11 Eylül 2013 Çarşamba

11 Eylül’ün konuşulmayan gerçekleri…

11 Eylül’ün konuşulmayan gerçekleri…
11 Eylül 2001’di, sabah New York saatiyle tam olarak 8:46:40....
Aynı manzarayı seyreden binlerce kişinin tanıklığında, bir yolcu uçağı New York'un ekonomik gücünün simgesi olan ikiz kulelere çarpıyor... Sonuç uçaklarda ölenlerle beraber 2.966 ölü...
Ortadoğu'da halen devam etmekte olan olayların kıvılcımı olan bu saldırı, hala açıklanamayan çok fazla sır içeriyor. Bazı garipliklerine geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki, 11 Eylül saldırıları, önemli ahir zaman alametlerinden önemli birisidir. Dünyaya ve İslam Âlemine derin etkileri olacak bir süreci başlatan bu saldırı, metafizik bir olaydır ve ardındaki bazı sırlar hala çözülememiştir.
Yaklaşık 3.000 kişinin hayatını kaybettiği bu olayların ardından yapılan incelemelerle ortaya çıkan resmi açıklama, birçok eksiklik ve tutarsızlık içermektedir:
Kulelere ilk çarpan uçağın bir Boing 767 olduğu söylenmiştir. Boing 767, alüminyum konstrüksiyona sahiptir ve alüminyum bir kütle, ne kadar hızla çarparsa çarpsın, çelik konstrüksiyon bir binayı jilet gibi delip geçemez. Bu fizik ve metalürji kurallarına aykırıdır. Öyle ki binaya çarpan uçaklardan biri binayı adeta bir jilet gibi keserek içeri girmiş, kanatları dahi kopmayan uçak, binanın diğer tarafından da dışarı çıkmıştır. Oysa uçak kazalarından ve yapılan testlerden bugüne kadar elde edilen görüntülerde, ormanlık bir alanda alçaktan uçan bir uçağın kanatlarının ağaçlara çarparak bile koptuğu görülmüştür. 2. Dünya savaşı döneminde Amerikan savaş gemilerine kamikaze dalışı yapan Japon jet uçaklarını hatırlayalım. Son hızla gemiye dalış yapan uçaklar hiçbir zaman gemiyi delip geçememiştir. Yalnızca güvertedeki uçaklara hasar verebilmişlerdir. Saldırının video görüntülerini izleyip çarpma anına dikkat ederseniz, uçağın darbe açısı ile devamında meydana gelen patlamaların açısı birbirini tutmamaktadır.
Çarpmadan yaklaşık 1 saat sonra Güney Kulesi yaklaşık 10 saniyede tamamen çökmüştür. Bundan 29 dakika sonra Kuzey Kulesi de yaklaşık 10 saniyede çökmüştür. Çökmenin sebebiyle ilgili resmi açıklama, çarpmada çıkan yangında mutfaklardaki yakıt depolarının da alev alması ve çıkan geniş çaplı yangınla binanın taşıyıcı kolonlarının zarar görmesidir.
Şimdiye kadar dünyada kayda geçen bunun benzeri bir olay olmamıştır. Yangın yüzünden çöken 3 bina olmuştur ve hiçbirinde çelik konstrüksiyon kullanılmamıştır. 28 Temmuz 1945’te ‘Empire State’ binasının 79. Katına uçak çarpmış ve sadece çarptığı kat ile çevresinde hasar oluşmuştur. Bina sağlam olarak hala kullanılmaktadır. Bugüne kadar onlarca gökdelende geniş çaplı yangınlar çıkmış, hiçbiri çökmemiştir.
PEKİ, BİNALARIN ÇELİK KOLONLARI JET YAKITIYLA VEYA YAKIT TANKLARININ PATLAMASIYLA PARÇALANABİLİR Mİ?
Bina yangına dayanıklı çelikten inşa edilmiştir. Yangına dayanıklı olmayan çelik bile 1.648 C'da erimeye başlar. Jet yakıtı olan Kerosen ise 40 dakika boyunca sürekli yanacak olsa, en fazla 1.120oC'a ulaşabilir. Ki uçak çarptığı anda yakıtın büyük bölümü havaya uçar ve bu çarpma ve patlama sırasında çeliği eritecek yükseklikte ısı oluşması bilimsel olarak mümkün değildir.
Yıkımı önceden kararlaştırılmış binalarda, patlayıcılar kullanılarak, çevreye zarar vermeden yıkım gerçekleştirilir. Bu yıkımlar hızla gerçekleşir ve bina olduğu yere çöker. İkiz kuleler çökmeden hemen önce elde edilen video görüntülerine bakıldığında, aynı planlanmış bina yıkımlarında görülebileceği gibi, her katta patlamalar olduğu göze çarpmaktadır.
İddia edildiği gibi uçak çarpmasıyla binanın mukavemeti bozulup çökme olsaydı, binanın tam olduğu yere çökmesi değil, ortadan kırılarak etrafındaki binaların üzerine yatarak çökmesi beklenirdi. Oysa bina, özel olarak tasarlanarak yıkımı yapılan bir bina gibi tam olarak olduğu yere çökmüştür.
HER KATA BOMBA YERLEŞTİRMEK, BU BİNALARIN YIKILMASI İÇİN YETERLİ MİDİR?
Planlanmış bina yıkımlarında “termit” adı verilen bir patlayıcı madde kullanılır. Bu patlayıcı madde çelik kolonları noktasal olarak eritmek için yeterlidir. Patlatıcı kullanılarak yapılan planlı yıkımlarda, binanın çelik kolonları belli noktalardan parçalanır ve bina tasarlanmış yöne doğru çöker.
Fakat İkiz Kulelerin çökme görüntülerinden de anlaşılabileceği gibi, bina anında toza dönüşmüştür. Binanın yıkılmasının ardından etrafa saçılan bu beyaz toz, büyük bina yıkımlarında veya yangınlarda karşılaşılan bir durum değildir. Bu toz, binanın hem çelik hem betonarme yapısının “pulverize olmasıyla”, yani 100 mikron veya daha küçük zerreciklere bölünmesiyle ortaya çıkan kalıntıdır.
Dünya Ticaret Merkezi binalarının her katı için 434 ton beton kullanılmıştır. Ne uçak çarpması, ne yerel bir patlama ne de yangın, bu kadar çok betonu toplamda çapı 1 mm'den bile küçük parçalara bölmeye yani pulverize etmeye yetmez. Binaların yıkımında kullanılan patlayıcı madde olan termit, çelik kolonları noktasal olarak eritmek için yeterlidir, fakat çeliği pulverize edemez.
Dünya Ticaret Merkezi çelik yapısının dayanıklılığıyla, dünyada sayılı birkaç binadan biriydi. Merkez kolonları, taşıyıcı kolonları ve dış kolonlarının tümü 12,7cm kalınlığında çelikten oluşuyordu. 2. Dünya savaşı zamanındaki en güçlü zırha sahip olan T-34 tanklarından bile 3 kat daha kalın olan bu zırh sistemi, binanın yıkımını patlayıcı kullanarak bile imkânsız hale getiriyordu. Bunu karşılaştırmak için şöyle bir örnek verebiliriz: T-34 tanklarının zırhlarını hiçbir patlayıcı tamamen parçalayamıyordu, en fazla üzerinde küçük bir delik açabilirdi. Bu binada kullanılan çelik konstrüksiyon ise, T-34 tanklarından 3 kat daha güçlüydü. Yani bu binanın patlayıcılar kullanarak bile yıkılması kesinlikle mümkün değildi.

PEKİ BU DERECE SAĞLAM BİNALAR NASIL TAMAMEN TOZA DÖNÜŞTÜ?
Dünya Ticaret Merkezi, genel uygulanan yöntemlerle yıkılamayacak bir binaydı ve Amerika Birleşik Devletleri Bina Yapım Yönetmeliğine göre, yıkılması imkânsız olan bir gökdelen inşa etmek yasaktır. Bu yüzden bina yapımı başlamadan, yıkım projesi de beraber sunulmak zorundadır. Dünya Ticaret Merkezi binalarının yıkım projesinde ise 1970'lerden beri yapılan birkaç gökdelende daha olduğu gibi, BİNANIN TEMELİNİN 77 METRE ALTINA YERLEŞTİRİLMİŞ BİR TERMO-NÜKLEER YIKIM NOKTASI VARDIR (!).
Sovyetler Birliği 46179 no’lu askeri birimi, 1970’lerde Amerika ile yapılan dostane nükleer enerji kullanımı anlaşmasıyla izin verilen nükleer madde kullanımını denetler. Bu birimde de Dünya Ticaret Merkezi Binaları için tasarlanmış “acil yıkım şeması” adlı bir dosya bulunmaktadır. Bu yöntemde alışılmış nükleer patlamalardaki gibi şok dalgası (airblust wave) ya da elektromanyetik dalga oluşmaz. Bu yüzden çevredeki haberleşme ekipmanları tarafından tespit edilemez. Yalnızca binanın çelik yapısı boyunca yükselen bir yıkıcı şok ısı dalgası binanın anında pulverize olmasına yani mikro zerrelere bölünmesine neden olur.
BİR NÜKLEER PATLAYICI KULLANILSA BUNUN YIKICI ETKİLERİNİN TÜM ŞEHRE YAYILMASI GEREKMEZ MİYDİ?
Nükleer patlayıcı denince, birçoğumuzun aklına bir şehri dahi yok eden bir görüntü gelir. Nükleer patlayıcının havayla temasa geçtiği durumlarda bu doğrudur. Buna atmosferik nükleer patlama denir. Fakat nükleer patlayıcı bir kayacın içine yerleştirilirse, buna yeraltı nükleer patlama denir ve ortaya çıkan görüntü farklıdır.
Atmosferik nükleer patlamada enerjinin %99’u X ışını olarak etrafa yayılır. X ışınları havadaki atomlar tarafından emileceğinden, çok uzağa yayılamaz ve küçük bir çapta kalır. Bu küçük çaplı aşırı sıcak merkez, etrafa Termal radyasyon yayar. Termal radyasyon çok uzağa ulaşabilir. Nükleer patlamada insanların ve binaların yanmasına neden olan yıkıcı güçlerden biri termal radyasyondur. İkinci yıkıcı güç ise yıkıcı şok dalgasıdır. Bu şok dalgası ses hızında hareket eden, çok yıkıcı bir duvar gibi önüne gelen her şeyi yıkar. Bunun ardından ise insanları radyasyonla öldürebilen iyonize radyasyon ortaya çıkar.
Yeraltı nükleer patlamada ise ne termal radyasyon ne de yıkıcı şok dalgası ortaya çıkmaz. Çünkü bu etkilerin ortaya çıkabilmesi için havaya ihtiyaç vardır. Yerin altına yerleştirilen bir patlayıcı ise havayla bağlantıya geçmeyecektir. Yine enerjisinin %99’unu X ışını olarak yayacak ve etrafındaki kayacı örneğin graniti bir küre gibi tamamen buharlaştıracaktır. Fakat ısı ve basınç o kadar yükselir ki, bu alan buharlaşmakla kalmaz, plazma halini alır ve etrafındaki kayaca yüksek baskı uygulamaya başlar. Bu baskının ardından, plazma dolu iç kısım, etrafındaki kayaçta bir genişleme meydana getirmeyi başarır. Bu genişleyen bölüm, birkaç saniye içinde tamamen pulverize olur. Eğer pulverize olacak bölüm binanın temeline denk gelecek şekilde ayarlanırsa, binanın büyük bir bölümü saniyeler içinde pulverize olacaktır. Pulverize olan materyallerin özelliği, aynı formlarını ve renklerini korumalarıdır. Ancak üzerlerine bir baskı oluştuğunda, tamamen 100 mikron veya daha küçük toz parçaları olarak dağılırlar.
Kulelerin yıkım anına dikkatlice bakılırsa binanın basamak basamak etrafa pek dağılmadan toz halinde aşağıya doğru döküldüğü görülmektedir. Dünya Ticaret Merkezi’nde kullanılan nükleer maddenin miktarı, binanın 300 metresini pulverize etmeye yeterlidir. Fakat binanın uzunluğu 400 metredir ve bu bölüm pulverize olan bölüme baskı yapacağından bina saniyeler içinde havada duruyormuş gibi çökecek ve büyük bölümü toza dönüşecektir. Tüm şehre yayılan beyaz tozun nedeni işte budur. 3 ay sonra enkazın altından erimiş çeliğin çıkabilmesinin tek nedeni budur.
Binanın nükleer yıkım sistemi kullanılarak çökertilmiş olma ihtimalinin, en önemli delillerinden biri de binanın açıklanamayan çökme hızıdır. Fizik yasalarına göre, bir cismin yukarıdan aşağıya serbest düşüş hızı belirlidir. Bu hesaplamaya göre bu binanın yüksekliğinden bir cisim yere bırakıldığında 9,2 saniyede düşer. Sismik kayıtlardan ve video görüntülerinde de görüldüğü gibi bina serbest düşme hızında yani yaklaşık 10 saniyede yere yıkılmıştır. Bunu şöyle düşünebilirsiniz: Binanın çökmeye başladığı anda, binanın çatısından bir basketbol topunu yere bıraksanız, basketbol topu yere bu kadar sürede temas edecekti.
Bina bomba ile patlatılarak bile yıkılsa, üst üste düşen her katta saniyenin 4'te biri kadar direnç oluşsa, yine de bina en az 50 saniyede yıkılırdı. Oysa bina adeta havadan yere bırakılmış gibi serbest düşme hızında çökmüştür. Bu da binanın altında açılmış olan bir termo-nükleer yıkım iddiasını destekleyen güçlü bir delildir.
EĞER BİNANIN ÜZERİNDE DURDUĞU GRANİT ZEMİNDE BÖYLE BÜYÜK BİR BOŞLUK OLUŞTUYSA, ENKAZ KALDIRILDIĞINDA ORADA OLMASI GEREKMEZ Mİ?
Kulelerin ardından kalan zemin fotoğraflarına bakıldığında,yıkılan binaların altındaki granit zeminde büyük boşluklar oluşmuş, granit alan eriyerek ortadan kalkmıştır. Yangınla zayıflayarak yıkılan bir binanın temelinin de altında kalan kayaçta böyle bir erime asla oluşmaz. Patlayıcı kullanılarak yıkılan bir binanın üzerinde durduğu zeminde de buna benzer bir erime ve boşluğa hiç rastlanılmamıştır.
Patlayıcılar ile yapılan klasik bir yıkım tekniği uygulanmış olsa, mutlaka çevre binalara az da olsa hasar verilecektir. Bina iddia edildiği gibi yanarak yıkılmış olsa bu sefer hasar daha da üst boyutlarda olacaktır. Oysa yıkılan kuleler daha çökme aşamasında tamamen toza döndükleri ve enkazın büyük bölümü binaların üzerinde durdukları kayaçta açılan boşluğa dolduğu için, etraftaki binalara bir hasar da vermemişlerdir.
Kulelerde ise binalar henüz ayaktayken pulverize olmuş, ardından yıkılmıştır.Medyadan görenleriniz hatırlayacaktır, bir görüntü var, binanın çelik anteni... Anten yıkılmak yerine toza dönerek rüzgârda savrulmaktadır. Tüm bu bilimsel deliller, ikiz kulelerin bir nükleer patlayıcı kullanılarak yıkıldığına işaret etmektedir.
Uçakları kaçırdıkları iddia edilen kişilere gelirsek, bu 11 kişiden 9’unun farklı ülkelerde çeşitli görevlerde halen çalıştıkları ve hala hayatta oldukları ortaya çıkmış, uzun süre basında yer almıştır.
Görüldüğü gibi, 11 Eylül'de yaşanan olaylar, resmi açıklamalarla örtüşmemekte ve pek çok yönden metafizik sırlar içermektedir. Peygamberimizin 1400 yıl önce vermiş olduğu bir haberin bu şekilde tam tahakkuk etmesi ise, hiç şüphesiz Peygamberimiz'in mucizelerinden biridir.
“Tozlu dumanlı bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek...” [Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman s.26]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder