15 Eylül 2013 Pazar

Hastalar için gerçek şifa: Bediüzzaman’ın hastalar risalesi -7

Hastalar için gerçek şifa: Bediüzzaman’ın hastalar risalesi -7
Her hasta mutlaka imtihan olduğunu ve her geçen gün çok sevap kazandığını bilmeli.

Geçen gün kanser olan bir arkadaşımla görüştüm, o ne kadar neşeli bir yüz, o ne kadar sevgi dolu, umut dolu, hayat dolu bir insan. Yüzünden gülümsemesi bir an bile eksik olmuyor. Biz ona güzel sözler söyleyelim derken o bize durmadan iltifat ediyor. Doktorlar kendisine kısa bir süre önce en ağır kanserlerden birine yakalandığını söylediler. 4 kere vücudundaki kanser hücrelerini baskılayacak ağır kemoterapi tedavisi gördü. Ama bir kere bile ağzından “yorgunum” kelimesi dahi çıkmadı. Daima neşesini, yaşama sevincini korudu. Peki bunları nasıl başardı dersiniz? Tabii ki imanla, tabii ki Allah’a olan bağlılığıyla, tevekkülüyle. Şimdi arkadaşım hızla iyileşme sürecine girdi. Eminim Allah’a olan bağlılığı ve imanı onun dirayetini en çok arttıran güçtü. Şimdi tüm hastaların imanının artmasına vesile olması içinBediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’ni yazmaya devam ediyorum:
ON BİRİNCİ DEVÂ:Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır bir elemi sana vermekle beraber, evvelki hastalığından bugüne kadar, o hastalığın zevâlindeki bir lezzet-i mâneviye ve sevabındaki bir lezzet-i ruhiye veriyor. Bugünden, belki bu saatten sonraki zamanda hastalık yok; elbette yoktan elem yok. Elem olmazsa teessür olamaz. Sen yanlış bir surette tevehhüm ettiğin (kuruntu duyduğun) için sabırsızlık geliyor. Çünkü, bugünden evvel bütün hastalık zamanının maddîsi gitmekle elemi de beraber gitmiş, kendindeki sevabı ve zevâlindeki lezzet kalmış. Sana kâr (kazanç) ve sürur (sevinç) vermek lâzım gelirken, onları düşünüp müteellim olmak (elem duymak) ve sabırsızlık etmek divaneliktir. Gelecek günler daha gelmemişler. Onları şimdiden düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücut rengi vermek divanelik değil de nedir?
Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur veriyor. Ve madem, yine bu saatten sonraki zaman mâdum (yok), hastalık mâdum, elem mâdumdur. Sen, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma, bu saatteki eleme karşı tahşid et (biriktir) , “Yâ Sabûr” de, dayan.
ON İKİNCİ DEVÂ:Ey hastalık sebebiyle ibadet ve evrâdından (belli zamanlarda yapılan zikir-virdler) mahrum kalan ve o mahrumiyetten teessüf (üzülen) eden hasta! Bil ki, hadisçe sabittir ki, “Müttakî bir mü’min, hastalık sebebiyle yapamadığı daimî virdinin sevabını, hastalık zamanında yine kazanır.”Buharî,Cihad: 134; Müsned, 4:410, 418. Farzı mümkün olduğu kadar yerine getiren bir hasta, sabır ve tevekkül ile ve farzlarını yerine getirmekle, o ağır hastalık zamanında sair sünnetlerin yerini, hem hâlis bir surette, hastalık tutar.
Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle, hâlen ve kàlen (davranış ve sözle) bir dua ettirir. Cenâb-ı Hak insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş, tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip (yönelip) niyaz etsin, dua etsin.
De ki: Duanız olmasa, Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” Furkan Sûresi, 25:77.
Yani, “Eğer duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” Âyetin sırrıyla, insanın hikmet-i hilkati (yaratılış hikmeti) ve sebeb-i kıymeti olan samimî dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekvâ değil, Allah’a şükretmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti kesb etmekle (kazanmakla) kapamamak gerektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder