmiş gibi bilgisayar ekranına bakacak, toplantıdan toplantıya koşacak, az bir maaşa deliler gibi çalıştırılacaksınız. En ufak bir hatanızda herkesin önünde müdürünüz tarafından aşağılanacaksınız. Duvarlarda sizi sürekli izleyen kameralar olacak, gerçekten çalışıyor musunuz, yoksa boşa vakit mi geçiriyorsunuz, hepsi kaydedilecek. Akşama kadar çalıştıktan sonra da yorgun argın yine servisinize binecek bu sefer iki saat süren trafiğin ardından evinize varacaksınız. Eve vardığınızda kolunuzu bile kaldıracak gücü bulamayacak, her akşam televizyonun karşısında dizi seyrederek koltukta uyuya kalacaksınız. Ve bu esir hayatı nerdeyse 50 yıl sürecek. Her gün aynı şekilde, hiç değişmeden adeta insanlıktan çıkmış, ruhu olmayan milyonlarca robotlaşmış insanın arasına siz de katılacak ve siz de onlardan biri olacaksınız…
Şimdi siz olsanız, böylesine acımasız, insanları köleleştiren, onları sömürüp, çok az bir maaşa yıllarca süründüren bu sistemin içine girer misiniz? Yoksa bir an olsun bu gaddar sisteme dışarıdan bakıp “neden böylesine korkunç bir sistemin bir parçası da ben olayım?” mı dersiniz?
Ama ne yazık ki 21. Yüzyılda emek emek kurulan materyalist sistemde insanlara yaşamaları için, evlerine ekmek götürmeleri için, kiralarını ödemeleri için kurulan sistem bu. Ve milyonlarca insan hiç düşünmeden, hiç sorgulamadan, hiç akletmeden bu sistemin içine dâhil oluyor. Üstelik plazalardan birinde iş bulduğunda, nasıl ruhunu yok eden bir sistemin içine girdiğini fark etmeden aynı çarkın içine dâhil olup üstelik buna seviniyor. 10 yıl değil, 20 yıl değil, 40 yıl değil, nerdeyse ömrünün çok büyük bir kısmını küçücük bir ofiste bilgisayara bakarak, önüne hiç durmaksızın yığılan işleri bitirmek için çabalayarak geçiriyor. Yaşlanıp da işe yaramaz hale geldiğinde de emekli edilip, kapının önüne konuyor, küçücük bir emekli maaşıyla evine gönderiliyor.
Materyalist sistem gün geçtikçe insanların ruhundaki güzellikleri de silip yok ediyor. Bir bakıyorsunuz plazalarda çalışanların kıyafetleri aynı, konuşma şekilleri aynı. Marka giymeyen aşağılanıyor, İngilizce kelimeler havalarda uçuşuyor, insanları yerin dibine sokan espriler yapılıyor, bomboş konuşmalarla, dedikodularla günler akıp gidiyor. İnsanlara üstten bakan, hayatı sadece para olan, giydiği kıyafetlerle hava atan, insanları ezdiğinde bununla gurur duyan, acımasız milyonlarca insan bir araya gelmiş. Biri düşse hemen üzerine basıp geçiyor, biri köşeye sıkışsa onu daha da çok eziyor. Biri zor duruma düştüğünde etrafındakiler buna seviniyor, neşe içinde birbirlerine anlatıyorlar. Gerçek dost yok, herkes günü geldiğinde sırtından bıçaklanmayı bekliyor. Plazalarda her gün sizi suratı asık, acımasızca sizi sorgulayan ve köşeye sıkıştıranpatronlar sizi bekliyor. Bir gün hata yapın, ikincisini yapmanıza göz yummuyorlar. Siz oradan ayrıldığınızda hemen bir yenisi sizin yerinizi kapmak için bekliyor. Sevgi, merhamet, dostluk yerinirekabete, kibire, bencilliğe bırakıyor. Ve bu korkunç sistem içinde çalışan milyonlarca insanın ruhunu adeta paramparça ediyor. İnsanlar plazalardaki masalarına görünmez zincirlerle bağlanan ruhsuz robotlara dönüşüyor. Aynı insan kendine merhamet edilmediği için kimseye merhamet etmiyor, yolda giderken düşüp ölen birini gördüğünde sakince kafasını ters tarafa çevirebiliyor…
Aradan yıllar geçmesine rağmen bu milyonlarca insandan biri de çıkıp “ben neden bu dünyaya geldim?” “Hangi amaçla yaratıldım?” diye hiç sormuyor. Beyni adeta uyuşmuş gibi hiç düşünmeden hiç akletmeden bütün ömrünü işyerinin menfaati için, nefes bile almadan gelen mailleri cevaplamak için, projeden projeye koşmak için harcıyor. Bu arada nefsi deliler gibi paranın, kariyerin, bir kenara yığıp biriktireceği malların peşinden koşuyor. Bunun sonucunda iman olmadığında insan tam yanı başında ona şah damarından daha yakın olan Allah’ı hiç fark edemiyor. Sevgisiz, donuk, bomboş bakışlı, materyalist bir varlığa dönüşüyor. Çıkarına uyarsa seninle konuşuyor, yoksa suratına bile bakmıyor. Güzel bir çiçek onu heyecanlandırmıyor, kafasını kaldırıp masmavi gökyüzüne bakmıyor. Allah’ın varlığının tüm delilleri önünde durmasına rağmen, plazalarda çalışan insanlardan bir kısmının Allah nerdeyse tüm ömrü boyunca aklına bile gelmiyor. Onca nimeti sınırsızca tüketirken bir kere olsun şükretmiyor, bir kere olsun başı secdeye varmıyor.
Böyle Allah’tan uzak insanların yetiştirdikleri çocuklar da aynı kendilerine benziyor. Onlar da insanlıktan çıkmış bir şekilde günde 18 saat bilgisayarın başından kalkmıyorlar. Hiçbir şekilde bağlantıya geçemiyorsunuz. Bilgisayarın başından kaldırdığınızda size düşman kesiliyorlar. Arkadaşlarını gerçek dünyadan değil sanal âlemlerden seçiyorlar. Materyalist zihniyet daha çocukken ruhlarını esir alıyor ve onlar da bu acımasız sistemin çarkına dâhil olmak için sıkı bir eğitimden geçiyorlar.
İnsan bu dünyaya en iyi kolejlerde, üniversitelerde okuyup, büyük bir hırsla plazaların küçük bir odasına tıkılmak ve orada hiç düşünmeden hayatını harcamak için gelmiyor. İnsan yaşamını sürdürmek için tabii ki çalışacak ama Allah’ı unutmadan. İnsan bu dünyaya Allah’a kul olmak, sürekli salih amellerde bulunmak, ibadetlerle şükrünü göstermek, her an Allah’ın rızasını kazanmak için geliyor. Kuran bu güzel ve şuurlu geçirilen hayatta mümine yol gösteriyor. Mümin Kuran’daki tüm ayetleri hayatına geçiriyor. Hayatının her anında Allah’ın varlığını tüm benliğiyle hissediyor. Ona olan sevgisi kalbinden taşıyor. Her günü sürekli şükürle, Allah’ı anarak, sevgiyle geçiyor. Mümin biliyor ki ölümle birlikte dünya hayatı bıçak gibi kesilecek, o görüntü kalkacak ve sonsuz bir ahiret hayatı başlayacak. Bu yüzden dünyaya değer vermiyor, ahirete yalnızca takvasını ve Allah için özenle biriktirdiği salih amellerini götüreceğini biliyor. Ve düşünmesiyle, akletmesiyle, yaşadığı her günün kıymetini bilmesiyle düşünmeden şuursuzca ömrünü tüketen bu topluluğun içinden ayrılıyor.
Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Ra'd Suresi, 26)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder