20 Nisan 2014 Pazar

Sevr’den Büyük Ortadoğu Projesi’ne Türkiye için biçilen rol ne – 3


Sevr’den Büyük Ortadoğu Projesi’ne Türkiye için biçilen rol ne – 3
Türkiye yönlendirilen bir ülke değil, yönlendiren ülke olacak.

Hedef 1: Türk topraklarında komünist birKürdistan… Hedef 2: Türk topraklarında komünist bir Ermenistan  Hedef 3: Bölünmüş ve güdüme girmiş bir Türkiye’yi sömürmek veOrtadoğunun tam ortasında batının kölesi bir devlet oluşturmak… Batı dünyası bu hedefler için yıllardır çalışıyor ve yılmadan yeni planlar ortaya atılıyor. Artık sabırları kalmadı. Oradan oraya saldıran aç bir canavar gibi sömürecek ülkelerin peşindeler.
90'ları nasıl geçirdik… Kürdistan devletinin kurulması yolunda Batılı devletlere destek verdik. Ermenistan lobisinin istekleri doğrultusunda adımlar attık.Hatırlarsanız Sevr anlaşması içinde bir başlık daha vardı. İstanbul’a çöreklenmesi düşünülen bir Bizans devleti…
Bu konudaki kırmızı çizgiler de Fener Rum Patrikhanesi’nin aktif katılımıyla pembeleşti…
1994'te Avrupa Birliği, Fener Rum Patrikhanesi Patriği Bartholomeos’u “Bizans devlet başkanı” olarak seçtiğini duyurdu.Avrupa Birliği’nden devlet başkanı unvanı edinen Fener Patriği, basına verdiği demeçlerde “Lozan’ı tanımıyoruz,” diyecekti!
Avrupa Birliği, Fener Patrik’ine İstanbul merkezli Bizans Devleti başkanı unvanını verirken, Fener Patrikliğinin tıpkı Vatikan devleti gibi bir statüye kavuşturulması ve Türkiye toprakları üzerinde bir tür “devlet içinde devlet” olup çıkacağı düşünülüyordu.
Avrupa Birliği’nin Bizans devlet başkanı unvanı verdiği Fener Rum Patriği, aynı yıl Belçika’ya gidiyor ve orada Belçika Kralı tarafından devlet başkanı sıfatıyla ağırlanıyordu.
Bugün nasıl Pentagon danışmanı, Stratfor düşünce merkezi başkanı George Friedman yeni Osmanlı haritaları yayınlıyorsa, 1918'de de 1994'te de benzer haritalar ortalıkta uçuşuyordu…
Gördüğünüz harita Esquire dergisinin Şubat 1994 sayısında yayınlandı. “İstanbul başkentli bir Yakındoğu federasyonu” gösteriliyor.Bu yayından birkaç gün sonra, The New York Times Magazine’de Robert D. Kaplan imzalı bir yazıda İstanbul başkentli “Yakındoğu Federasyonu” kurulması gerektiği savunuldu; ardından aynı düşünce CIA eski Türkiye şefi Paul Henze’nin raporunda Tüm bunlar olurken Amerikan istihbarat Teşkilatı CIA otoriteleri, CNN televizyonuna çıkarak “Doğu Bloku ve Rusya’daki bütün üst düzey ajanlarımızı Türkiye’ye kaydırıyoruz. Yakında Türkiye’de çok büyük karışıklıklar çıkabilir,” diyordu…
Cumhurbaşkanı Demirel, 1 Mayıs 1995 günü Milliyet gazetesi yöneticilerini makamına çağırıyor “Batı Sevr’i istiyor,” diyordu…Lord Curzon’un hayaleti Türkiye üzerinde dolaşıyordu…
Gümrük Birliği Kâbusu…
1995'te bayram havasında bir kutlama yapıldı. Halk ne olduğunu anlamadı. Birçok Avrupalı üst düzey Türkiye’ye doluştu. Havai fişekler eşliğinde bir kutlama yapıldı.
Türkiye, Avrupa Birliğine girmeden Gümrük Birliğine sokulmuştu. Yani tüm gelirlerine el konacak, hiçbir şey üretemeyecek ama her şeyi satın almak zorunda kalacaktı. Üstelik, yok oluşunu kutlayacaktı.
Halkın hangi sarmalın içine itildiği ortaya çıkmamalıydı, bunun için televizyonlar kullanılacaktı. Batı, basın yayın vasıtasıyla Türk halkının beynini dumura uğratacaktı.
Medyanın önemli bir bölümü ve bir kısım aydın Avrupa Birliği’ne bağlı kurumların, Avrupalı vakıfların maaş bordrosuna alınmıştı.Cüceler tarafından sıkı sıkı bağlandığı yerde yatan bir devdi Türkiye…Üzerinde türlü oyunlar oynanıyordu. Psikolojik operasyonlar insanları umutsuzluğa sürüklüyordu…
Kürt Açılımı 1999!
1999'da Apo Kenya’da yakalandı ve Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idam cezası uygulanmadı. İmralı’da, mahkemesi sırasında Batı’nın tüm üst düzey isimleri, dünyanın en ünlü gazetecileri sorgulamayı izledi…Batı’dan Öcalan’a destek mesajları yağıyordu…
Fransız Cumhurbaşkanı’nm eşi Madam Mitterand’m açıklaması gazetelerdeydi. Ne mi diyordu?
“Ben Apo’dan daha çok Apo’cuyum. Abdullah’ın kalbimde çok özel bir yeri var.”
Vatikan bir bildiri yayımlıyor: “1918'den beri Kürtler bağımsızlıklarına kavuşmayı bekliyorlar.”
Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa Birliği dönem başkanı, “Apo’yu asarsanız AB’ye giremezsiniz,” diyordu. Ardından Leyla Zana’yı hapishanede ziyarete gidiyor, sonra Türkiye Cumhuriyeti hükümetine HADFP’li belediye başkanlarıyla diyalog tavsiyesinde bulunuyordu. Yoksa AB kapısı kapanıverirdi! Öcalan idama mahkûm oldu ama AB uyum yasaları çerçevesinde idam cezası kaldırıldı. İmralı’dan avukatları aracılığıyla yandaşlarına görüşlerini iletmeye devam etti…
Öcalan mahkemeye verdiği savunmasında kendisinin Batılı ülkelerce korunup, beslendiğini, Batılı ülkelerden silah, malzeme ve para yardımları alarak Türkiye’ye karşı savaştıklarını açıkladı. Batı’nın Sevr’i uygulama peşinde koştuğu ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü parçalamayı amaçladığı açıkça ortaya konmuştu. Sorgusunda kullandığı bir cümle her şeyi özetliyordu: “Şeyh Sait’in devamıydım kullanıldım’.”
İngilizler Lozan’da Musul meselesi görüşülürken Şeyh Sait’i kullanmışlardı… Fransızlarla Hatay için boğuşulurken, Dersim isyanı patlamıştı… Türk ordusu Kıbrıs’taki kıyıma “Dur!” deyince ASALA örgütü katliama başlamıştı… Güneydoğu Anadolu projesi ile Türkiye suyun kontrolünü sağlayacak ve bölgesel güç olabilecekken PKK ortaya çıkmıştı…
“Laiklikten Vazgeçin!”
2000'lerde SEVR anlaşmasından Büyük Ortadoğu Projesi’ne izler düşmeye devam edecek, “ılımlı İslam” adı altında Türk insanının inanışları deforme edilecekti.
Amerikan gizli servisinin Türkiye’ye pek aşina adı Graham Fuller, Türkiye’nin laiklikten vazgeçmesi gerektiğini vaaz ediyordu. Tarikatlara izin verilmeliydi.
1995'e kadar Amerikan politikaları karşıtı söylemleriyle tanınan Fethullah Gülen, 1995 sonrası Amerika’yı yüceltmeye başlayacaktı. Gülen’e göre “Amerika’dan habersiz iş yapılmaz!”dı. Amerika’da İslamcı akımla ilgili raporda Ilımlı İslam temsilcisi olarak Gülen’in adı geçecek ve Gülen 1997'de Papa’yla görüştürülecekti.
Bir Müslüman olarak yaşamak için bula bula ABD’yi bulan Gülen, Amerikan politikaları ve mezalimi ile ilgili ağzını hiç açmayacaktı. Türkiye’deki “Amerikan açılımları’nı da sonuna kadar destekleyecekti.
Bütün bunlar olurken Türkiye inanılmaz ölçüde fakirleşecek, ithalatı artacak, ihracatı düşecek, tüm kaynakları yabancı ellere geçecek, para getiren neyi varsa satılacak, sanayi tesisleri şalterlerini kapatacak ve halk yokluğun pençesinde kıvranacaktı…Dünya Bankası raporuna göre halkın yüzde 20'si yoksulluk sınırı altında yaşamaya başlayacaktı.
Türkiye’nin önüne konan yem, Avrupa Birliği üyeliği. Bu sayede Batı, demokrasi adına bölücülük, insan hakları adına gericilik, dinlerarası diyalog adına misyonerlik, çevrecilik adına suyumuzu ele geçirme operasyonları yapıyor… Bir Kürt devletinin kültürünü yaratmak için televizyonlar açıyor, yeni bir Kürtçe yaratmaya çalışıyor.
Hatırlayın! Lord Curzon, Lozan Konferansı’nda, Musul-Kerkük konusu görüşülürken Kürtleri kastederek, “Ben onlara bir alfabe verdiğim gün, görürsünüz,” demişti…
Şimdi Batı bölgede ortak Kürt kültürü yaratma peşinde. Maddi çıkarları bunu gerektiriyor. Batı, içinden geçtiği krizle sallanırken Asya’nın kilidi Türkiye’yi kırmaya çalışıyor.
Aslında dünya 21. yüzyıla 20. yüzyıl başındaki koşullarla giriyor.
Türkiye o zamanki gibi bugün de kilit ülke. Amerikan Başkanı, CFR’nin en önemli isimlerinden Bili Clinton’m sözlerini unutmayalım:
“20. yüzyılın ilk elli yılını Türkiye belirledi. 21. yüzyılın ilk 50yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuda şekillenecek’.”
Kilit ülke Türkiye, bakalım 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kendi çıkarları çerçevesinde bir politikayla kirli oyunlara cevap verebilecek mi? Benim en ufak bir kuşkum yok. Bu millet düşünülebilecek her melanete karşı koyabildi. Bu oyunlarla da başa çıkacaktır. Bu çıkışta yine Mustafa Kemal’in sözleri yolumuzu aydınlatacaktır. 1922'de yepyeni bir cumhuriyetin eşiğinde Mustafa Kemal şöyle demişti:
“Ulusal mücadelenin amacı tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlıkla gerçekleştirilebilir!”
O nedenle Türk halkı mali bağımsızlığını dışarıya peşkeş çekenleri görmeli, kendi refahıyla ve ülkenin bekasıyla oynayanları tespit edebilmelidir. Türkiyenin kaynaklarının “özelleştirme” adı altında batı dünyasına servis edilmesine şiddetle karşı çıkmalıdır. Bütün bunların yanında kurtuluşu Avrupa Birliği’nde değil Türk İslam Birliği’nde görmeldir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder