15 Eylül 2013 Pazar

Hastalar için gerçek şifa, Bediüzzaman’ın hastalar risalesi -5

Hastalar için gerçek şifa, Bediüzzaman’ın hastalar risalesi -5
Hayattaki zorluklaınr, hastalıkların ve sıkıntıların ancak maneviyatla üstesinden gelinebilir.

Şimdi iyileşmek için doktorların gözünün içine bakanlar,ilaçlardan medet uman ve sadece ilaçların kendilerini iyileştireceğini düşünenler, çok ağrısı olup kanserle mücadele edenler… Mutlaka “hastalar için gerçek şifa” isimli yazı dizimi okusunlar, hatta hiç yanlarından ayırmasınlar. Dünyanın en iyi doktoru gelse, dünyanın en iyi hastanesi olsa yine de Allah dilemedikçe üzerinizdeki hastalık gitmez ve asla şifa bulamazsınız. Bu yüzden hastalığı kendiniz için çok güzel bir imtihan olarak görmeli, gerçek şifanın Allah’tan geleceğini bir an için bile unutmamalısınız. İyileşmek için tabii doktora gidecek, tabii ki tedavi de olacaksınız, ama bunlar yalnızca bir sebeptir, bizler sebebe sarılmakla ve Allah’tan şifa beklemekle yükümlüyüz.
Şimdi hastanelerde tedavi gören, diyaliz makinelerine giren, kanserle mücadele eden tüm hastalara şifa olması için Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’ne devam ediyorum:
Ey Hâlıkını (Yaratıcısını) tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise, hastalık bazan ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zâhirî cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telâş veriyor.
Evvelâbil ve kat’î iman et ki, ecel mukadderdir, tagayyür etmez (değişmez). Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler, o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar.
Saniyen: (ikinci olarak) Ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat’î, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur’ân-ı Hakîmin verdiği nurla ispat etmişiz ki, ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten (kulluktan) bir paydostur. Hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir. Hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna (cennet bahçelerine) bir davettir. Hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye (ücret almaya) bir nöbettir. Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazarıyla bakmak gerektir.
Hem ehlullahın (Allah dostlarının) bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat (hayırlar) içindir.
Evet, ehl-i iman için ölüm rahmet kapısıdır, ehl-i dalâlet (sapık topluluklar) için zulümat-ı ebediye (ebedi zulümler) kuyusudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder