9 Nisan 2014 Çarşamba

Antik Mısır’ın hayranlık uyandıran izleri-1


Antik Mısır’ın hayranlık uyandıran izleri-1
Antik Mısır daima diğer medeniyetlerden farklıdır. Çünkü hala bilim adamlarının çözemediği birçok sırrı tarihe gömmüş durumdadır. 21. Yüzyıl teknolojisiyle bile halaMısır piramitlerinin sırrı çözülememiş, hala nasıl olup da tonlarca ağırlıkta kayanın yerinden kaldırılıp bu piramitleri yaptıkları anlaşılamamıştır. Bugün sizlere biraz Antik Mısır’ın hayranlık uyandıran izlerinden, orada kurulan muhteşem medeniyetten bahsedeceğim. Siz de okuduğunuzda bu insanların hiç de yansıtıldığı gibi ilkel olmadıklarına, bu iddiaların tamamen hayali bir senaryo olduğuna kani olacaksınız.
Antik Mısır, insanoğlunun binlerce yıl önce kurduğu sanat ve bilim yönünden en etkileyici medeniyetlerden bir tanesidir. Eski Mısırlılar, ilkel bir toplumun devamı olamayacak kadar engin bir tecrübeye ve bilgi birikimine sahiptiler. Putperest sapkın bir dine mensup olan Mısırlılar arasında Hz. Nuh döneminden, Hz. İbrahim döneminden gelen sanat bilgisine sahip olan ustalar vardı. Bu Musevi ustalar, geçmiş peygamberler döneminden öğrendikleri bilgileri kullanıyorlardı.
Günümüzde dünyanın pek çok bölgesinde, Mısırlıların ulaşmış olduğu medeniyet seviyesine ulaşılamamıştır. Örneğin bugün Afrika'nın çeşitli bölgelerinde, Güney Amerika'nın bazı yörelerinde, Asya'nın çeşitli topraklarında Mısır da dahil olmak üzere pek çok bölgede, geçmişteki medeniyet seviyesinden çok geri bir yaşam sürülmektedir. Tıp, anatomi başta olmak üzere şehir planlamacılığında, mimaride, güzel sanatlarda, tekstilde çok başarılı olan Mısır medeniyeti, bugün büyük bir takdirle ve hayretle bilim adamları tarafından incelenmektedir.
Eski Mısır'da tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi oldukça şaşırtıcıdır. Kazılarda ele geçen bulgular, arkeologların yanı sıra birçok tarihçiyi de hayrete düşürmüştür. Çünkü hiçbir tarihçi MÖ. 3000'lerde yaşamış eski bir medeniyetten böylesine gelişmiş bir teknoloji beklemiyordu. Bugün X-ışınları kullanılarak,mumyalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda Antik Mısır'da beyin ameliyatlarının yapılmış olduğu anlaşılmıştır.45 Üstelik bu ameliyatlar oldukça profesyonel yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Cerrahi operasyon geçirmiş mumyaların kafatasları incelendiğinde, ameliyat yerlerinin düzgünce kesilmiş olduğu görülmektedir. Hatta bu insanların ameliyattan sonra hayatta kaldıklarını ispatlayan, kaynamış kafatası kemiklerine rastlanmıştır.
Diğer bir örnek ise bazı ilaçlarla ilgilidir. 19. yüzyılda oldukça hızlı bir ilerleme kaydeden deneysel bilim sonucunda tıp alanında da büyük gelişmeler oldu. Antibiyotiğin keşfi de bu yüzyıldaki gelişmelerden biridir.Aslında bunlara "keşfedildi" demek hata olur, çünkü bu tekniklerin büyük bir bölümü Antik Mısır'da zaten kullanılıyordu.
Mısırlıların tıp ve anatomide ne kadar ileride olduklarını gösteren en önemli eserlerden biri de, kuşkusuz geride bıraktıkları mumyalardır. Mısırlılar mumyalama konusunda yüzlerce farklı teknik kullanmışlardır.
Cansız bedenin binlerce yıl bozulmadan saklanabilmesine olanak sağlayan mumyalama işlemi, aslında oldukça karmaşık bir işlemdir. Bu konuda Mısırlıların kullandığı teknik özetle şu şekildedir: İlk önce ölünün iç organları dışarı çıkarılır, burundan beyin alınır, vücut sterilize edilir ve beden natron denilen bir madde ile sarılıp 40 gün bekletilirdi. (Natron; sodyum karbonat, sodyum bikarbonat ve sodyum kloridle, sodyum sülfatın karışımından oluşan bir maddedir.) Daha sonra bu madde vücuttan çıkarılır, kol ve bacaklar gibi vücudun eklemli yerleri çamur ya da kumla sarılır, sonra beden reçineye batırılmış ketenle, kokulu bir çeşit sarı sakızla ve tarçınla sarılırdı. Bir çeşit merhemin vücuda sürülmesinden sonra da ince bir keten tülle örtülürdü.2
Mısırlılar mumyalama tekniklerini sadece insanlarda değil, farklı hayvanlarda da denemişlerdir. Antik Mısır'da tıbbın oldukça gelişmiş olduğu, ele geçen arkeolojik buluntulardan ve özellikle mumyalama tekniklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, vücudun şeklini bozmadan, ölünün tüm iç organlarını çıkartarak mumyalamaları, bu işi yapan insanların, her organın yerini bilecek bir anatomi bilgisine sahip olduklarını göstermektedir.
Mumyalamanın dışında Mısırlılar tarafından 5000 yıl önce kullanılmış olan birçok tıbbi teknik ve alet de yapılan araştırmalarda gün ışığına çıkarılmıştır. Bu konuyla ilgili pek çok detay sıralayabiliriz:
- Mısır'da tıpla ilgilenen rahipler, tapınaklarda çeşitli hastalıkları tedavi ediyorlardı. Mısırlı doktorlar, günümüzdeki gibi farklı alanlarda uzmanlaşmışlardı. Her doktorun kendine ait bir branşı vardı. Göz doktorlarından, dişçilere kadar her konuda ihtisaslaşmış hekimler hizmet veriyordu.
- Mısır'da doktorlar, devlet denetimindeydiler. Eğer hastası iyileşmezse, yahut ölürse devlet bu hatanın sebeplerini soruşturur ve doktorun kullandığı yöntemin kurallara uygun olup olmadığını öğrenirdi.Tedavi sırasında bir ihmalkarlık yapılmışsa, bu durum tespit edilir ve doktora kanunlar çerçevesinde ceza verilirdi.
- Tapınakların her biri, ilaçların hazırlandığı ve depolandığı tam teçhizatlı bir laboratuvara sahipti.
- Bilinen ilk eczacılık uygulamaları, bandaj ve kompres kullanımı örneklerine Mısır'da rastlanmıştır. SmithPapirüsü'nde, keten bezinden yapılan yapışkan bantların yaraları kapamada ne şekilde kullanıldığından bahsedilmektedir. Keten bez, bunun dışında bandaj için de uygun bir malzemeydi.
- Arkeolojik bulgulardan, Mısır'daki tıbbi uygulamaların tamamına ait detaylı bir tablo ele geçmiştir. Bununla beraber, her biri kendi alanında ihtisaslaşmış 100'den fazla doktorun ismi ve ünvanı da bulunmuştur.
- Ayrıca Kom Ombo'daki bir başka tapınak duvarındaki rölyeflerde bir cerrahi alet kutusu resmedilmiştir. Bu kutuda büyük metal bir makas, cerrahi bıçaklar, testereler, sondalar, spatulalar, küçük kancalar ve pensler mevcuttu.
- Teknikler çok sayıda ve çok çeşitliydi. Kırıklar, çatlaklar tam olarak oturtuluyor, kırık tahtaları kullanılıyor ve yaralar dikişle kapatılıyordu. Mumyaların çoğunda çok başarılı bir biçimde tedavi edilmiş kırıklara rastlamak mümkündür.
- Mumyalarda herhangi bir cerrahi dikiş izine rastlanmamasına rağmen yara dikilmesi ile ilgili Smith Papirüsü'nde (bu papirüsün tamamı tıpla ilgilidir) on üç referans mevcuttur. Bu, Mısırlıların estetik yara dikimini de başarmış olduklarına işaret etmektedir. Yara dikiminde keten iplik kullanılıyordu. İğneler ise muhtemelen bakırdandı.
- Mısırlı doktorlar, steril yaralar ile enfeksiyonlu yaraları ayırt edebiliyorlardı. Enfeksiyonlu yaraların temizlenmesinde keçi yağı, köknar yağı ve ezilmiş bezelyeden oluşan bir karışım kullanıyorlardı.
- Penisilin ve antibiyotiğin bulunuşu oldukça yenidir. Fakat Eski Mısırlılar bu tür tedavilerin ilk organik versiyonlarını kullanıyorlardı. Ayrıca, Mısırlılar antibiyotiğin farklı çeşitlerini biliyorlardı. Belli türdeki hastalıklara uygun reçeteleri yazıyorlardı.3
Görüldüğü gibi Mısır medeniyeti tıp konusunda oldukça önemli adımlar atmış, tedavi yöntemleri geliştirmiş, uzman doktorlar yetiştirmiştir. Yapılan kazılarda, tıp alanında sağlanan bu önemli başarıların yanı sıra, Mısırlıların şehir planlamacılığı ve mimari gibi konularla da çok ilgili oldukları ortaya çıkmıştır. Yazıma bir sonraki bölümde devam edeceğim.
Kaynak:
1. Sfenks'in Gözleri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1989, sf. 152
2. Nova Productions, Who Built the Pyramids, www.pbs.org
3. http://www.pip.com.au/~paceman/ ANCIENT%20ELECTRICITY.html

Egyptian 19th-Dynasty Painting of Anubis Preparing the Body of Sennedjem for the Tomb

Kom Ombo Temple

Seated Colossi of Ramesses II at Abu Simbel



Hz. Mehdi’nin çıkışını hangi savaşlar haber verecek? 1


Hz. Mehdi’nin çıkacağı dönemde çok fazla savaş yaşanacağı peygamberimiz tarafından hadislerle bildirilmiştir. Ard arda gerçekleşen bu savaşlar, Ortadoğu’nun sürekli karışması, fitnenin ve kargaşanın bir ülkeden bir ülkeye atlaması Hz. Mehdi’nin çıkış alametlerindendir. Şu anda yaşadığımız bu dönemde Müslüman Müslüman’a düşman olup, Şiiler, Sunniler, Caferiler hep birbirini düşman olarak görmektedir. Hz. Mehdi bütün bu mezhep kavgalarına da son verecek, savaşları bitirecek, yeryüzünü adaletle ve huzurla dolduracaktır.
Hadislerde Hz. Mehdi’nin geldikten sonra savaşa izin vermeyeceği ve tek bir damla kan akıtılmasına müsade etmeyeceği açıkça bildirilir. Şimdi isterseniz peygamberimizin Hz. Mehdi’nin çıkacağı dönemde nasıl ard arda savaşlar yaşanacağını hadislerle nasıl bildirdiğine bakalım:
YERYÜZÜNDEN BARIŞ KALKAR:
Bütün kalplerin içine fesat düştüğü için bir kısım halk diğeriyle konuşarak barış ve ittifak gösterileri yaparlar. Fakat kalplerinde BARIŞ İLE İTTİFAKA MUHALİF BİR DURUM OLDUĞU BİR DEVİR GELMEDİKÇE KIYAMET KOPMAZ. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 382, no.701)
SAVAŞLARLA BÜYÜK ŞEHİRLER YOK OLUR:
BÜYÜK ŞEHİRLER DÜN SANKİ YOKMUŞ GİBİ HELAK OLUR. (Kitab-ül Burhan Fi Alametil Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 38)
AFGANİSTAN İŞGAL EDİLDİ:
TALİKAN'A (AFGANİSTAN'A) YAZIK OLDU. Şüphesiz Allah Teala'nın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır... (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 59)
Talikan'a yazık oldu...
Hadiste Afganistan'ın Hz. Mehdi (as) zamanında işgal edileceğine işaret edilmektedir. Rusların Afganistan'ı işgali olan 1979 yılı Hicri 1400 yılına, diğer bir ifadeyle Hicri 14. yüzyılın başlangıcına denk gelmektedir. Bilindiği gibi hadislerde Hz. Mehdi (as)'ın yüzyıl başlarında çıkacağı haber verilmiştir. Hz. Mehdi (as)'yle ilgili diğer pek çok alametin de Hicri 1400 ve Hicri 14. yy başlarına denk gelmesi bu tarihlerin Hz. Mehdi (as)'ın çıkışı hakkında önemli bir işaret taşıdığını göstermektedir.
Orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır...
Rivayetin bu bölümünde Afganistan'ın maddi zenginlik kaynaklarına dikkat çekiliyor olabilir. Bugün Afganistan'da çeşitli sebeplerle işletilmeye açılmamış büyük petrol yatakları, demir havzaları ve kömür madenleri tespit edilmiştir.
AZERBAYCAN İŞGAL EDİLDİ:
AZERBAYCAN'DAN MUTLAKA BİR ATEŞ ÇIKACAKTIR. VE HİÇBİR ŞEY ONUN KARŞISINDA DURAMAYACAK. BÖYLE BİR ŞEY OLUNCA EVİNİZDE OTURUN... (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 311)
AZERBAYCAN'DA BÜYÜK BİR SAVAŞ YAŞANDI:
Ebû Abdullah [Cafer Sadık] buyurdu ki: "AZERBAYCAN'DA HİÇBİR ŞEYİN KARŞI DURAMAYACAĞI BİR ATEŞ ZUHUR EDECEKTİR. Böyle olduğu zaman evlerinizden çıkmayın ve bizim bulunduğumuz yerde bulunun. Hareket edicimiz harekete geçtiğinde ise bir adım da olsa ona koşun. Allah'a yemin ederim ki onu Kâbe ve makam arasında görür gibiyim..." (Muhammed b. İbrahim Nu'mânî, Kitâbü'l-Gaybe (Tahran, 1397), s.263. [İSAM demirbaş no: 016351])
İRAN-IRAK SAVAŞI:
Faris yönünden gelecek olan bir kavimdir ki, şöyle diyecekler: "Ey Araplar! Siz fazla taassuba kaçtınız! Siz bunlara gereği gibi hak tanımazsanız, sizinle hiç kimse birlik kurmayacaktır... Bir gün, onlara ve bir gün de sizlere verilsin, ve karşılıklı sözler tutulsun..." Onlar Mutıka çıkacaklar, Müslümanlar oradan aşağı yazıya inecekler... Müşrikler öbür yandaki (Rakabe) denilen bir simsiyah olan nehrin kenarında duracaklar... ARALARINDA SAVAŞ OLACAK: Her iki ordudan, Allah, zaferi kaldıracak... (Kıyamet Alametleri, El Berzenci, s. 179)
- Faris yönünden gelecek olan : İran tarafından gelecek olan
- Faris : İran - İranlı (Büyük Lugat)
- Yazıya inecekler: Ovalık-Irak Ovası
- Mutık : Yöredeki bir dağın adı.
- Rakabe : Petrol kuyularının çok olduğu bölge.
"Ey Araplar! Siz fazla taassuba kaçtınız! Siz bunlara gereği gibi hak tanımazsanız, sizinle hiç kimse birlik kurmayacaktır…"
Hadisin bu bölümünde iki taraf arasında, aşırı milliyetçilikten kaynaklanan bir anlaşmazlığın olacağına dikkat çekiliyor. Bu anlaşmazlık sebebiyle, "Yazı"ya inilecek ve savaş başlayacak. (Yazı: Irak Ovası)
Allah, her iki ordudan zaferi kaldıracak...
Bu hadisin de işaret ettiği gibi, İran-Irak Savaşı 8 yıl sürmüş ve binlerce kayıp verilmesine rağmen bir netice alınamamıştır. İki taraf da kesin bir üstünlük sağlayamamıştır.
BİR ORDUNUN KAYBOLMASI:
BİR ORDU SAVAŞ İÇİN GELİR, ÇÖLE GİRDİĞİNDE BAŞ VE SONUNDAKİLERİ BATAR, ortadakiler de kurtulmaz. (Hanbel, Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud'dan; Geleceğin Tarihi 4, s.30)
...Kendisine BİR ORDU GÖNDERİLECEK. BUNLAR YERİN BİR ÇÖLÜNDE İKEN YERE BATIRILACAKLARDIR. (Müslim'den; Geleceğin Tarihi 4, s. 31)
IRAKLILARIN PARASININ YOK OLMASI:
Iraklıların elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve ALIŞ-VERİŞ YAPABİLECEKLERİ BİR PARA HEMEN HEMEN KALMAYACAK.(Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal,cilt 5, s. 45)
IRAK'IN ÜÇE BÖLÜNMESİ:
IRAK HALKI ÜÇ FIRKAYA AYRILIR. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın. (Fera İdu Fevaidi'l Fikr Fi'l İmam El-Mehdi El-Muntazar)
IRAK HALKININ ŞAM'A, KUZEYE KAÇMASI:
Masum ve temiz IRAK HALKI ŞAM'A KAÇAR. (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, s. 210)
BAĞDAT KÖPRÜSÜNÜN BOMBALANMASI:
Müminlerin Emiri Ali'den ... şöyle nakledilmiştir: "BAĞDAT'A KÖPRÜ YAPILDIĞI VE 1 KUYRUKLU YILDIZLAR DOĞUDAN DOĞDUĞU ZAMAN 2 ORDUNUN SÜVARİ BİRLİKLERİ KÖPRÜ ÜZERİNDE ÖLDÜRÜLECEKTİR." (Muhtasar-u Basair-id Deracat Sayfa:237 ve Et Teşrif Bil Menun Sayfa:367 ve Bihar Cilt:41 Sayfa:178)
BAĞDAT'IN ALEVLERLE YOK EDİLMESİ:
Ahir zamanda BAĞDAT ALEVLERLE YOK EDİLİR... (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, Cilt 3, sf. 177)
IRAK'IN YENİDEN YAPILANMASI:
..Irak'a saldırmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak'taki masum insanlar Şam'a doğru sığınma yerleri ararlar. ŞAM YENİDEN YAPILANIR, IRAK DA YENİDEN YAPILANIR. (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal,cilt5, s. 254)



Bilim, evreni kapsayan üstün aklı keşfediyor


Bilim, evreni kapsayan üstün aklı keşfediyor
Bugün bir blogta rastladığım insanın ufkunu açan bir makaleyi paylaşmak istiyorum. Makaleyi okuduğunuzda siz de ne demek istediğimi anlayacaksınız. Gerçekten yaşarken rastladığımız her olayı normal mi karşılıyoruz? İçinden çıkamadığımız çok kalın bir alışkanlık perdesinin arkasında mı yaşıyoruz? Her detay ince ince planlanmışken bütün bunları bir türlü fark edemiyor muyuz? Evrenin her köşesinde büyük bir akıl tecelli ederken nasıl oluyor da bunu anlayamıyoruz? İşte bu makale bu sorulara çok güzel cevap veriyor.
Sabah uyanınca ilk işiniz elinizi yüzünüzü yıkamak için banyoya gitmek oldu. Elinizi musluğa uzattınız ve yüzünüzü yıkamaya başladınız. Ama musluktan akan motor yağı kıvamında simsiyah bir suydu ve yüzünüzden akıp gitmedi, adeta yapıştı. Sonra giyinmek için elinizi dolabınızın çekmecesine uzattınız. Ama garip bir şey daha oldu; gözlerinizle elinizin çekmeceye değdiğini gördüğünüz halde parmak uçlarınız bunu hissetmemişti. Çünkü sinir sisteminizin çalışmasında bir farklılık vardı ve siz parmaklarınızdaki hislerden yoksun kalmıştınız. Havanın durumuna bakmak için pencerenin yanına gidip perdeyi araladığınızda ise hiçbir şey göremediniz. Cam sanki kalın bir perde gibiydi, o herkesin bildiği saydamlığını yitirmişti..Bir sabah uyandığında yukarıdaki gibi olaylar ile karşılaşan bir kişinin dünyadaki düzeni olağan bulması ve bu konuda düşünmemesi mümkün değildir. Her yeni günde tüm olaylar aynı kurallar ve etkileşimler içinde gerçekleşir. Örneğin musluktan akan su ile rahatlıkla elimizi yüzümüzü yıkarız. Su ideal bir çözücülüğe sahip olduğundan kirleri yerinden söküp götürür. Ayrıca suyun akışkanlığı da ideal bir orandadır. Eğer kıvamı bal gibi olsaydı, ne borularda akabilir ne de temizlik işlerinde kullanılabilirdi.
Suyun kimyasal bileşiminde zehirleyici ya da insan bünyesindeki dengeleri bozucu bir özellik de yoktur. Bunlar su ile ilgili sayısız detaydan yalnızca birkaçıdır. Birçok insanın normal karşıladığı bu özellikler evrendeki kusursuz tasarımın örneklerindendir.
Bugün bilimsel alanda yapılan tüm araştırmalar ve incelemeler içinde yaşadığımız evrenin rasyonel bir yapı ile kaplı olduğunu ortaya koymaktadır. Rasyonel, anlam itibariyle akla dayanan, ölçülü, hesaplı demektir. Suyun akışkanlığından, sinir sistemine kadar farkında olduğumuz ya da olmadığımız tüm ideal özellikler hep evrenin rasyonellik özelliğinden kaynaklanır.
Evrenimizin bugünkü halini açıklayabilmek için bilim tarafından şart koşulan rasyonellik hakkında Einsteinşöyle demiştir:
"Bu alandaki (bilim) başarılı gelişmelerin yoğun deneyimini yaşamış olan herkes, mevcudiyette açığa çıkartılan rasyonellik karşısında derin bir huşu içerisindedir... Mevcudiyette vücut bulan aklın ihtişamı." (Albert Einstein, Ideas and Opinions, Wings Book, New York, s. 49)
Gerald L. Schroeder dünyanın önde gelen üniversitelerinden Massachussets of Technology'de 'moleküler biyoloji' ve 'kuantum fiziği' alanlarında doktorasını yapmış saygın bir bilim adamıdır. Time, Newsweek ve Scientific American gibi prestijli dergilerde bilim yazarlığı yapmaktadır. Schroeder hala devam ettirdiği bilimsel çalışmalarının ardından vardığı sonucu "Tanrı'nın Saklı Yüzü" adlı kitabında şöyle açıklamaktadır:
"Fiziksel dünya, mucizevi olgularla dolu bir birlik fenomenidir. Evrendeki milyarlarca galaksi arasında dağılmış olan trilyonlarca yıldızı yöneten, 15 milyar ışık yılı uzaklığa kadar uzanan aynı yasalar, 0,0001 santimetrelik bir hücre içerisindeki kimyasal reaksiyonları da yönetmektedir. Organik hücrenin 10-5 metrelik alanından evrenin 1026 metrelik alanına kadar, 10-26 kilogramlık atomkütlesinden, 1030 kilogramlık Güneş kütlesine kadar, aynı yasalar. Ama neden? Evren neden böylesine idrak edilebilir ve tutarlıdır? Buna bilim tek başına cevap veremez. Muhtemelen bizler, fiziksel olanın içerisinde tutulan metafiziğe dair ip uçlarıyla karşılaşmaktayız." (Gerald l. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, Gelenek Yayıncılık, Nisan 2003, İstanbul, ss. 44-45)
Schroeder'in bu görüşü Einstein'ın "mevcudiyette vücut bulduğunu düşündüğü akıl" ile aynıdır:
"Fizikçilerin günümüzde ulaştığı son nokta bize çok açık bir ders vermektedir: Daha derin bir inceleme sonucunda, yüzeysel olarak bakıldığında çeşitlilik olarak görünen şeyin aslında 'Bir'lik olduğunu anlarız.
Ebedi ve ezeli olan Bir'dir dendiğinde bunun ardından iki, üç ve dördün geldiği 'Bir' sanmayın. Burada bundan çok daha derinlikli bir şeyden bahsedilmektedir. Burada bahsi geçen birlik, fiziksel olan tarafından idrak edilen sonsuz metafiziksel gerçekliktir, tamamen kapsayıcı ve evrensel olan 'Bir'liktir." (Gerald l. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, Gelenek Yayıncılık, Nisan 2003, İstanbul, s.43, s.23)
Stanford Üniversitesi Popülasyon Biyolojisi alanında doktora yapan ve Florida Üniversitesi Zooloji profesörlüğü ve Bölüm Başkanlığı görevini yürüten Prof. Thomas C. Emmel ise bu konuda şunları söylemiştir:
"...Mevcut Big Bang teorisini şimdiye kadar yapılmış en iyi izahat olarak görüyorum. Yaratıcı süreç pekala devam etmekte. .."(Henry Margenau & Roy A. Varghese, Cosmos. Bios, Theos, Open Court Publishing Company, Illinois, Mayıs 1992)
Sebep - Sonuç İlişkisi Evreni Açıklamakta Yetersiz Kalıyor:
Birçok bilim adamı doğadaki fizik yasalarının ve canlıların gelişiminin sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde cereyan ettiğini düşünür. Hatta bunun, doğal bir olayın açıklamasının bilimsel olarak değer kazanabilmesi için şart olduğunu bile ileri sürerler. Ancak bunu iddia edenler bir açmazla karşı karşıyadırlar. Şu ifade kesin bir çelişkiyi barındırır:
"Elbette bazı şeyler (bilimsel olgular) aslında bir sebebe dayanır ama herşey, bir sebebe dayanmayan şeyler de dahil olmak üzere, bir sebep olmadan da var olabilir." (T. D. Sullivan, "Comming to be Without a Cause", Philosophy, ss. 176-177.)
Burada kast edilen şey şöyle örneklendirilebilir: Yağmurun nedeni bulutlardır, bulutların nedeni atmosferik olaylar, atmosferin nedeni ise Dünya'nın yapısıdır. Peki Dünya'nın yapısının nedeni nedir? İşte burası herşeyi sebep-sonuç ilişkisine bağlayan zihniyetin iflas ettiği noktadır.
Bugün bilimi sebep-sonuç ilişkisi üzerine kurmaya çalışanlar büyük bir telaş ve sıkıntı yaşıyor. Bu sıkıntının nedeni evrenin başlangıcı olan olaydır: Büyük Patlama ya da orijinal adıyla Big Bang. Astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. Büyük Patlama, tüm evrenin tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.
Canlılığı ve diğer fiziksel varlıkları sebep-sonuç ilişkisi ile açıklama "maddenin zaman içinde birbiriyle etkileşimi" temeline dayanır. Ancak maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı bir an vardır. Bu anı maddi bir sebeple açıklamak da imkansızdır.

Yale Üniversitesi Fizik ve Doğa Felsefesi profesörü Henry Margenau doğa kanunlarının tesadüflerle açıklanamayacağını şöyle ifade etmiştir:
"Şuna hiç şüphe yok ki, doğa kanunları tesadüfler ya da kazalar sonucu ortaya çıkmış olamaz. O halde doğanın sayısız yasalarının ortaya çıkışına dair sorulacak cevap ne olmalıdır?   (Henry Margenau & Roy A. Varghese, Cosmos. Bios, Theos, Open Court Publishing Company, Illinois, Mayıs 1992)
Oxford Üniversitesinde Tabii Bilimler Doktorası yapmış ve 1973 yılında Nobel Tıp Ödülünü kazanmış olan nörofizyolog Sir John Eccles ise hayatın ancak kusursuz bir yaratılışın sonucu olduğunu söyler:
"Eğer herşeyde bir amaç ve tasarımın hakim olduğuna inanmazsanız o zaman herşeyin sadece tesadüf ve gereklilikten ibaret olduğunu öne sürebilirsiniz. Ama varoluşunuzu açıklamak için tesadüf ve gerekliliğe bağlı kalmak aptalca birşeydir. Bütün hayat ve elbette bütün insanlarkusursuz bir tasarımın planının parçasıdırlar."(Henry Margenau & Roy A. Varghese, Cosmos. Bios, Theos, Open Court Publishing Company, Illinois, Mayıs 1992)
Bir kısım insanların -ki bunlara bazı bilim adamları da dahildir- sebep-sonuç etkileşiminde bu kadar ısrarcı olmalarının nedeni, herşeyi, maddi dünyayı, kendi içinde açıklayabilme arzusudur. Materyalizm olarak adlandırılan bu akıma göre; evren sonsuz boyuttadır. Sonsuzdan beri vardır ve sonsuza kadar da var olacaktır. Bu sonsuzluk içinde en karmaşık olaylar dahi rastlantısal gelişmelerin sonucu olabilir.  Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji ile kökünden yıkılmıştır. Bilim adına ortaya çıkan materyalist iddia, yine bilim tarafından ortadan kaldırılmıştır. Maddenin sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı iddiası artık bir dogmadır (dogma; doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temelidir).
1978 Nobel Fizik Ödülü'nü alan Dr. Arno Penzias materyalizmin bilimsel bir gerçek değil, ancak inanç olabileceğini şöyle açıklar:
"Bugünün dogması ise maddenin ezeli ve ebedi olduğu yönündedir. Bu dogma, evrenin yaratılmış olduğuna işaret eden gözleme dayalı kanıtların, astronominin bugüne kadar ürettiği gözlemlenebilir verilerin hepsinin evrenin yaratıldığı iddiasını desteklediği gerçeğine rağmen, kabul etmek istemeyen insanların (bunlara fizikçilerin çoğunluğu da dahildir) içgüdüsel inançlarına dayanmaktadır."(Henry Morgentau & Roy Abraham Varghese, Kosmos Bios Teos, Gelenek Yayıncılık, Ekim 2002, İstanbul, s. 101.)
Evrenin başından beri bir plana göre işlediğini ise Penzias şöyle anlatır:
"Astronomi bizi benzersiz bir olaya ulaştırır; hiçlikten var edilmiş olan, hayatın oluşabilmesi için sağlanması gereken koşullara en uygun, hassas bir dengeye ve kendisine temel oluşturan bir plana (buna 'doğaüstü' de denebilir) sahip olan bir evren." (Henry Morgentau & Roy Abraham Varghese, Kosmos Bios Teos, Gelenek Yayıncılık, Ekim 2002, İstanbul, s.105.)
Bilim çevreleri de artık evrenin 'insan merkezcil bir amaç' (Homo-centrici Teleologism) taşıdığını düşünmeye başlamıştır. Buna göre evren, boş yere var olmamıştır; bir amacı vardır. Evrendeki tüm fiziksel dengeler insan yaşamı için çok hassas bir biçimde ayarlanmıştır. Evrendeki her ayrıntı, insan yaşamını gözeten bir amaçla tasarlanmıştır.
Aslında gördüğünüz gibi bilim adamları evrndeki bu kusursuz düzenin, insanın aklının sınırlarının çok ötesinde birbirine bağlanmış detayların tesadüflerle gerçekleşemeyeceğini çok iyi biliyorlar. Bir kısmı gördüğünüz gibi bu gerçeği itiraf ediyor, bir kısmı da bildiği halde dışlanma korkusundan, kariyerini kaybetme korkusundan inkar ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder