Hastalar için gerçek şifa: Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi – 1
Hastanın moralini yüksek tutması ve çevresindekilerin şefkatli olması çok önemli.
Hasta olan bir insan en büyük şifayı en iyi doktorda, en iyi ilaçta, en iyi hastanede tedavi olmakta arıyor öyle değil mi? Oysa hastalıkta en büyük ilaç hastanın maneviyatını güçlendirmektir. Hasta onu hasta edenin, hücresine “kanser ol” emrini verenin Allah olduğunu bilecek, imtihan olduğunu bilecek, Allah’a dayanıp güvenecek,moralini çok yüksek tutacak. Asıl kendisini iyileştirecek olanın ne doktor ne de ilaç olmadığını bilecek. Ne hastalar var, dünyaca ünlü doktorlara tedavi oluyorlar ama kurtulamıyorlar. Ne hastalar var, “doktorlar hiçbir çare yok!” derken kurtulup yıllarca sağlıklı yaşıyorlar. Bu yüzden ben hasta olan, acz içinde olan, ağrıyla imtihan olan tüm hastalarımız için bu yazıyı yazıyorum. Bu yazı dizim onlara çok büyük şifa olacaktır. Hastalar Risalesi’ni okuyan bir insan artık hastalığa asla aynı gözle bakmayacak, manevi olarak çok güçlenip bu güzelliği bedenine de yansıyacaktır. Bugün ilk bölümle başlayalım:
BİRİNCİ DEVA:Ey bîçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır. Çünki ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor.. tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki; “Musîbet zamanı çok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor.”
İKİNCİ DEVA:Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünki ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki; namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfî ibadetlerdir ki; hastalıklar, musîbetler vasıtasıyla musîbetzede, aczini, zaafını hisseder. Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyasız, mânevî bir ibadete mazhar olur. Evet hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekva etmemek şartıyla, mü’min için ibadet sayıldığına rivayat-ı sahiha vardır. Hatta bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü, bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekki değil, teşekkür et.
ÜÇÜNCÜ DEVA:Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyf sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahiddir. Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarfettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek; eğer fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder