2 Eylül 2013 Pazartesi

Mevlânâ: "Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma…

Mevlânâ: "Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma…
İnsan öldüğünde sonsuz hayatına uyanır...

Mevlana’ın ölüm üzerine mükemmel tefekkürlerini duydunuz mu bilmiyorum ama duymadıysanız mutlaka bu yazımı okumalısınız. Okuyunca insan nasıl manevi derinliklere ulaşabileceğini anlıyor. Bu ne güzel makam, dünyadayken İlmel Yakin mertebesini geçip, Aynel Yakin mertebesini geçip, Hakkul Yakin mertebesine ulaşmak…
Tasavvuf düşüncesinde ölüm iki türlüdür: İradî ölüm ve zarurî ölüm. Zarurî ölüm; her insanın mutlaka göreceği ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır, iradî veya ihtiyarî ölüm ise; "Fenâfillâh" a erişmek, yani varlık içindde yok olup gitmek, ruhen Allah’a kavuşmaktır, takva ve vera yoluyla nefsi ‘ben’liği öldürüp, Hakk’ın varlığında yok olmaktır.
Mevlânâ iradî ölümü yapıtı olan Fihi Mâfîh’te şöyle izah eder:
"Nefsini öldürüp, Hak ile bakî olmuştur. Bu sebepten Hak sırlarına âşinâdır. Riyazette tenin ölümü hayattır. Ten yok olursa, ruh ebedîleşir." (Mesnevî, 111/3386-87)
Mevlânâ; doğal ölümü de bu hayattan ayrılıp, ölümü olmayan ebedî bir hayata ulaşma olarak niteler. İnsan özet anlamda iki unsurdan oluşur: Ruh ve beden. Ruh soyuttur. Zamana ve mekâna bağlı değildir. Bu itibarla ölümsüzdür. Ruh bu varlığını Allah’tan almıştır.
“Hayy ve Bakî (diri ve ebedî) sıfatlarının sahibi olan Yüce Allah, kendi ruhundan insanlara ruh üfürmüştür “ [Hicr Suresi, 29.ayet]
Bu sebeple ölüm ile bedenin yok olması, Allah ile insan arasındaki perdenin kalkmasıdır. Dolayısıyla ölünce beden kafesinden çıkan ruh, aslına rücû eder.
Mevlânâ bu fikirleri: "Ölüm kavuşmadır; cefa etmek, kin gütmek değil" (Rubailer, 38); "Ölürsem ben, öldü demeyin. Çünkü ölüydüm, dirildim; dost aldı, götürdü beni." (Rubailer, 100) sözleriyle dile getirirken, kendisinin bu âlemden ayrıldığı geceye de "şeb-i arûs" (düğün gecesi) denilmiştir.
Mevlânâ’nın şu gazeli onun ölümle ilgili düşüncelerinin en veciz ifadesidir:
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit bir şüpheye düşme. Bana ağlama, yazık yazık deme.

Şeytanın tuzağına düşersem, işte o zaman yazık yazık demenin sırasıdır. Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca; sakın elveda, elveda deme. Zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir.

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batmak görünür; ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür; ama o, canın kurtuluşudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da, dolu dolu çıkmadı? Can Yûsufu ne diye kuyuda feryad etsin?

Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hay u huyun, mekânsızlık âleminin fezasında-dır."

Kuran-ı Kerim’de "Her canlı (nefis) ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz," [Ankebût Suresi, 57.ayet] âyetiyle ölümün her canlı varlık için kararlaştırılmış olduğu belirtilir.

"Biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz." [Bakara, 156] âyeti de ölümü bir yok oluş değil; insanın aslına rücûu, Allah’a kavuşması, gerçek hayatı ve ebedîliği kazanması olarak niteler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder