Batı dünyasının Ortadoğu’daki gizli işgal planları-1
“Bu demek oluyor ki, sivillere yapılan tüm saldırılar hemen durdurulmalı…Kaddafi birliklerinin Bingazi’ye ilerleyişi durudrulmalı. Kaddafi Ajdabiya, Misrata ve Zaviye’den geri çekilmeli. Tüm bölgelere su, elektrik ve gaz temin edilmelidir. İnsani yardımların Libya halkına ulaştırılmasına izin verilmelidir. Açık söylüyorum. Bu şartlar müzakereye açık değil. Bu şartlar pazarlığa açık değil. Eğer Kaddafi “Sonuç Bildirgesi’ne uymazsa Uluslararsı toplum gereğini yapacaktır. Sonuç Bildirgesi askeri yöntemlerle dayatılacaktır…
Haçlılar bin yıl önce Avrupa’dan, Anadolu ve Kudüs’e kadar geldiler… Bin yıl sonra yine bu coğrafyanın peşindeler. Sefere 2001'de Afganistandan başladılar, Irak ile devam ettiler, her ikisinde de Vietnam’da olduğu gibi bataklığa gömüldüler.
Trilyonlarca dolar kaybettiler. Yeni işgaller olmadan soygunun üstesinden gelemeyecekler. Şimdi işgal planları değişti, Kuzey Afrikadan Ortadoğuya yeni bir saldırı haritası belirlediler.
İşte Türkiye olarak biz bu haritanın tam ortasında duruyoruz.
Duyduk ki; Libya’da Amerika’nın koruması oluyoruz.. Gemilerimizi, denizaltılarımızı seferber ediyoruz.. Natoyla beraber Libya kıyılarına gidiyoruz.Türkiye, haçlı seferinde, Nato ile işbirliği içinde Trablusgarp kıyılarında.. Çok acı..
Amerika’nın yirmi beş savaş gemisi, denizaltıları, tomahawk füzeleri, tüm savaş oyuncakları bölgeye istiflendi. Sadece Libya için mi Akdeniz parsellendi? Bush 2001’de Afganistan’a girerken “Haçlı Seferindeyiz” demişti… İki yıl sonra 19 Mart 2003’de Irak halkını kurtaracaktı. Şöyle diyordu Bush:
“Dünyayı ciddi bir tehlikeden korumak ve Irak halkını özgürleştirmek için harekete geçtik”
8 yıl sonra aynı gün 19 Mart 2011’de Obama Libya için aynı sözleri şöyle sarfedecekti:
“Tehdit altındaki insanların çağrısına cevap veriyoruz… Amerika’nın ve dünyanın çıkarları için harekete geçiyoruz…
Haçlılar ve Haçlılarla beraber olanlar, savaş baronları 19 Mart 2011 yılında Elize Sarayı’nda toplandılar. Toplantının adı “Libya Halkı ile dayanışma için Paris Zirvesi” olarak açıklandı. Burası bir kurtlar sofrasıydı… Tıpkı yüz yıl öncesi gibi. Adı Paris Barış Konferansıydı ama dünya orada parçalandı. Mısır ve Tunus’ta gerçekleştirlen facebook darbeleri kırk yıllık dikatörleri aşağı indirmişti. Ama Libya çetin cevizdi. Kaddafi elinden geldiği kadar direnmişti. Aktörler bir araya geldiler, Irak Dış İşleri Bakanı Hoşer Zebari bile ordaydı. Hilary, Merkel, Sarkozy, Bankimun ve diğerleri. Bir Türkiye eksikti…
Birleşmiş Milletler Güvenik Konseyi’nin 1973 sayılı kararı Elize Sarayı’nda yankılandı. Uluslararası meşruyet sağlanmıştı. Libya’da tehdit altındaki sivil halkı ve yerleşim alanlarını korumak için gerekli tüm önlemler alınacaktı!
Bu insanlar hangi sivil halkı korumaktan bahsediyorlardı? Gazze bombalanırken bu insanlar haftalarca seyrettiler. Lübnan yerle bir oldu, bunu yapanları desteklediler. Hergün Sudan, Fildişi Sahili, Kongo, Kenya ateşler içindeyken bunlar nerdeler? Suudi Arabistan Bahreyn’de katliam yaptı. Malum uluslararası camia hiç bunu umursamadı. Katiamdan bir gün önce Amerika Savunma Bakanı Robert Gates ordaydı. Uluslararası meşruyet güçlünün oyuncağıydı.
Uluslararası meşruyet ne demek? Küresel aktörlerin isteğine uygun olan demek. Uluslararası camiadan kastedilen ise bizi soyup soğana çeviren küresel çetedir. Yani yedi milyar nüfuslu dünya halklarından ve onların çıkarlarından söz etmiyoruz. Yukarıda bir yerde herkes adına hareket eden, kurallar koyan, savaşlar çıkaran bir gruptan söz ediyoruz. Sayıları çok az ama etkileri çok fazla.
Ne yapar bu uluslar arası camia? Yüz yıldır yaptıklarının aynısını. Canına, malına kastettikleri ülkelere Haçlı Seferleri düzenlerler. Onları parçalara ayırırlar. Tüm zenginliklerini ceplerine indirirler. Toprağın üzerindekiler ölür, altındakiler onlara kalır. İşte bu uluslararası meşruyettir. Emperyalizmin çıkarları ne emrediyorsa onu yapmak demektir. Sivillerin can güvenliği diye girilir. Katliama yol verilir. Petrol ve doğal kaynaklar uluslarası camianın kasasına yönlendirilir. Uluslararası kanunlar buna göre düzenlenir. Birleşmiş Milletler kararı da, Nato’da aynı düzenek içindedir. Uluslararası camianın kararları bir ülkede tehdit altındaki bir grup ya da azınlığın talebi üzerine devreye sokulur. O grup zaten bu camia ile yakın işbirliği kurmuştur. Küresel baronlar hedef ülkeye müdahalede bulunma hakkına kavuşur. Hedef ülkenin malına mülküne el konur. Topraklarına da yabancı güçler gelip oturur.
Birleşmiş Milletler kararlarıyla bu birçok kez uygulamaya girmiştir. Libya bunun son örneğidir. Ve uluslararası camia bir kez daha bataklık zemindedir. Karar alınmıştı ama bu zemin kaygandı. Obama yaptığı konuşmada son derece kararlıydı. Eğer Kaddafi Sonuç Bildirgesine uymazsa Uluslararası toplum gereğini yapacaktı. Fakat iki gün sonra yaptığı açıklamada Obama şöyle konuşacaktı: “Biliyorsunuz geçmişte Amerika arkasına Uluslararası camianın tam desteğini almadan hareket ettiğinde bütün yükü Amerikan ordusu sırtladı.”
İki gün içinde ne olmuştu acaba? Esip gürleyen Obama sırtında hala Bush’dan kalma Afganistan ve Irak savaşlarının faturasını taşıdığını mı hatırlamıştı? Tam 3.5 trilyon dolar harcanmıştı! Obama’nın yalpalaması Amerika’daki muhalefeti mest etti. Gelecek seçimlerdeki başka adayı Newt Gingrich’in radyo beyanatı şöyle olacaktı:
“Bunlar çok amatör çıktı. Ne yaptıkları hakkında en ufak bir fikirleri yok. Kafaları karışık. 3 Mart’ta Obama: “Kaddafi gitsin” dedi. Sonra geri çekildi. BM’lerde Fransa liderliğe geçti. Ateşkes önerisi yapıldı…Fransızlar 70 Libya tankını devirdi. Ben uçuşa yasak bölge için uğraştığımızı sanıyordum. Tanklar niye vuruldu? Onlar kanatlı mıydı! Bu koalisyonun kafası karışık. Şimdi Arap Ligi’nde geri adım attı. İş iyice karıştı… Biz eskiden CIA’yi sessiz sedasız ortalığı velveleye vermeden devreye sokardık. Diktatörlerin gitme zamanı geldiğinde sessizce işi hallederdik. “
Ama o eskidendi. CIA hedef seçtiği ülkelere gider, bir diktatör devirir, yenisini koltuğa koyardı. Afrika’da onlarca ülkede darbeler yapmıştı. Haiti, Guatamala ve Nijerya tarihi Amerikan suikast darbeleriyle yazılmıştı. Gingrich sessiz ve derin darbelerden bahsederken ellili yılları hatırlıyor olmalıydı. Son on yıldır çıktıkları seferlerin hepsi yüzlerine gözlerine bulaşmıştı. Amerikan İmparatorluğu inişe geçmişti. Gözü Akdeniz’deydi ama orası uzun yıllardır İngiltere’nin üsleriyle doluydu. Fransa ise zaten Akdeniz’deydi.
Haçlılar birbirini yerken bölge ateş çemberine çevrildi. Bu kabarık haçlı dosyası tarihe geçmiş bahanelerle dolu. Petrol paylaşım kavgaları, Pazar kapma yarışı, izlediğimiz bir kukla tiyatrosu. Gelin yakın tarihin Haçlı işgallerine ve bahanelerine bir göz atalım…
Bahane: El Kaide İkiz Kuleleri bombaladı… Karargah merkezi Afganistan’dı. Usame bin Ladin ise komutandı. Sonuç: Afganistan işgale uğradı. Terörle savaş başlamıştı. Rockefeller ailesinin bir üyesi Nicholas Rockefeller yakın arkadaşı film yönetmeni Alain Russo’ya “Afganistan’da hiçbir zaman bulamayacağımız birilerini aramaya gideceğiz” diyordu. 11 Eylül’den aylar önce planı işte böyle açlıklamıştı. Terörle savaş lafını tekrarlıyordu. “Malum” diyordu. “Terörle savaşı kimse kazanamaz! ama bu bahane sana çok şey için imkan verir…” Nasıl herkesş bu kadar saçma bir bahaneyle ikna edebilirsin ki” diye sordum. “Medyayla” dedi. “Unutma, bir şeyi çok tekrarlarsan herkes inanır!”
Yalanlar medya aracılığıyla paketlendi ve tüm dünyaya satıldı. Amerika ve koalisyon güçleri Afganistan’daydı. El Kaide 1998 yılında batılı istihbarat örgütlerince tasarlanmıştı. Başında Bush ailesinin kadim dostu ve iş ortağı Usame bin Ladin vardı. Küresel baronlara terörist de lazımdı. El Kaide tüm işagaller ve müdahaleler için Amerika’ya bahaneler sunacaktı. Afganistan Orta Asya’nın ortasıydı. El Kaide bahanesiyle Amerika bölgeye yerleşti. Rusya ve Çin’in ticaret yolları buradan kolayca yönetilebillirdi. Önce Afganistan’daki uyuşturucu üretimi ve ticareti Beyaz Saray’ın denetimine geçti. Bu trilyon dolarlık bir servetti.
Irak ise uzun zamandır hedef ülkeydi. Dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahipti. Amerika 2003’de Irak’a hava bombardımanına başladı. Ardından işgal gelecekti. Bahane: Irak’da kitle imha silahları vardı. Colin Powell 5 Şubat 2003’de Birleşmiş Milletler konuşmasında bir kimya mühendisinden gelen bilgilere dayanarak Irak’da biyolojik silahların bulunduğunu açıklamıştı. Irak’lı mühendis Ahmed Elvan El Cenabi sekiz yıl sonra İngiliz Guardian gazetesine şu açıklamayı yaptı:
“Bana bir yalan söyleyerek Irak rejimini devirme şansı verildi. Ben ve oğullarım, Irak’a demokrasinin gelmesine neden olmaktan dolayı gurur duyuyoruz.”
Amerika ile birlikte Irak’a giren İngiltere eski başbakanı Tony Blair “O zaman o yalana inanmıştım. Saddam’ın tüm bölgeye bir tehdit oluşu ve kitle imha silahlarını geliştiriyor oluşu beni ikna etti. ”
Bahaneler bulundu ve Irak’a güya demokrasi geldi! Bunun binlerce göstergesi var. İşte sekiz yılda milyonlarca ölü, milyonlarca mülteci, cezaevi işgenceleri ve daha niceleri… ve tabii ki müzeleri ve sarayları yağmalanan, camileri yıkılan Irak’ın tüm dünyanın gözü önünde yok olan tarihi…
Yazıma ikinci bölümde devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder