16 Nisan 2014 Çarşamba

Atlantik ve Avrasya kutuplarının çatışma sınırındaki Türkiye -1


Atlantik ve Avrasya kutuplarının çatışma sınırındaki Türkiye -1
Amerika füze savunma kalkanlarını Türkiye’ye ve Rusya’nın sınırlarına yerleştiriyor. Nato Orta Asyave Doğu Akdeniz’e genişleme planı yapıyor. Rusya etki alanındaki yedi eski Sovyet ülkesi ile birlikte acil müdahale gücü kuruyor. Yeni dünya imparatoru Amerika ile yükselen güç Rusya bir kez daha karşı karşıya geliyor. Dünya yeniden Atlantik ve Avrasya kutuplarının çatışmasına sahne oluyor. Evet çatışma sınırındaki Türkiye tam 57 yıldır batının ve Nato’nun yönlendirdiği ülke konumunda sahnede yerini alıyor.  
Nato’nun tarihine bakarsak; Nato genel sekreteri Schaffer geçtiğimiz yıllarda şöyle diyor: “Nato’ya her zamankinden çok ihtiyaç var. İttifaka yeni bir stratejik konsept gerek.” Şubat 2009’da Münih Güvenik Konferansı’nda konuşan Amerika başkan yardımcısı Joseph Biden ise Yeni Natodan söz ediyor ve genişleme hedefini şöyle açıklıyor. “Nato’ya üye olmayan devletlerle de ilişkiye geçeceğiz. Dünyada yeni bir hava yaratmak istiyoruz.” Nato yani Kuzey Atlantik Antlaşması örgütü, 26 üye ülkenin oluşturduğu bir askeri örgüt. 60 yıldır küresel elitin çıkarlarını koruyor, uluslararası bankerlerin, silah baronlarının, petrol krallarının çıkarları doğrultusunda güç gösteriyor.
Nato kuruluşundan sonraki kırk yıl komünizme karşı dünyayı korudu. Üyesi olan ülkelerde gizli örgütler kurdu. Komünizme karşı darbeler düzenledi. 1991’de Sovyetler ve Doğu bloku tarihe karıştı. Peki Nato şimdi ne ile savaşıyor?
Yıl 1989’da Berlin duvarı yıkıldı. 1990’da tam bir yıl sonra Sovyetler dağıldı. 5 Temmuz 1991’de doğu bloku savunma örgütü olan Varşova Paktı’da ortadan kalkacaktı. Nato aynı yıl yeni stratejisini açıklayacaktı. Komünizm bitmişti ama başka tehditler vardı. Bunlar bölgesel ve küresel tehditlerdi. Nato artık kendi dışındaki nükleer güç sahibi ülkeleri ve kendi denetiminde olmayan ülkeleri de tehdit sayacaktı. Küresel finansın gelir kaynaklarını engelleyen her türlü oluşum oldukça tehlikeliydi. Bu görüş çerçevesinde dünya imparatoru Amerika’nın yanında ya da ona karşı olan devletler vardı. Ve Nato Amerika’nın karşıtı olanlara müdahale etmekle yükümlüydü.
Sovyetler dağılınca Amerika düşmansız kalmıştı. Şimdi yeni komünistlerin bulunması gerekiyordu. Yeni Dünya Düzeni’ne yani emperyalizme direnen devletler şer ekseninde ilan edilecek ve yeni komünistler bu ülkeler bunlar olacaktı. Ne tesadüfse bu ülkeler enerji kaynakları ve enerji yolları üzerinde bulunan devletler olacaktı. Irak, İran, Suriye, Venezüella ve Çin’in burnunun dibindeki Afganistan. Hatırlarsanız Obama göreve gelir gelmez “hedefimiz Afganistan’da başarı elde etmek” demişti. Amerika’nın dünya hakimiyeti için Orta Asya ve Doğu Akdeniz’de hakim olması gerektiğinin altını çizmişti.
2009’da Nato bu belirlenen bölgelere doğru genişlemeyi hedefleyecekti. Yeni komünistler Avrasya coğrafyası sakinleriydi…
Nato’nun kendi sınırlarında doğru yayılmasına karşın Rusya acil müdahale gücünü devreye soktu, sular giderek ısınıyordu. Medvedev “dışarıdan gelecek tehditlere karşı hazırlıklıyız” diyordu.  Moskova’da bir araya gelen ortak güvenlik anlaşması örgütü üyeleri Rusya, Ermenistan, Beyaz Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan liderleri batı tehtidine karşı ortak silahlı güç kurmak için anlaşma imzaladı. Yeni askeri ittifak gelecekte Nato ile yarışabilecek güçte olmalıydı. İşte bir kez daha dünya soğuk savaş dönemindeki gibi iki kutba ayrılmış ve sıcak çatışmaların eşiğindeydi. Gelin dünyanın ikinci kez paylaşıldığı soğuk savaşın başlangıç günlerine dönelim.
İkinci dünya savaşı galipleri 1945 Şubat’ında Yalta’da buluşmuşlardı. Yeni bir dünya düzeni kurulacaktı. Eski İmparator İngiltere tahtını Amerika’ya devredecekti. Sovyetler ise karşı kutupta yer alacaktı. Stalin, Roosevelt ve Churchill kanlı bir dönemi geride bırakıp soğuk savaşın kapısını açacaklardı. Soğuk savaş komünizm korkusunu yayma operasyonu ile başladı. Batı “ya bizdensin ya da komünistsin” diyordu. Türkiye’de bu operasyondan nasibini aldı. Önce Ruslar geliyor korkusu etrafa yayıldı. Türkiye Sovyetler Birliği ile daha kurulurken imzalanan barış anlaşmalarına rağmen Sovyet korkusu yüzünden batının emperyalist devletlerine yanaşacaktı.
Oysa yanaştığı taraf hiç masum değildi. Unutmayın ki boğazlar sorununu ilk ortaya atan Churchill’di. 1943 Kasım ayında Tahran Konferansı’nda Türkiye’nin savaşa girmesi için israr eden de yine Churchill’di. Ankara hükümeti boğazların statüsünün değiştirilmesi ile tehdit edilmeli diyen de Churchill’di. Churchill’in boğazlarla ilgili isteği Stalin’i kışkırtacak ve tabii o da isteklerini masaya koyacaktı. Türkiye kurtuluşundan 20 yıl sonra kendini aynı noktada bulacaktı. Türkiye’ye korku salınmış ve psikolojik operasyon üzerinden Türkiye’yi şekillendirme başlamıştı.
Psikolojik savaş dünyaya yalan bilgi yayma kampanyasıydı. Elli yıl sonra gizlilik süresi bitince 1997’de bu kampanyanın nasıl planlandığı Amerika’lı bilim adamlarınca açıklandı. Christopher Simpson editörlüğünde dokuz bilim adamı Amerika’nın toplumları nasıl korkunun hükümranlığına soktuğunu belgeliyorlardı. Araştırmaya göre hedef ülkelerde yöneticiler, eğitimciler, üniversiteler, Amerika’ya itaatkar birimler ve öncüler haline getirilmişti. Bunun için Pentagon ve CIA ve tüm Amerikan vakıfları ortak çalışmalar yürütmüşlerdi. Christopher Simpson “Türkiye’nin batılı kalıp da itaatkar kuşaklar yetiştirecek bir laboratuar ülke” olarak tanımlandığını yazmıştı. Türkiye’de Amerikan çıkarları doğrultusunda çalışacak, politika, ekonomi, ordu istihbarat ve akademik alanlarda itaatkar ve öncü bir tabaka yaratılması planlanmıştı.
Sosyal bilimleri finanse eden bir dizi vakıf Amerikan istihbaratının paravan kuruluşlarıydı. Amaç Türk aydınını içinde bulunduğu toplumla karşı karşıya getirip toplumsal bağlarını koparmaktı. Bunun nedenini yıllar sonra Amerikan istihbaratından Zalmay Khailzad şöyle açıklıyor:
“Amerika için gündemin ilk maddesi enerji güvenliğidir. Bu açıdan Türkiye, İran körfezi, Kafkasya ve Orta Asya’daki önemli petrol ve gaz kaynaklarına yakınlığıyla eşsiz bir konumdadır.”
Komünist bir saldırı korkusuyla yüzünü batıya dönen Türkiye 11 Mart 1947’de Amerika’nın sömürü mekanizması IMF’ye girdi ve böylece batının uydusu olmayı kabullenmişti. Mason Amerikan Başkanı Truman dünya devletini planlayan CFR’nin öenmli bir üyesiydi ve Türkiye hedefteki Ortadoğu için çok önemli bir ülkeydi. Amerikalı uzman Max Weston Thornburg 1947’de Türkiye’ye gönderildi. Amerikan Devleti’ne verdiği rapor “Türkiye’ye niçin yardım” adını taşıyordu. Raporunda 1923’de “Atatürk ile başlayan sanayileşme atılımları devam ederse Türkiye’de komünist bir tehlike yükselebilir” diyordu. Thornburg raporu sonucunda Türkiye Amerikan yardımını aldı, Türkiye uluslararası para fonuna bağlandı. ArtıkAmerika Ortadoğu’nun istikrarı için Türkiye’ye yardıma hazırdı. O günden sonra Türkiye için hep aynı sözler kullanıldı. Bakın ABD’li lobici ve CIA ajanı Richard Perle ne diyor: “Türkiye Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarının bekçisidir.”
Amerikan yardımı ile Türkiye yargı, ekonomi, politika ve savunma konularında Amerika’ya bağlanmıştır. İşte maddeler:
Türkiye Amerika’nın arzuladığı yasal düzenlemeleri yapmak zorundadır.
Yardımlar sadece Amerikan hükümetinin izni kapsamında kullanılabilir.
Amerika Birleşik devletleri memurları, basın ve istihbarat mensupları yardımı denetlemek üzere Türkiye’ye istediği zaman girip çıkabilir.
Türkiye hükümeti yapılan yardım hakkında basın yayın organlarında sürekli propoganda yapmayı taahüt etmiştir.
Türkiye’de bütün bunlar yaşanırken Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü üzerinden sadece dokuz yıl geçmişti…
1950’de Türkiye ilk demokratik seçimini yaptı. İnönü dönemi bitmiş Demokrat Parti kazanmıştı. Adnan Menderes iktidar koltuğuna oturur oturmaz Amerika’lılarla karşılaşacaktı. 18 Haziran 1950’de Dünya bankası başkanı Baker Türkiye’ye geldi. İlk hedefi Atatürk’ün temelini attığı sanayileşme planlarını rafa kaldırtmaktı. Amerikan heyeti tam 3 ay Türkiye’de kaldı. Baker ülkesine dönerken basın mensuplarına “Türklerin işbirliği harika” diyecekti. Heyetlerin yoğun ziyaretleri ilk meyvesini verdi ve 1950 Ağustos’unda Milli Eğitim reformu başlatıldı. Milli Eğiitmde komünizme karşı tedbirler yer alacaktı.
Ve eşzamanlı olarak Türk halkına dehşetli bir batı hayranlığı empoze edilecekti. Türkiye’ye Amerikalı yıldızların biri gidiyor, öbürü geliyordu. Amerikan tarzı mecmular ortalığa fırlıyordu. Gazetler, dergiler, radyolar Amerika diyor, başka birşey demiyordu. Sosyete New York ve Miami’yi takip ediyordu. Gazinolarda da Amerikan tarzı hakimdi. Holywood tüm sinema salonlarındaydı ve Amerikan aile yapısı gıpta ile izleniyordu. Batıcılık büyük kentlerde yükselirken öte yandan yine Amerika ile desteklenen irtica ayaklanıyordu.
1950 yazında Türkiye’de hiç olmayanlar olacak ve Atatürk heykellerine saldırılacaktı. Her yanı tekke ve zaviyeler sarmıştı ve Amerika’lılarla yakın ilişkileri vardı. O yaz Amerika’dan gelen bir başka misafir senatör Cain Nato’ya girmek için can atan hükümete akıl öğretecekti. Kore’ye asker yollamak Nato’nun anahtarı olabilirdi. Ve Mehmetçik Birleşmiş Milletler komutasında savaşmak üzere Güney Kore’ye doğru yola çıktı. 22 yıl önce savaştığı batılı ülkelerle artık aynı saftaydı.Emperyaizmin ikiye böldüğü bir ülkede taraf olmuştu. Amerika için ölecek ve Amerika için öldürecekti…
Yazıma ikinci bölümde devam edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder