11 Eylül 2013 Çarşamba

Hastalar için gerçek şifa, Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi – 4

Hastalar için gerçek şifa, Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi – 4
Her hasta Hastalar Risalesini başucunda bulundurmalı ve okumalı.

Hepimizin ailesinde hasta var, kimimizin annesi, kimimizin babası ya da kardeşi veya akrabaları hastalıkla mücadele ediyor. Çünkü dünya bir imtihan yeri. İnsanın yakasını dertler, zorluklar ve hastalıklar bırakmıyor. Hastalık eğer hastanınmaneviyatı güçlüyse çok daha kolay atlatılır,  Allah’a kalpten tevekkül eden hasta, hastalığa karşı çok daha dirençli olacaktır. Bunu daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Bu yüzden hastanın maneviyatının çok yüksek olması, bunun için akrabalarının da destek olması, kendisine sabır gösterirse çok sevap kazanacağı hep hatırlatılmalıdır. Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’de tüm hastalar için gerçek bir şifadır ve her hasta mutlaka okumalı, anlamalı ve üzerinde düşünmelidir. Bediüzzaman Hastalar Risalesi’ni yazarken kendisi de çok hastaydı, hatta söylediklerini hiç durmadan yazan talebesi de hastaydı. Buna rağmen hiç yılmadan Allah’tan tek tek ilham olan bu muhteşem kelimeleri kağıda döktüler. Şimdi bende tüm hastalara şifa olması temennisiyle Hastalar Risalesi’ne devam ediyorum.
YEDİNCİ DEVÂ:Ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta! Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlâhiyenin lezzetini kaçırmıyor, bilâkis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Çünkü bir şey devam etse tesirini kaybeder. Hattâ ehl-i hakikat (hakikat ehli) müttefikan (ittifakla) diyorlar ki:
Yani, “Herşey zıddıyla bilinir.” Meselâ, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa, su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa âfiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhhat lezzetsizdir.
Madem Fâtır-ı Hakîm (hikmet sahibi Yaratıcı) insana her çeşit ihsanını ihsas etmek (hissettirmek) ve her bir nevi nimetini tattırmak ve insanı daima şükre sevk etmek istediğini, şu kâinatta çeşit çeşit, hadsiz envâ-ı nimeti (çeşitli nimetleri) tadacak, tanıyacak derecede, gayet çok cihazatla insanı teçhiz etmesi gösteriyor ki, elbette sıhhat ve âfiyeti verdiği gibi, hastalıkları, illetleri, dertleri de verecektir. Senden soruyorum: “Bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı, sen başın, elin, midenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlâhiyeyi hissedip şükreder miydin?” Elbette şükür değil, belki düşünmeyecektin; şuursuz, o sıhhati gaflete, belki sefahete sarf ederdin.
SEKİZİNCİ DEVÂ:Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü’z-zünub (günahların keffareti) olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki, “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.” Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16; Müslim, Birr: 45; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:371, 441, 2:303, 335, 3:4, 18, 38, 48, 61, 81.
 Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekvâ etmezsen, şu muvakkat bir hastalıkla daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut âhireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et. Çünkü, bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz (sonsuz) yaralar açılır. Bahusus (özellikle) âhireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden (hayal ettiğinden) , adeta, güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat’î ilâç ve kat’î şifa verici bir tiryak (ilaç) olan iman ilâcını aramak ve itikadını (inancını) düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.
Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.
Hastalıkla mücadele eden insanlara Allah’tan sifa diliyorum, hastalığı geçirecek olan Allah’tır, ilaç ve doktorancak vesiledir.
Hastalar Risalesi’nin diğer bölümleri:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder