Hastalar için gerçek şifa, Bediüzzaman’ı n Hastalar Risalesi -3
Hastalık Allah'tan gelen çok güzel bir imtihandır, eğer insan isterse hastalıkla birlikte derin bir maneviyata kavuşabilir.
Hastalar için gerçekşifanın nedoktor ne de ilaçlar olduğunu daha önce yazdığım yazılarda söylemiştim. Kansere yakalanmış, ya da ölümcül hastalıklarla yüz yüze gelen hastalara en büyük ilaç, tedavinin yanında, o hastanın maneviyatını arttırmaktır. Hastanın manevi gücü ne kadar artarsa, o kadar sabırlı, o kadar dirayetli olur. Gücü arttığı ölçüde, morali düzeldiği ölçüde de hastalıkla savaşma kapasitesi artar. O yüzden bir hastaya yapılacak en büyük iyilik ona sürekli imtihan olduğunu hatırlatmak, Allah’ın kendisini denediğini ve her sabrettiği gün çok sevap kazandığını söylemektir. Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi her hastanın yanı başında bulunmalı ve hasta da sürekli maneviyatının çok artmasına vesile olacak bu mükemmel kitabı okumalıdır. Şimdi üçüncü bölümle devam edelim:
ALTINCI DEVÂ:Ey elemden teşekkî eden hasta! Senden soruyorum: Geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safâ günleri ve belâ ve elemli vakitlerini tahattur et (hatırla) . Herhalde ya oh, ya ah diyeceksin. Yani, ya “Elhamdü lillâh, şükür,” veyahut “Vâ hasretâ, vâ esefâ!” kalbin ve lisanın diyecek.
Dikkat et, sana “Oh, elhamdü lillâh, şükür” dediren, senin başından geçmiş elemler, musibetlerin düşünmesi, bir mânevî lezzeti deşiyor ki, senin kalbin şükreder. Çünkü elemin zevâli lezzettir. O elemler, o musibetler, zevâliyle ruhta bir lezzet irsiyet bırakmış ki, düşünmekle deşilse, ruhtan bir lezzet akıyor, şükürler takattur ediyor (damlıyor).
Sana “Vâ esefâ, vâ hasretâ!” dedirten, eski zamanda geçirdiğin lezzetli ve safâlı o hallerdir ki, zevalleriyle senin ruhunda daimî bir elem irsiyet bırakıp, ne vakit düşünsen o elem yine deşiliyor, esef ve hasret akıtıyor.
Madem bir günlük gayr-ı meşru lezzet bazan bir sene mânevî elem çektiriyor. Ve muvakkat bir günlük hastalıkla gelen elem, çok günler mânevî lezzet, sevapla beraber, zevâlindeki halâs ve kurtulmaktan gelen mânevî lezzet vardır. Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın neticesi ve içyüzündeki sevabı düşün. “Bu da geçer, yâ Hû” de, şekvâ yerinde şükret.
ALTINCI DEVÂ ( Haşiye):Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize “Haydi, dışarı” diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıklar ikazatıyla (ikazlarıyla) şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.
Evet, hastalık bu mânâyı bize ihtar edip der ki: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.” Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.
Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşru olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bilâkis hastalıktaki mânevî ibadet ve uhrevî sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış.
Hastalar Risalesi I. Bölüm:
Hastalar Risalesi II. Bölüm:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder