8 Nisan 2014 Salı

Başbakanımıza soruyorum: “İşkenceye maruz kaldığımızda ne yapmalıyız?”


Başbakanımıza soruyorum: “İşkenceye maruz kaldığımızda ne yapmalıyız?”
Başbakanımız ve Adalet bakanımız yargıdaki hukuka aykırı uygulamalara müsade etmemeliler.

Yazar Didem Ürer’in baskın,gözaltı, organize şube veişkence sürecinde yaşananları anlattığı çok önemli bir makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Her zamanki gibi kendi yorumumu da sizlerle paylaşacağım:
Sizin kızınız veya eşiniz veya ailenizden herhangi bir yakınınız gözaltına alınsa ve orda işkence ve baskıya maruz kalsa siz bu yakınınıza‘Ne olursa olsun işkencelere diren” mi dersiniz yoksa ‘önüne ne konursa imzala kendini kurtar’ mı dersiniz?
Türkiye bir hukuk devleti, hukuka saygımız sonsuz. Şimdi size tanık olduğum bir olay anlatacağım. Takdiri okuyuculara bırakıyorum.
Kolej mezunu üniversite öğrencisi, doktor, akademisyen, iş adamlarından oluşan bir arkadaş grubuna bir gece yarısı sebebi belirsiz bir polis baskını yapılıyor. Bir çok kişi evlerinden çok çeşitli zorluklara maruz bırakılarak toplanıp emniyet müdürlüğüne götürülüyorlar.
Emniyette saatlerce beyaz bir duvara dönük ayakta bekletildikten sonra yaklaşık 1 hafta süren bir eziyet dönemi başlıyor ve birçok baskı, işkenceye maruz kalıyorlar. Bu sırada basında büyük bir karalama kampanyası başlatılıyor ve savcıya bile çıkarılmayan kişilerin zor altında imzalatılan emniyet ifadeleri basına sızıyor, basından bu kişiler hakkında suni şikayetçiler aranıyor vs vs. sonra gözaltına alınan kişilerin büyük kısmı serbest bırakılıyor ama bir kısmı hiçbir suçları olmadığı halde tutuklanıyor.
Tutuklanma gerekçesinin herhangi bir suç delili var mı? Hayır yok. Sebep: Bu kişiler hakkında basında yapılan yoğun aleyhte karalama kampanyası nedeniyle halkta oluşan infial.
Yazımın bu noktasında, sevgili okuyuculara bir sorum var. Sizin kızınız veya eşiniz veya ailenizden herhangi bir yakınınız gözaltına alınsa ve orda işkence ve baskıya maruz kalsa siz bu yakınınıza ‘Ne olursa olsun işkencelere diren’ mi dersiniz yoksa ‘önüne ne konursa imzala kendini kurtar’ mı dersiniz?
Aynı şekilde gözaltındaki çocuklarının sağlıklarından, hayatlarından endişe duyarak onları emniyet müdürlüğünden kurtarmak için giden ailelere, size verilen metinleri imzalamayın mı dersiniz, yoksa bu metinleri imzalamadığınız için çocuklarınızı bir daha görememe tehdidine duyarsız mı kalın dersiniz?  
İşte söz konusu olayda da suni olarak şikayetçi yapılan aileler kağıtlarda ne yazıldığını bilmedikleri halde, tanımadıkları kişiler hakkında imzaladıkları bu şikayetlerden ilerleyen günlerde feragat ederek hiçbir şikayetleri olmadığını açıklamıştır.
Olayın buraya kadar olan kısmından sonra çok daha ilginç gelişmeler yaşanıyor.
Hiçbir suçu olmayan üniversite mezunu birçok genç sanık oluyor ve bir dava başlıyor. Ve davada herhangi bir suç unsuru tespit edilemiyor ama dava senelerce sürüyor. Bu arada davada suni olarak oluşturulan şikayetçiler de kalmıyor sadece bazı çevrelerin yönlendirdiği 2 kişi sözde şikayetlerinde ısrar ediyor. Ancak bu noktada dava zamanaşımına uğruyor.
Size davadaki suçlamayı söylememiştim: Suç örgütü iddiası. Yani kanunlarımıza göre sadece Cumhuriyet Savcısının temyiz hakkı bulunduğu bir suçlama. Kanunlarımıza göre başka hiç kimse temyiz edemiyor davayı.
Ama ne oluyor? Davada zamanaşımı kararı verilince temyiz hakkı olmayan kişiler davayı temyiz ediyor. Yani sokaktan geçerken Yargıtay’a girip eline bir dava dosyasını alıp ben bunu temyiz edeceğim deme hakkı nasıl bir kişide bulunamazsa, bu davayı temyiz eden kişilerin de hukuken böyle hakkı bulunmuyordu. Ancak buna rağmen Yargıtay dairesi hukuki olmayan bu itirazı kabul edip davayı bozuyor.  Hukuken sadece savcının itiraz etmesi gereken bir dava, kanuni hakkı olmayan 3. kişiler tarafından temyiz edilerek  bozduruluyor.
Ve bir dava hukuken geçersiz bir temyizle bozularak tam 8 yıl daha sürüyor.
Şimdi bu tabi cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir olay. Ancak burada daha da ilginç olan bu temyizin hukuka aykırı olduğu fark edildiği halde 3. Şahısların davaya katılım hakkı olmadığı görülüp müdahillikleri sona erdirildiği halde, yerel mahkeme tarafından davanın hala düşürülmemesi.
Burada okuyucularımıza yorumu bırakıyorum. Bir hukuk devletinde vatandaşların yaptığı kendilerini hukuka güvenerek adalete teslim etmektir.  Biz de adalete güveniyoruz. Bu ve benzeri davaların hayırlı sonuçlanacağına inanıyoruz. Yorum sizin…
Benim yorumuma gelince hepimiz Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna inanıyoruz, inanmak istiyoruz. Ama haksız yere gözaltına almalar, gece düzenlenen baskınlar, üstelik sorgulama sırasında yaşanan işkence olayları gerçekten de hukuka ve devlete olan güveni iyiden iyiye sarsıyor. Bir de dava aşamasında yaşanan hukuk dışı uygulamalar var. Bütün bunların düzeltilmesi gerek. Başbakanımız, Adalet Bakanımız bu konuların üzerine gitsinler, hukuku ve yargıyı boş bırakmasınlar. Suçsuz insanları ve ailelerini böyle yıllarca madur etmesinler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder