20 Nisan 2014 Pazar

Sevr’den Büyük Ortadoğu Projesi’ne Türkiye için biçilen rol ne -2


Sevr’den Büyük Ortadoğu Projesi’ne Türkiye için biçilen rol ne -2
Erdoğan diğerleri gibi kolay lokma olmadığını gösterdi...

Yazımın ilk bölümünde Türkiye topraklarında kurulması planlanan Kürdistan veErmenistan’ın planlarının Sevr Antlaşması’na kadar dayandığını yazmıştım. Batı Osmanlı hasta adamken de bu planı yapmıştı, fakat yıllar geçtikçe güçlenen Türkiye bu planın hiçbir zaman gerçekleşmesine izin vermedi. TürkiyeOrtadoğu’da giderek gücünü ve etkinliğini arttırırken batı dünyası da Ortadoğu ülkelerini sömürme adına yeni planlar peşimdeydi. Bu planların içinde tabii ki Türkiye’de vardı… Şimdi dilerseniz Sevr Antlaşması’ndan Büyük Ortadoğu Projesi’ne Türkiye için biçilen rolü anlatmaya devam edelim:
Yakışıklılığı nedeniyle Fransızların “Beau Şerif (güzel adam)”, adını taktığı ve istanbul’da “boşherif lakaplı Kürt Şerif Paşa Osmanlı devletinin paşasıydı. Maaşını Osmanlı hazinesinden alıyordu.Paris Barış Konferansı günlerinde, 11 Mayıs 1920'de Sadrazam Tevfık Paşa Sevr’in taslaklarını almak için Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın saatli salonuna girdi. Ermeni Paşa da, Kürt Şerif Paşa da oradaydılar… Fransız Dışişleri Bakanı’nın iki yanında oturmaktaydılar.
Bir Kürdistan ve bir Ermenistan için Fransızlarla pazarlıktaydılar…
Aynı anda Anadolu’dan bir ses yükseliyordu. Mustafa Kemal, Osmanlı Heyeti’nin imzalayacağı hiçbir antlaşmaya uyulmayacağım haykırıyordu. Yanında Kürdü’yle, Çer-kezi’yle, Lazı’yla tüm Türk milleti vardı…
“Artık millet adına tek yetkili organ, Büyük Millet Meclisi’dir,” diyorlardı.
22 Temmuz 1920 Perşembe günü öğleden sonra saat üçte Yıldız Sarayı merasim salonunda toplanan 39 üyeli Saltanat Şûrası oturumu padişah Vahdettin tarafından açıldı. Şûra’da Sadrazam Damat Ferid söz alıp şunları söyledi:
“Paris’te imzalamamız istenen antlaşma, istanbul’u ve küçük bir toprak parçasını bize bırakıyor. Antlaşmayı imzalarsak iyi kötü bu kadar bir varlığımız olacak. İmzalamazsak dünya haritasından silinmekle tehdit ediliyoruz. Bu antlaşmanın imzasını oya sunuyorum. Susanlar imzalayalım demiş sayılacaktır,” dedi ve Topçu Ferik Rıza Paşa dışında herkes bu ölüm fermanına onay verdi…
Sevr Antlaşması Hayata Geçseydi… Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan’a, Sivas, Malatya, Adana, Urfa, Antep, Maraş ve Suriye; Fransa’ya, Musul dahil Irak ve Arabistan ingiltere’ye, Güneybatı Anadolu, Oniki Adalar ve Rodos İtalya’ya verilecekti!.Doğu Anadolu’da bir Ermeni ve bir Kürt devleti kurulacaktı!…Boğazlar ve İstanbul, ayrı bir bayrağı olan komisyon tarafından yönetilecek idi!
Eğer Sevr hayata geçseydi yani Türk milleti, dahi bir liderin arkasında birleşmemiş olsaydı şu anda küçücük bir bölgede yaşıyor olacaktık.Ayrıca bunu gölgede bırakan başka şartlara da maruz kalıyor olacaktık. Türklere bırakılan bölgede asker sayısı kısıtlı olacak, devletin ağır silahı bulunmayacaktı; devlet maliyesi Batılı galip devletlerden oluşan bir komisyonca yönetilecekti. Tahkim hakkı olmayacaktı. Kapitülasyonlar sürecekti.Yani tümüyle sömürge bir devlet olacak, toprağı, ordusu, hazinesi Batılılar tarafından kontrol edilen bir devletin bireyleri olarak yaşayacaktık.
Ama bu millet Batı’nın oyununu bozdu. Tüm olanaksızlıklara rağmen büyük bir zafere imza attı ve tüm dünyayı şoka soktu! Yedi Düvele göre bu, bir mucizeydi…
Bütün dünyayı şaşkına çeviren Kurtuluş Savaşı ardından Hollandalı Fiandelsblat gazetesi şu sözleri yazdı:
“Türklerin bu beklenmedik zaferi akla şu soruyu getiriyor: Son nefesini vermekte olan, ölüme mahkûm Türkiye dört yıl süren dünya savaşı sırasında tüm maddi ve manevi kaynaklarını tükettiği halde, nasıl olur da tüm dünyayı şaşkına çevirir!? Sonu gelmiş gibi duran bir ülke, bugün üstelik yapayalnız kaldığı bir anda, müthiş bir örgütlenme yeteneği ve dolu dizgin bir coşku sergiliyor… Londra’da yapılan hesaplarda Mustafa Kemal ve milliyetçi hareketin sıfırı tükettiği, iflasa sürüklendiği, iki kere ikinin dört ettiği gibi ortadaydı. Anadolu dullar ve yetimler ülkesine dönmüştü. Tam dört yıl boyunca milyonlarca insan durmaksızın savaştı ve demir yumruğuyla İngiltere maşası Yunanistan’ı denize döktü. Bu, ulusal davaya duyduğu inançla mümkün oldu.”
Bu uzun yazının sonunda yazar şunları da ekliyor: “İslam düşüncesinin içine girmeliyiz. Bu mucizeyi anlamak için bunu yapmak gerekli. Yoksa böyle giderse,-Asya’nın muazzam kapıları yüzümüze ebediyen kapanacak’.”Kasım 1922, Handelsblat
“Bu îşin Rövanşı Var!”
“Asya’nın kapıları,” işte sihirli sözcük buydu… Tıpkı bugün gibi… Asya pazarlarına el koymak için her şey yapılmalıydı. Din kullanılmalıydı. Türk milleti etnik olduğu kadar dini olarak da ayrıştırılmak, sahte bir İslam yaygınlaştırılmalıydı!
İşte bugün medeniyetler ittifakı, dinlerarası diyalog ve Ilımlı İslam’ın Türkiye’ye dayatılması o günlerde kararlaştırıldı. Osmanlı’ya dönülmeliydi. Mustafa Kemal Türkiye’si çok tehlikeliydi. Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkarlar, ekonomide siyasette bağımsız olurlarsa Batı ne yapardı. Petrol, pamuk, madenler ve suya nasıl el koyarlardı!
O nedenle Lozan’da Lord Curzon şu sözleri söylemişti: “Şimdi bu masada verdiklerimizi yakında ekonomik zorluklar içine düştüğünüzde bir bir geri alacağız!” Geri almak için her şeyi yapacaklardı… 1984'te Türkiye ağır sanayi hamlelerine bir de GAP’ı katınca PKK için düğmeye basıldı. Güneydoğu Anadolu Projesi suyun kontrolü ve Türkiye’nin zenginleşmesi demekti. Bölgesel güç olmak yolunda önemli bir merhaleydi ve PKK terörü bu işi engelleyecek, aynı zamanda 100 yıllık Kürt devleti hayalini destekleyecekti…
“Sevr Hortladı!”
Yıl 1991. Cumhurbaşkanı, Turgut Özal… Kukla bir Kürt devleti için adımlar atılıyor…
Körfez Savaşı Baba Bush’un direktifiyle başlıyor. Önce Amerika’nın kışkırttığı Kürt gruplar ayaklanıyor. Saddam Hüseyin, Kürt Türk o bölge insanlarını yok etme operasyonuna kalkışıyor. Kaçan on binlerce Iraklı Türkiye sınırına dayanıyor.Batı müdahalesi kaçınılmaz hale geliyor. Turgut Özal Amerika’yı yardıma çağırıyor ve işte Çekiç Güç bölgeye böylece çöreklenmiş oluyor! Çekiç Güç kontrolünde bir Kürdistan devletinin tohumu böylece atılmış oluyor.
Irak’ın kuzeyi güvenli bölge ilan ediliyor ve Türkiye-Irak sınırı boyunca 50-60 km.lik şerit Çekiç Güç kontrolüne veriliyor. PKK ve bölgedeki teröristler bu ortamda pamuklar içinde yetiştiriliyor.Çekiç Güç öncesi sayıları bin civarında iken sayısı, Çekiç gücün bölgeye yerleşmesiyle sayısı 25 bine çıkıyor. Unutmayın ki bu adımlar,küresel güçlerin göz diktiği tüm coğrafyalarda aynı sırayla atılır.
Kürt Açılımı 1991!
Benzer şablonla yapılan bir diğer adım tabu konularda tartışma açmaktır. Özal, o yıllarda Türkiye’de pek konuşulmayan konuları tartışmaya açacaktı…“Bir Türk-Kürt Federasyonu kurma fikrini” ortaya atacak, tepkiler sonunda “konuyu tartışmaya açmak istemiştim” diyecekti... Amerikalılar süreci ve tansiyonu böylece kontrol edecekti.
Aynı Turgut Özal yine 1991'de “Türkiye olarak şu Ermeni soykırımını tanısak ve bu iş sona erse”görüşünüde dillendirdi… O nedenle Amerikan büyükelçisi Abramowitz, Türk-Kürt Federasyonu lafını ağzından düşürmüyordu. Tepki gösterenlere “Bunu ben değil, Cumhurbaşkanınız söylüyor!” cevabı veriyordu. Emekli Büyükelçi Coşkun Kırca birkaç kez Amerikalı büyükelçiyi dikkatli konuşmaya davet ettiğinde Abramowitz, Özal’ın arkasına sığınmıştı. O yıllarda Çekiç Güç’ün yarattığı konforlu ortamda Kuzey Irak Batılı yardım kuruluşları ve ajanlarla dolup taşacaktı…
Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında ve Çekiç Güç’ün denetimindeki şeritte bir Kürt devleti için kolları sıvamışlardı. Bölge halkına Batılı kurtarıcılarının geleceği ve bir Kürt devleti kurulacağı müjdesi veriliyordu. O yıllarda oralarda dolaşırken ispanyol Kültür Derneği’nden, Alman yardım kuruluşlarına kadar 200'e yakın derneğin faaliyetine tanık olmuştum.
1995'te Aksiyon dergisi Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis tarafından hazırlanan bir rapora yer verdi. Buna göre İncirlik’ten kalkan Çekiç Güç’e bağlı uçakların PKK’ya havadan malzeme attığı saptanmıştı.
O günlerde İngiliz Daily Telegraph gazetesi de, Amerikalı subayların, PKK’lılarla düzenli toplantılar yaptığını yazdı! Naci Kaptan’ın araştırmasına göre, Amerikan özel kuvveti Delta Force birlikleri, Kuzey Irak’ta peşmergeleri eğitiyordu. Bu haber Frankfurter Allgemeine, Observer gibi Avrupa gazetelerinde ve Londra’da çıkan El Hayat adlı gazetede yayımlanmıştı.
PKK’nın Kürdistan Ulusal Kongresi, 2002 yılı Ocak ayında Brüksel’de Amerika’nın desteğiyle toplanacak ve Amerika’da resmen kabul edilecekti.Batılı ülkeler PKK’ya serbest çalışma şartları sağlıyorlardı. Avrupa Birliği, PKK’yı adı KADEK olarak değiştirilinceye kadar terör örgütleri listesine koymadı. PKK, KADEK adını alınca, bu kez de KADEK, terör örgütleri listesine alınmadı.Bunları görmemek için kör olmak ya da başka devletlere çalışıyor olmak gerekti.Bu arada on binlerce vatan evladı yitirildi…
Kürt Açılımı 1995!
1995'te Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Avrupa Birliği’nin terör ile mücadele konusundaki önerilerine şöyle cevap verecekti: “Siz bunu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız diyor. Siz bunlara azınlık hakları tanımalısınız, diyor. O zaman anlatıyoruz ki, bunlar bizim ülkenin tümünün sahibi… Niçin onlara azınlık diyelim!? Azınlık haklarının ikinci adımı başka istikametlere varır. Özerkliğe varır, otonomiye varır sonra da Türkiye’nin parçalanmasına varır.”
Batı zaten bunu istiyordu… Yüz yıl önce olduğu gibi planlar aynıydı. Bir Kürt devleti, bölgedeki ülkelerin ittifakını önleyecek, Türkiye’yi Asya’dan soyutlayıp koparacak ve ikinci İsrail’i petrol coğrafyası üzerine inşa edecekti…O nedenle yeni Boğos Nubar Paşa’lar ile Kürt Şerif Paşa’lar Türkiye’yi sarmış, masada Batılı devletlerle aynı tarafa oturur olmuşlardı.
Arada CIA marifetiyle gerçekleştirilen darbeler, sesini çıkaran gidişe “dur!” diyen tüm aydınları susturacaktı…Türkiye’nin kırmızı çizgileri yavaşça solacaktı. Yabancı büyükelçiler sabır zorlayıcı açıklamalar yapacaklardı.
Amerika’nın Ankara eski büyük elçisi M. Abramowitz, yayımladığı Türkiye raporunda “Türkiye’nin parçalanabileceğini” açıkladı… Abramowitz’in “Türkiye parçalanabilir!” demesinden çok değil bir ay sonra, Almanya’dan yola çıkarak incirlik üssüne malzeme götüren bir NATO tırında, PKK’ya ulaştırılmak üzere hazırlanmış askeri donatım malzemeleri yakalanmıştı…
Yazıma üçüncü bölümde devam edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder